Kalp Katılığı / S. Muhammed Vasıf Geylani Efendi

İnsanların, kendilerine uyarı niteliğindeki felaketleri görünce bağışlamaları için Allah'a yalvarmaları gerekirken bunu yapmadıkları, keyflerine uydukları için kalplerinin katılaştığı; yaptıkları kötü işleri şeytanın onlara süslü gösterdiğini Allah (Celle Celalühü) Kuran-ı Kerim'de buyuruyor. "Hiç olmazsa kendilerine böyle baskınımız geldiği zaman yalvarsalardı! Fakat kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yaptıklarını süslü gösterdi" (En'âm 43.)

"Allah'ın göğsünü islama açtığı kimse,Rabbinden bir nur üzerinde değil mi? Allah'ı anmağa karşı yürekleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun. Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler." (Zumer. 22.)

Allah'ın gökten indirdiği yağmur suyu nasıl toprağı canlandırır, çeşit çeşit ekin bitirirse, kulunun gönlüne indirdiği vahy de ruhları diriltir. O vahyi kabul eden gönüller açılır, huzur bulur, incelir, duyarlı olur. Onlar, Allah (Celle Celalühü) dan gelen ışık ile yürürler. Fakat Allah'ın zikrini, uyarısını kabul etmeyenlerin gönülleri katılaşır. Şimdi Allah'ın (Celle Celalühü) indirdiği vahiyleri kabul edip huzur bulan ve Allah'ın (Celle Celalühü) ışığı altında yürüyen müminlerle; Allah'ın (Celle Celalühü) zikrini kabul etmediği için kalbi katılaşan ve sapıklığın karanlıkları içinde kalan insanlarla bir olur mu? Elbette olmaz. Gerçek din duygusu, Allah'ı (Celle Celalühü) son derece sevme, ona saygı ve onun buyrukları uyarınca hareket etme, doğruluk,dürüstlük, merhamet, yufka yüreklilik; yaratanı sevdiğinden dolayı yaratılanlara acıma şeklinde kendini gösterir. Allah'ı (Celle Celalühü) anmadıkları için kalpleri katılaşanların vay haline! İşte o katı kalpler, apaçık bir sapıklık içindedirler.

İbni Merdeveyh, Abdullah ibni Mesud un şöyle dediğini aktarmıştır.
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): ‘Allah'ın göğsünü İslam açtığı kimseler…"âyeti ni okudu.
-Ey Allah'ın Elçisi, göğüs nasıl açılır? dedik.
-Nur girince kalb açılır, genişler (ferahlar) dedi.
- Bunun belirtisi nedir ey Allah'ın elçisi dedik.
-Bunun belirtisi, ebediyet yurduna yönelme, şu alçaltıcı dünyadan uzak durma, ölüm gelmeden önce ölüme hazırlanmadır dedi" (Fethul Kadir 4/460)

Başka bir hadis de şöyledir: "Allah' ı anma dışında fazla konuşmayız. Çünkü Allah'ın zikri dışında fazla konuşmak, kalbi katılaştırır. Allah' dan uzak olan da katı kalbli insandır." (Tirmizi Zühd:61.)

Razi şöyle diyor: "Allah nefis cevherini çeşitli mahiyette yaratmıştır. Kimi hayırlı, nurlu, ilahiyata eğilimli, ruhaniyet ve birleşmeğe arzuludur. Kimi de kötü, kirli, cimri, cismaniyyete eğilimlidir… Göğsü açmaktan maksat, insanın yaratılışındaki o isti' dâd (eğilim) dir. O şiddetli isti'dâd mevcud olunca, onun kuvveden fiile çıkması (potansiyel durumdan eyleme geçmesi) için en ufak bir sebep yeterlidir. Ama nefis ruhaniyetten uzak, nefsi isteklere dalmış, ilahiyatla pek az etkilenirse katı, bulanık ve karanlık olur. Ona ne kadar fazla deliller getirilirse getirilsin katılığı artar. İşte göğüsün açılması, nefisteki ışık, ilâhiyâta olan eğilimdir. Nur, hidayet ve mağfirettir. Göğüs açılmadan nur oluşmaz. Nefiste, nefsani güçler oluşursa ona sunulan kanıtlar hiçbir yarar sağlamaz; tersine, nefsin katılığının artmasına, nefretin şiddetine neden olur. İnsanın bu âyetlerin mânalarını anlayabilmesi için bu kesin esasları bilmesi gerekir. (Mefatihu'l-ğayb:26/266.)

KALBİN SINAVI

"Ey iman edenler! Sesinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygambere yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider." (Hucurat 2.)

"Allah'ın Elçisi huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır." (Hucurat 3.)

