Maneviyat, Tam Sürat!
Manen köşeyi dönmek deyince günümüz dünyasının fırsatçı, çıkarcı, kestirmeci anlayış ve yapıları içinde algılanmamak başlı başına bir kaygı alanı bugün. Bu dönemi anlamlandırmanın zorluğu içinde, doğru yolunda giden insanlar bile en azından isteyen hayatı anlamlandırma hususunda olmasa bile böyle bir ortamda nasıl bir hareket tarzı geliştireceği hususunda büyük zorluk içinde. Tüm bu tablo içinde, önyargılara muhatap olmamak adına, hiç kimse bilinen sınıflama ve klasifikasyonlar içinde anılmak istemiyor. Belki dönemin adını koymak zor değil ama bu keşmekeş içinde insanın adını koymak hakikaten zorlaştı. Belki de bu nedenle bilimde fuzzylogic diye anılan tarz ve metodu sosyal olaylara uyarlayarak roman yazan romancılar daha revaçta. (Alev Alatlı gibi) Çünkü hiç kimse bilinen kavramlar cinsinden sınıflandırılmak istemiyor. Şucu ya da bucu görünmek istemiyor. Sadece siyah ya da sadece beyaz görünmek istemiyor. Çünkü böyle bir duruşun kendini ne kadar doğru ifade edebileceği hususunda kaygılar taşıyor. Üstelik ne siyah siyah gibi, ne de beyaz beyaz gibi. Dolayısıyla kavramlarla düşünen insanın zihinsel karmaşasından nasibini almak istemiyor. Gerçi bulunduğu yerin seküler yapılanmanın onu hapsettiği yer hususunda sorgulamadan uzak tutulmayacak bir yer olduğunu da unutmaması gerekiyor. Ne yazık ki, sorgulanmama ve sınıflandırılmama adına düştüğü kuyu, aslında onun olmak ve bulunmak istediği güzide bir yer değil. Ama hiç şüphesiz bu durum, bizlerin dini hayatın günümüze taşınması gereken pratik faydalarından yeterince yararlanmamıza engel olmayan bir yerde de durulabilmesini kaçınılmaz kılıyor. Bu belki de dini hayata ait asgari yaşam biçiminin engellenemez oluşuyla da yakından alakalı. İmanın en düşük derecesi gibi görünen bu durum, yine de her haliyle güllük gülistanlık bir ortamın da kaçınılmaz asgari yaşantısının şartıdır aslında. Bediüzzaman Hz.’nin “Küçük halkada yapılacak büyük işler var.” dediği gerçeğe tamtamına uyuyor bu. Böyle bir girizgâhtan sonra küçük halkada yapılacak büyük işleri konuşmakta fayda var:
1.Seven Kurtulur.
Sevmek, başarmanın kaçınılmaz şartıdır ve sevgiden daha mühim bir itici güç henüz keşfedilmemiştir. Sevemiyorsak sevmeyi öğrenmeliyiz. Bunun için en güzel yol “sevgi öğretmenleri”yle teşrik-i mesaimizi artırmak olmalıdır. Çünkü seven, sevdiğinin haline kavuşur. Ona benzer sonuçta. O nedenle içinde sevgiyi gizleyen kalbin anahtarları kimin elinde ise ona yönelmeliyiz. Allah’ı sevmek, kulu Allah için sevmek ve kendini de Allah için sevmek sevginin merkezine yönelirken henüz nerede durduğumuzu belirlemeye yarayacaktır. “Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz” diyen büyüğümüz de bütün kötülüklerin zıddını ve bütün iyiliklerin kaynağını böyle ortaya koymuştur. “Her kötülüğün başı dünya sevgisi” olduğu gibi, her iyiliğin başı da Allah sevgisidir.
Sevenin kurtulmasına “Aslanlarla aslan olmak” da denilebilir. Bu anlamda büyükler;
“Kişi sevdiği ile beraberdir.” (Hadis)
“Hilali göremiyorsan hilali görenlere git ki bayramı göresin.”
“Maddi zenginlerle yaşamak maddi zenginliğe yol açtığı gibi, manevi zenginlerle yaşamak da manevi zenginliğe yol açar.”
“Mürşidsiz yapılan amel nefsi kabartır, mürşide bağlı yapılan amel nefsi terbiye eder.” (Şeyh Şazeli)
“Güzel koku dükkânına girenin üzerine güzel kokular bulaşır.”
“Ey İman edenler! Allah’tan korkun, sadıklarla beraber olun.” (Ayet meali)
“Seven sevdiğinin haliyle hallenir.”
“Cismani beraberlik ruhani beraberliği getirir.”
“Allah korkusu ve sevgisi, başka korku ve sevgileri siler atar.”
