Adalet Anlayışı

 

Bir muhakeme onların çok dikkatini çekti. Hayret içinde kaldılar.

Kadı efendiye bir davacı ve davalı gelmişti. Davacı, şöyle bir mesele arz etti:

"-Efendim, bendeniz bu din kardeşimin falan tarlasını satın aldım. Ekin için çift sürerken, orada altın dolu bir küpe rastladım. Küpü alıp, tarlasını satın aldığım bu kardeşime götürdüm:

"-Buyur, bu senindir; al!" dedim.

O da:

"- Ben bu tarlayı altı ve üstü ile sattım!.. Artık bana helal olmaz!.." deyip kabul etmedi. Hâlbuki toprağın altından bu küpün çıkacağını bilse satmazdı."

Kadı efendi, öbür kişiye söz verdi. O da:

"-Durum aynen kardeşimin arz ettiği gibi vaki oldu. Fakat, ben ona tarlayı satınca, altı ve üstü hepsi içine girer düşüncesindey-dim. Nasıl üstündeki mahsulden bir hakkım yoksa, altındakinden de öyledir!.." dedi.

Papazların hayretle temaşa ettikleri bu durum, kadı efendi için tabii bir hadise idi. İslam'ı hakkıyla yaşayan bir toplum için bu, en tabii bir haldi.

Kadı, bu iki gerçek Müslüman arasında hüküm vermekte güçlük çekmedi. Birinin salih bir oğlu, diğerinin de saliha bir kızı olduğunu öğrenince, ikisine aracı oldu. Tarafeynin rızası ile bu iki gencin nikâhlarını kıydı. O, bir küp altını da, onların düğün ve çeyiz masraflarında harcattırdı.

Burada, yaşanan bir İslam anlayış ve adaleti sergileniyordu.

Papazlar, bütün bunları gezip gördükten sonra, hava kararırken kızlarını bir medreseye gönderdiler. Kızlar, kapıyı açan gençlere:

"-Hava karardı, yolumuzu kaybettik. Bizi bu gece misafir eder misiniz? Çaresiziz..." dediler.

Talebeler, düşünüp taşın-dılar, nihayet kendi odalarını bu iki kıza verdikten sonra, araya bir perde gerip mangal başında sabahladılar. Sabahleyin de kızları yolcu ettiler.

Papazlar, merakla gecenin nasıl geçtiğini kızlarına sordular. Onlar da, olan hadiseyi şöyle anlattılar:

"-Kendi yerlerini bize terk ettiler. Kendileri odanın ucuna çekildiler. Ortadaki mangal ateşini ellerine alıp bırakıyorlar, birbirlerine dehşetle:

"Rabbimiz bizleri cehen-nem azabından korusun! Bizleri, anı istikballe değiştiren ahmaklardan eylemesin!" Diyorlardı.

Bizlere dönüp bakmı-yorlardı bile..."

Bu misal, Osmanlı Devleti'nde iffet ve namusların teminat altında olduğunu sergilemektedir. Lakin böyle misaller çoktur. Mesela, Fatih'in, Bosna fethinden sonra çıkarttığı bir fermanında: "-Sakın ola, Sırp kızları su almak için çeşme başlarına geldiklerinde, askerlerim oralarda bulunmayalar!.." demesi de, imparatorluktaki iffet ve namus teminatının diğer bir tezahürüdür.

Fatih bu fermanı ile hem askerlerini, hem de teminatı altındaki hristiyan tebaanın kızlarının iffetini muhafaza etmiş oluyordu.

Osmanlı ülkesini gezip görmekle vazifeli papazlar, hristiyan mahallelerini de görmeden edemediler.

Fener semtine doğru gezintiye çıktılar. hristiyanlar bile, onların iyi bildiği fetihten evvelki zamana kıyasen değişmiş, sokaklardaki pislik dahi azalmıştı. Artık kimse kimseye zulmetmeye cesaret edemiyordu. Herkes huzur içinde işine devam ediyor, eskisi gibi içip içip sokaklarda nara atarak sarhoş olamıyordu. Fakir hristiyan ailelere bile ev dağıtılmıştı.

Papazlar, bu uzun tetkik ve teftişten sonra izin alıp Fatih'in huzuruna çıktılar. Müşahedelerini bir bir arz edip:

"-Bu millet ve devlet, böyle giderse kıyamete kadar devam eder. Böyle bir ahlâk ve yaşayışa sahip olan insanların dini, elbette hak dinidir." dediler.

Kelime-i şehadet getirip Müslüman oldular.