Tasavvufun Mantığı Nedir? / Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç

FEYZ: Hz. Peygamber/Sahabi ilişkisinin her devirde güncel uzantısı, şeyh-mürid ilişkisi şeklinde tecelli etti. Bu bağdaki "sır" nedir ki, dünya ve ahiret saadeti oluşmaktadır?

PROF.DR.MAHMUT EROL KILIÇ: Çok önemli bir soru… Aslında bu dediğiniz şey, tasavvufun özü. O da irtibat, irtibat etme, bağlama; bir şeyi bir şeye bağlama… Alemde, evrende her bir nesne bir diğerine bağlı olarak tanzim edilmiş, hiçbir şey ayrık, müstakil, bağımsız, tek başına ayakta duran vaziyette halkedilmemiş… Bir başka şeye bağlı olmadan ayakta duran tek bir varlık var; o da ganiyyi mutlak olan Hak Teala. O'nun haricinde olan her şey ama herşey birbiriyle bağlantılı olarak kurulmuştur. Buna siz "kozmik hiyerarşi" diyebilirsiniz, buna siz "meratib'ul vücud" diyebilirsiniz; her bir ilim dalı buna farklı isimler verir. Ama her şey, bir diğer şeyle irtibat halindedir. Kur'an-ı Kerim'e baktığımız zaman, hadis-i şeriflere baktığımız zaman, bütün kutsal kitaplara baktığımız zaman, bu irtibatlar ağına işaretler görürüz. İnsanların, aslında ilim adamı denilen kimselerin veya alim denilen, arif denilen kimselerin de ayrıymış gibi duran nesneler arasındaki irtibatı kurabilen; görebilen ve kurabilen insan olduğunu görürüz. Âlimi diğer insanlardan ayırt eden hususiyet, irtibat kurabilme yeteneğini kazandığından dolayıdır. Cahil, irtibat kuramayana denir; irtibatlandıramıyor, bir şeyi bir şeyle irtibatlandıramıyor. Ateist, kendisini Allah'la irtibatlandırma yeteneği olmayan kimseye denir, irtibat kuramıyor... "Nasıl bir alakam olabilir ki benim Tanrı'yla" diyor. Oysaki bilse nasıl bir irtibat olabileceğini; kesinlikle ateist olmazdı... Dolayısıyla Hz. Peygamber'in hayatında şu ana kadar söylediğiniz teorik şeylerin pratiğe yansımasına baktığımız zaman, amelî hayata yansımasına baktığımız zaman, Hz. Peygamber Efendimizin hayatında olsun, diğer Peygamberlerin hayatında olsun, hepsinin; yanlarında bulunan insanlarla beraber yaşadıkları görülür. Onlarla aynı havayı teneffüs ettiklerini, onlarla hallendiklerini görmekteyiz. Dolayısıyla dini eğitim bir bakıma bir peygamberden, bir kâmilden "hal transferidir." Bir kâmilden, bir veliden, bir nebiden size halin intikal etmesidir. Bu çok kitabi, çok rasyonel bir bilgilenme değildir. Kitap, buna yardımcıdır, esas olan değildir, yardımcıdır. Dolayısıyla sahabenin, arkadaşlarının Hz. Peygamber'e bakış açısı nasıl idiyse, Peygamberin vefatından sonra, insanlarda aynı ihtiyaç şu ana kadar devam etmiştir ve kıyamete kadar da devam edecektir. O ihtiyaç da insanın kendini bir üst prensibe bağlama ihtiyacıdır. Bir bayan, bir erkeğe bağlanmak ister. Bu onun gerek fiziki, gerek ruhi ihtiyacına binaendir. Elinde olmadan, lisan-ı hâl ile bunu ifade eder. Bir bayanın en mutlu olduğu konum, bir bayanın en huzurlu olduğu nokta, bir erkek unsur içerisinde eridiği andır. Aynı şey bütün insanlık için geçerlidir. Bir çocuğun en mutlu olduğu hali, babasının annesinin koynuna girdiği andır. Çünkü çocuk daha buluğa ermemiştir. Anneden babadan şefkat, sıcaklık, ilgi, alaka görmek için onun kontrolü altına girip büzüşmek, orada katlanarak oturmaktan mutluluk duyar bir çocuk. Oradan enerji geçer aslında, bunu anneler babalar ihmal etmemeliler... Oradan çocuğa bilgi geçer, o hareketten çocuğa bilgi geçer aslında. Aynı şey yetişkin insanlar için de söz konusudur. Bir erkek, ister erkek olsun ister bayan olsun, manevi anlamda bir kâmile ihtiyaç duyar. Onun rahmetinde onun âhuşunda onun kucağında katlanmak, aynı anne karnındaki fetüsün, bebeğin, katlanarak büzüşerek oturması gibi, o rahmet yumağında oturmak ister; o insani bir ihtiyaçtır. "Benim böyle bir ihtiyacım yok" diyen ya kâmildir (Ya kâmilin böyle bir şeye ihtiyacı olmaz.) ya da şeytandır… Ya şeytan olacak insan; böyle bir ihtiyaç içinde olmasın, bir bağlantıya ihtiyaç duymasın veya kâmil olacak… İkisinin arasında olan insanların bir kâmile ihtiyaçları vardır. Eğitim, bütün dünya tarihinde hep böyle olmuştur. Astın üste tabi olması suretiyle üstten asta geçen, bir akış, bir enerji akışıdır. Dolayısıyla şeyh mürit ilişkisi deyin, öğrenci öğretmen ilişkisi deyin, peygamber-ümmeti ilişkisi deyin, bütün bilgi akışı yukardan aşağı doğru olur ve çok da tabiidir bu. Bu sadece tasavvufa has bir özellik değildir.

