Hepimiz öğrenci olmuşuzdur. Öğrenciliğin ne olduğunu da herkes bilir, destekler. Öğrencilik, öğrenci olmak hayatın sadece belli dönemine ait bir duruş da değildir. "Duruş" diyorum, çünkü öğrencilik sıfatlaşınca güzeldir. Bu, size belli dönemlerde sınırlı şekilde verilen eğitimlerden ziyade, sizin istediğiniz zaman istediğiniz dersi alabileceğiniz çok özgür bir iklime kadar geniş bir hareket ve düşünce alanına kavuşmak demektir. Bu kadar geniş bir yelpazede hareket edince, öğrencilikte de hâlî ve zevkî bir taraf var hiç şüphesiz. Sadece maddi değil, özellikle manevi ilimlerde de hissedar olabilmenin bir rüknü de bu olmalı. Hâlî ve zevkî demek nefsin hoşuna giden demek değil tabi. Nefsin hoşuna gitmese de yapılandan geriye kalan ya da sonra gelen yorgunlukla bir arada oluşan manevi bir kazanç hâli bu. Talip olma enerjiniz kadar ele geçen bir güzellik… Öğrenciliği bu anlamda, akılla aşkın yarıştığı bir gayret olarak da düşünebiliriz.
İnsanı öğrenci kılan şey, en zor sınavın yani "imtihan dünyasının" muhatabı olmasıdır. Bu sınav, insanın kendisiyle sınandığı bir sınavdır. Bu öyle zorlu bir sınavdır ki, şu ana kadar insanların kendi kendilerine ürettiği bütün ideolojiler, bu sınavın mantığı karşısında "fıss" etmiştir. Yani yetersiz kalmışlardır. Çünkü bu zorlu yolda yürümek için gerekli azığı insanlığın eline tutuşturamamışlardır. Üretilen her şey doğru yolda yürümeyi kolaylaştırıcı ya da engelleyici bir fonksiyon icra etmektedir. Çünkü bu sınav başlı başına, en mühim ve tek referans noktasıdır. Farklı ideolojilerin elinde esir olan insanların fark edeme-dikleri gerçek budur. Nitekim insanlar kendilerini bu sınavın programına uygun olarak plan-lamazlarsa mağdur olunacak bir sınav programıdır bu. Bu sınavda en sağlıklı duruş, kulluk pozis-yonunu yitirmemeye dayanır. Kulluk pozisyonu ise iyi öğrencilikle eşdeğerdir. Bu sınavda öğrenci olabilmek çok büyük bir imtiyaz nedenidir. Üretilen değerler, bu yolda yürümeyi kolaylaştırıyorsa güzel, zorlaştırıyorsa çirkin ya da gereksiz hükmündedir. Bu sınavın çeldiricisi boldur. İnsan ayağının nerede kayacağı belli olmaz. Yani yollar düz değil, çetrefilli, engebeli ve engellerle doludur. Nerede hangi pateni kullanacağınız, hangi kızakla kayacağınız, nerede ve nasıl fren yapacağınız çok mühimdir. Tüm bu nedenlerle tecrübenin önemi akılla rahatlıkla takdir edilebilir.
Tüm bunlar içinde günümüz insanına yarayacak yani en fonksiyonel olan bilgi, düştüğünde nasıl kalkacağını bilmesine dair olanıdır. Düz yolda yürürken düşenler bir yana bazen öyle derin kuyular vardır ki, yürüyerek ya da sürünerek çıkamazsınız oradan ve zıplamakla çıkılır ancak!... Zıplamayı bilmeniz gerek!.. Tüm bunlara şamil olarak Allah (cc); tövbe gibi bir nimetle her ne halde olursa olsun yollarına devam etme imkânı bahşetmiştir özelde insana, genelde insanlığa… Günaha tabir caizse müslümanın malı diyebiliriz. Çünkü ancak iman ile mümkün günah, yani iman etmeden günaha da düşme hakkınız olmuyor. Önce iman etmek, sonra da günaha düşmek mümkün… Günah bu anlamda "müslümanın malı". İman en önemlisi, imandan sonra ise tövbe esas tutulmuş, çünkü; Hz. Peygamber (sav), "İnsanların hepsi hatalıdır, onların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir." diyerek evrensel bir gerçek ortaya koyuyor. Bu evrensel gerçeğin temelinde ise Allah'ın (cc); "Ey iman edenler, tövbe ediniz!" ayeti yatıyor. İslam âlimleri ya da Kur'an tefsircileri bu ayeti müjde ayeti olarak yorumluyorlar. Nitekim bunu izah sadedinde onlar şöyle diyor: Bu ayette iki müjde var; birincisi tövbe kapısının açık oluşu, ikincisi ise "Tövbe ediniz" dediğine göre demekki Allah(cc) tövbeleri kabul edecek… deniyor. Yine Hz. Peygamber (sav); "Tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir." buyuruyor. Allah(cc); tövbe edenlerin günahlarının sevaba tebdil olacağını beyan ediyor. Muhasebe, murakabe, müşahede zincirinde tövbe giriş kapısı… Onsuz olmuyor. Tövbenin de çeşitleri ve keyfiyeti var. Yürekten yapılanı, sağlam olanı var. Tövbe-i nasuh deniyor. Temelde kalbî bir amel. Nefisle ilgili ilimlerin de giriş kapısı. Maneviyat önderlerinden İmam-ı Şazeli; "Mürşidsiz yapılan amel nefsi kabartır, mürşidle yapılan amel ise nefsi terbiye eder." buyuruyor. İnsanlığa ışık saçan maneviyat kandili büyükler ise; amelin kalpte başlayan enginlik, derinlik ve sağlamlığına işaretle; "Kalbin zerre kadar ameli, zahiri azaların binlerce ameline bedeldir." buyuruyorlar. İlimler hususunda seçici davranan büyükler; "Ahirette dahi insanın işine yarayacak ilim, nefisle ilgili ilimlerdir." buyuruyor ve ilim-âlim ilişkisi içinde "ahiret âlimleri" kavramından bahse-diyorlar.
Gönüller Sultanı bir Veli ise; "İnsanın nefsine sahip çıkması, insanla Allah arasında bir sırdır ve semeresi ahirette görülecek ve anlaşılacaktır." buyuruyor.
Makalemizi Üstad Sezai Karakoç'un Kıyamet Aşısı kitabının Tövbe Kıvamı isimli makalesinden bir paragrafla sonlandıralım;
"Günahların öyle bir özü, cevheri vardır ki, onlar ancak asıl kaynaktan gelen tepkiler ve direnişlerle yok edilebilir, değiş-tirilebilir. Kalbinin bütün samimi-liğiyle Allah'ın önünde yere kapanmış bir müslümanın günahı, ansızın gelen bir şimşeğin yıktığı bir ağaç gibi devrilir, yanar tövbe zamanı. Müslüman da, bu kül yığınının içinden taptaze ve yemyeşil bir bahar sürgünü gibi çıkar ve gider. İşte dönüşsüz tövbe."
Tertemiz bir sayfa açmak için, günde yetmiş defa tövbe eden bir Peygamberin ümmeti olarak, gelin hep birlikte tövbe edelim.