Bu âyetler, Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzurunda yüksek sesle ve laubali tarzda konuşanlarla ilgili olup onlara edep öğretmektedir. Henüz yeni Müslüman olan bazı bedevilerin, kaba çöl ahlakını birden bire bırakıvermeleri kolay değildir. Bunlardan bazıları Hz. Peygamber (as)'in huzurunda kaba biçimde, bağıra bağıra konuşuyorlardı. Enes bin Malik'in rivayetine göre doğası gereği yüksek sesle konuşan Sabit bin Kays, bu ayet indikten sonra: " Ben yüksek sesle konuşuyorum, demek ki amellerim boşa gidiyor, cehennemlik oldum ! " deyip evine kapanmış ve artık Hz. Peygamberin yanına gelemez olmuş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun komşusu olan Sa'd ibni Mu'az'a Sabit'in neden huzuruna gelmediğini, bir derdi olup olmadığını sormuş, gidip Sabit ile konuşan Sa'd, Hz. Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelip Sabit'in düşüncesini anlatmış: " Yüksek sesle konuşanlar hakkında ayet indi. Bilirsiniz ki ben içinizde yüksek sesle konuşan biriyim. Demek ki ben cehennem ehliyim !" Efendimiz bunu duyunca, Sabit'in doğal sesinin böyle olduğunu bildiğinden şöyle buyurmuş: "Hayır, o cennet ehlidir.buyurmuş" (Müslim, iman :188;Buharı, Tefsir,süre: 49.)

Taberi'deki bir rivayete göre bu ayet indikten sonra çok ağlayan Sabit, evindeki ahıra girmiş, karısına da kapıyı arkadan demir destekle kapatmasını söylemiş. Âsım ibni Adi, onun durumunu Allah'ın Elçisine bildirmiş. Allah'ın Elçisi, Âsım'ı gönderip Sabit'i çağırtmış. O zaman kapının desteğini kırarak Sabit'i, kendisini kapatmış olduğu ahırdan çıkarmış. Beraberce Allah'ın Elçisine gelmişler. Allah'ın Elçisi, Sabit'e ağlamasının nedenini sormuş. Sabit: -Ben yüksek sesle konuşan bir adamım. Bu ayetin, benim hakkımda, inmiş olmasından korkuyorum, deyince Allah'ın Elçisi: -Güzel yaşayıp şehit olarak öldürülmeğe ve cennete girmeğe razı olmuyor musun? demiş. Sabit'de: Allah ve Elçisinin müjdesine razıyım. Bundan sonra bir daha Allah Elçisinin yanında sesimi yükseltmem, diye buyurmuşlardır. (Cami'ul-beyan 26/118.)

Aslında Sabit'in yüksek sesle konuşması, ma'zeretinden kaynaklanıyordu. Kendisi sağır olduğu için ancak yüksek sesle konuşulduğu zaman duyabiliyordu. Bu yüzden kendiside yüksek sesle konuşmağa alışmıştı tıpkı zamanımızda da gördüğümüz sağır adamların halı gibi, İşte "Belki farkında olmadan Allah Elçisi'nin yanında da sesimi yükseltirim de amellerim boşa gider" endişesiyle artık huzuru saadete gelmeğe cesaret edemiyordu.

Bu zat yemame günü,kefenini giymiş olarak cepheye gelmiş,İslam ordusunun saflarında açılma olunca: "Siz arkanıza ne kötü örnek oluyorsunuz" deyip öne atılmış ve şehit oluncaya dek çarpışmıştır. (Cami'ul-beyan 26/119.)

Şehit olan Sabit'in üzerinde bir zırh vardı. Ölümünden sonra kendisini rüyada gören bir sahabiye, şöyle demiş: Sana bir vasiyet edeceğim, sakın rüyadır deyip ihmal etme. Ben dün öldürüldüğüm zaman bir Müslüman gelip zırhımı aldı. O adam ordunun en uzak yerindedir. Çadırının yanında kazığa bağlı bir at vardır. Zırhımın üstüne bir çömlek koymuştur. Çömleğin üstünde de bir eşya var. Halid'e git söyle, zırhımı ondan alsın. Medine'ye gittiği zaman da Ebu Bekir'e git, benim şu kadar borcum olduğunu ve falan kölemin özgür olduğunu söyle.

Bu rüyayı gören Sahabe, Halid'e gelip rüyasını anlatmış. Hz. Halid zırhı aldırmış. Hz. Ebubekir de vasiyetini yerine getirmiş, Sabit'in borcunu ödediği gibi kölesini de azadetmiş. (İbn Kayyim el-Elcevziyye, Kitabu'rruh )

Görüldüğü gibi sahabeler Peygamber Efendimize bu kadar bağlı ve sadakat içersideydiler. Bizde o sahabeler gibi sadakatli ve samimi Müslümanlar olmalıyız. İnsan hata yapabilir ama hatasında ısrarcı olmamalı. Tövbe etmeli ve ibadetlerine devam etmeli.