FEYZ: Tasavvufta "ahlak" üzerinde çok duruluyor. Mekarim-i ahlak, Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmak, Allah'ın boyasıyla boyanmak gibi kavramlar oldukça önemli. İnsanın güzel ahlaklı olmasında Allah-kul ilişkisi açısından insanı Allah'a götüren hikmet nedir, bundan murad nedir?

PROF.DR.MAHMUT EROL KILIÇ: Cenab-ı Allah'ın alemi yaratırken, insanı yaratırken şüphesiz bir kasd-ı mahsusu var. Şüphesiz, bir meşihet-i ilahiyyesi söz konusu. Bu keyfî, rasgele bir savrulma şekliyle insanın yaratılıp yeryüzüne atılması anlamına gelmiyor. Bunda ince bir hesap, ince bir tanzim, bir düzenleme söz konusu. Allah'ın bir takdiri söz konusu. Allah'ın âlemde yarattığı her bir şey belirli bir ölçü, belirli bir nizam üzere muhafaza edilmiştir. İnsanın da belirli bir ölçüsü vardır. İnsan o kozmik nizamın içersinde en önemli bir parçadır. İnsan şayet o kozmik nizamın bir unsuru hem de çok kurucu ve etkileyici, müessir bir unsuru olarak Cenab-ı Allah'ın kendine tayin etmiş olduğu, biçmiş olduğu o ahlak üzere, o yol üzere bulunursa sistemle bütünleşmiş oluyor. Ancak Allah'ın çizdiği yolun haricinde bir yolu tercih ederse kozmik sistemde bir anarşi oluşuyor, kozmik sistemde dişlilerin birbirine oturmaması gibi bir problem baş gösteriyor. Holistik tıp anlayışında insan vücudundaki belirli organların aslında birbiri ile uyum içerisinde oluşu esas alınıyor biliyorsunuz. Dolayısıyla sizin gözünüzün rahatsızlığı bağırsak sisteminizle irtibatlı olabiliyor. Bağırsaklarınızdaki bir arıza ayak başparmağınızdan geçen bir sinirle irtibatlı olabiliyor. Yani her şey herşeyle irtibatlı… Allah'ın çizmiş olduğu, Allah'ın tayin etmiş olduğu bu nizam evrenin, kâinatın ahlakıdır aslında. Aynı şekilde insanın da sosyal hayatında, ferdi hayatında Allah'ın (cc) ona tayin etmiş olduğu bir ahlak var. Yalnız bu ahlakı çok iyi tanımlamamız gerekiyor. Birçok insan ahlak tanımlaması getiriyor. Ahlak iyi bir vatandaş olmaktır, ahlak vergisini ödeyen insan demektir diyen var, her şeye karşı sessiz duran insan çok ahlaklıdır gibi tarifler de yapılmakta. Oysaki doğru ahlak tanımı çok önemli. Doğru ahlak tanımı Allahu Teala'nın Peygam-berleri vasıtasıyla bildirmiş olduğu ahlak nizamıdır. O ahlak nizamında cemal de vardır, celal de vardır. O ahlak içersinde sessizlik de vardır ama gerektiğinde ses çıkarma da vardır. Orada edep vardır, bazen terk-i edep vardır. Bunun ayarlan-ması için yine bir mürebbinin, ahlak otoritesinin, ahlak öğretmeninin bu ahlakı öğretmesi gerekir. O öğretmenin de Allah'ın (c.c.) boyasıyla boyanmış bir öğretmen olması gerekir. Dolayısıyla günü-müzde bir takım yanlış ahlak tarifleri var. Ahlak ve ahlaksızlık tarifini de yine dinin kaynağından almak gerekmekte. Tabi modern hayattaki ahlaksızlık tarifleri de zaman zaman dinin tarifleriyle örtüşmekte, onunla benzerlikler taşımakta ama doğrusunu yine kâmil ahlak numunelerinden almamız gerekiyor. Onlar da nebiler ve nebilerin yolunu izleyen varis-i Muhammedi olan velilerdir.