“Allahtan en çok âlimler korkar.” (Hadis)
“Mürşidden kasıt Resulullah, Resulullah’tan kasıt da Allah’tır.” (Mevlana) buyurmuşlardır.
“Daha sonrayı” halleden her şeyi halleder.
2.“Yuvarlanmayı” bilmek gerek
Hz. Ali’nin “Ertelenen iş bir daha ilerlemez. Karar verdiğin anda uygulamaya geç.” mealindeki sözü, güçlü bir maneviyatın da anahtarı aslında. “Hayırlı işlerde acele etmek” İslam ahlakında önemli bir itiyad hali. Tövbede, amelde, şuurlanmada, iyi doğru ve güzel olan her şeyde. “Yuvarlanmayı” bilmek gerek. Yuvarlanmaktan kasıt, hayatın pürüzlerle dolu olduğu bir dünyada düşmek ve kalkmak arasındaki zaman dilimini kısaltmakla alakalı bir kavram. Çünkü düştüğü yerden kalkmak, kaldığı yerden devam etmeyi getiriyor. Kaldığı yerden devam etmek ise, “Az da olsa devamlı olan ameli”, yani “sevilen” ameli…
3. Hepsini yapmasan da hepsini terketme.
Nefis ve şeytanın, insanda istismar etmediği hiçbirşey yoktur. Onlar hep insana “ben dostum” diyerek dilediğini yaptırmak isterler. Nefis de şeytan da insanın en büyük düşmanıdır. Onların telkinleri bütün sinsiliklerin kaynağıdır. İcmâlen de öyledir, tafsîlen de öyledir. İmanı en büyük değer olarak gören insanoğlu, yaptığı ilk hatada “haya” duygusuyla yıkıma uğrar. Oysa haya, onu ayağa kaldıran değer olmalıydı. Burada nefsin hayayı istismarı sözkonusudur. Haya gibi görünen riya… Oysa affedici olan Allah’tır. Kul günah işler, Allah (cc) affeder. Kendini affetmek yani aynı zamanda, affetmemek; kula değil Allah’a aittir. Kulunu Allah affeder, kul değil. Aksi halde, nefsin hayayı istismarı nedeniyle kul kendine haksızlık yapar, acımasızlık yapar ve kendini affetmez. Kendinden vazgeçer yani. Oysa Allah(cc) kulundan vazgeçmez… Demekki, “hepsini yapamıyorum” ya da “iyi yapamıyorum” düşüncesi, amel dünyamızda her şeyi terk etmekle sonuçlanmamalıdır. Bu nefsin ve şeytanın günümüz insanına oynadığı en büyük oyundur.
4. Az da olsa devamlı olmayı tercih et.
Mevcudu kaybetmemek adına en büyük cehd ve gayret, az da olsa devamlı olmaktır. Ahlakların sıfatlaşması, amellerin sıfatlaşmasına bağlıdır. Küçük zannedilen amellerde büyük sevaplar ve rızalar gizlidir. En önemlisi azı yapamayan çoğu da yapamaz. “Siz bildiğinizle amel edin, biz bilmediğinizi öğretiriz.” “Allah yolunda mücahede edenlere yollarımızı gösteririz.” denmiyor mu?
5. Kalbî hayatı korumaya yönelik hassasiyetler geliştir.
Günlük hayat içinde maneviyat adına kar zarar hesabı yapmak, “vaktin oğlu” ya da “vaktin çocuğu” (ibn’ül vakt) olan mümin için kaçınılmazdır. Günümüzde “hassasiyet” kelimesi nedense kolay taviz verilen bir alan gibi algılanmaktadır. Çünkü hassasiyet kelimesinin geçtiği her yer “kırmızı çizgi” niteliğini kaybetmiş ve hayat adeta tavizler yığını, hassasiyet ihlalleri yığını haline gelmiştir. Bu kadar prensipsiz bir hayat ancak dinen asgari amellerle idare olunan bir amel ve düşünce ortamını getirmiştir. Varolan her şey bir çırpıda kolayca tüketilmiş, tam bir fitne ve kaos ortamı teneffüs edilmeye başlanmıştır. Bizleri böyle bir ortamın menfi tüketicisi olmaktan kurtaracak en önemli şey, kalbi hassasiyetlerimizden taviz vermemektir. Nitekim maneviyat yolunun büyükleri, “Kalbin zerre kadar ameli, zahiri azaların binlerce amelinden üstündür.” demişlerdir. Kalpte kaybedilen savaşlar zahirde kazanılmış görünse de verimsizdir. Çünkü kalbî amel, “ihlas” demektir. İhlaslı olmanın sırrı, kalbi korumaktır. O nedenle kalbi “mutmaine” etmeye yönelik her amel kurtarıcı hükmündedir.