Biz ariflerin yolunu izleyeceğiz. Bütün yollar;

"Şeriat tarikat yoldur varana

Marifet hakikat andan içeri"

Bizim derdimiz marifet ve hakikate ermek. Şeriat ve tarikat, kullanacağımız enstrümanlar, araçlar onlar. Hiç kimse, şunu bilsin ki, şeriat ehli kaldığı sürece, bu, şeriatı geçsin anlamına gelmiyor, kimilerinde olduğu gibi ama şunu bilecek ki, şeriat bir araçtır. Şeriatın araç olduğunu Allah (cc) söylüyor. "feveylünlil musallin" derken o makamı tenkid ediyor ama    "Feveylünlil muhakkikin" demiyor, "tahkik edene yuh olsun" demiyor, "hakikate erenlere yuh olsun" demiyor. Demek ki biz, dini sadece hukuk zannediyoruz; değil... Tarikat, şeriat, bunlar yine esas olacak, ehl-i sünnet olacağız… Ehl-i sünnetiz, hanefiyiz… Bunlar birer araç… Kırk yıl amel işlesen ne olur!.. Kırk yıl başını secdeden kaldırmasan ne olur… Ben nakşibendiyim, ben kadiriyim, ben mevleviyim gibi sözler, Müslümanlarda rozetler var şimdi; bunların hepsi, yeri gelince birer put olabiliyor…

Geçin… Eskiden öyle zatlar vardı ki, tarikatlarının ne olduğunu bilemezdiniz. Muhyiddin-i Arabi bir kitap yazıyor "Ruh'ül Kudüs" adında… Türkçeye de çevrildi. Bu kitapta 300 küsur kendisinden feyz aldığı şeyhleri anlatıyor. 300 zattan feyz alıyor, hem de bunları tek tek sayıyor. Şu, şu, bundan bunu aldım, şundan şunu aldım, şundan şunu okudum diyor. Hiçbirinin de tarikatının adı yok. Şazeli mi, Kadiri mi?.. Tarikatının adını vermiyor... Ama bizde en önce tarikat adı geçiyor. Böylece bölücülük oluyor aslında. Kâmil bir insan bul kardeşim, kâmil olsun, kâmil… Kadiriymiş, nakşibendiymiş, onlar sonradan gelir… Yok, işte annem babam şöyleymiş, ancak öyle olursa kabul edermiş, olmaz öyle şey… Kâmil bir insan buldun diyelim, ona sırt mı çevireceksin!.. Hangisinden bulursan bul, kâmil bir insan bul, eyvallah kardeşim…

FEYZ:

Bu vesileyle İslam dünyasındaki şahsiyet sorunlarına da bir kapı açılır…

Teşekkür ediyoruz.

PROF.DR. MAHMUT EROL KILIÇ: Tabii ki, nerelere ne kapılar açılır…

Ben teşekkür ederim.