Tövbe, Rabbimizin her zaman açık olan yüce merhamet ve af kapısı...
İyi ki tövbe var... Bunun için Rabbimize ne kadar şükür etsek azdır.
İmanlı gönüller, şeytanın ve nefsin bitmek tükenmek bilmez hile ve tuzaklarına her yuvarlanışlarında yoksa nereye gidecek, hangi kapıya yönelecekler, nerden medet ve yardım umacaklardı.
Tövbe kapısı, her kapıdan öncedir. Öyle ki, İslam binasının ana giriş kapısıdır tövbe... Küfürden imana, isyandan itaate, gafletten huzura varmak, her türlü günah kirinden temizlenmek isteyenlerin çalması gereken ilk kapı...
Her ibadetten önce ve sonra Tövbe. Kirlenen İslam elbisesinin suyu, sabunu, tövbe... Tükenen sermayelerin yenilendiği, müflis kullara yeni imkânların açıldığı kapı tövbe... Ümitsizliğin ilacı tövbe...
Allahü Teala hazretleri şu mübarek üç aylarda coşan rahmet ve bereketiyle kalplerimizin katılığını gidersin. Bu mübarek aylar hürmetine bizleri gerçek tövbeye yönlendirsin, inşallah...
Kuluz, yaratılışımız gereği hatasız, günahsız olamayız... Bu gerçeği bilmeli ve bunu kesinlikle kabul etmeliyiz... Bu gerçekle beraber günahtan kaçma mücadelesi vermeliyiz. Burası işin püf noktası, imtihan sırrı bu noktada gizli... Aslında insanların büyük çoğunluğu bu inceliği anlayamadıklarından günahlarda takılıp kalıyorlar.
"Bir kul günde yetmiş kere günah işlese, sonra da aynı gün içerisinde yetmiş kerede bu günahları için Rabbine yönelerek tövbe etse, günahında ısrar etmiş sayılmaz." diyor sevgililer sevgilisi Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) bir mübarek hadisinde.
Yukarıdaki inceliği fark edemeyen, anlayamayan bu hadisteki güzelliği nasıl fark edecek...
Bu hadis-i şerif çok kafa karıştırıyor. İyi diyor mümin kardeşim, günah işle işle sonra tövbe et... Bu iş oyuncak mı? Rabbimizi mi kandırıyoruz?
Evet, kardeşim günah işledikçe tövbe edeceğiz ve bu bir kandırmaca da değil, ama önce işin sırrını çözmek kaydıyla... Mesela, ringe çıkıp da rakibinden hiç dayak yemeden maç kazanan boksör nerde görülmüş... Ama maçı kazanmaya, madalya almaya konsantre olmuş bir boksöre rakip mi dayanır? Rakibinden yumruk yedikçe hırslanır, düştükçe kalkar ve en sonunda rakibini yerlere serer ve maçın galibi olur. Sonra alkışlar, taktirler, madalyalar hep onun için, yediği dayakları ne o hatırlar ne de maçı izleyen seyirciler... Geride sadece işin tadını çıkarmak kalmıştır artık. Müminlerin dünyadaki sınavı da aynen böyle bir maça benzer. Rakipleri ise nefsi emmare diye Kuran'da işaret edilen kötü yönleri ve bu kötülüklerini, zaaflarını birer koz olarak kullanarak insanları azdıran şeytan ve taifesidir... Bu işin sırrını çözen bir mümin nefsinden ve şeytan taifesinden ne zaman bir zarar görse, hemen önce Rabbine yönelip tövbe eder, haline pişman olur, sonra da hiç moralini bozmadan günahı ne kadar büyük olursa olsun, hiç utanmadan, ümitsizliğe asla kapılmadan, yukarda örneğini verdiğimiz boksörün inadı ve inancıyla bu dünyadaki sınavını kazanmak üzere mücadelesine devam eder... Eğer tek başına bu amansız rakiplerini yenmekte zorlanırsa teknik yardım alır hocalardan, alimlerden ve özellikle kendi nefislerini terbiye etmeyi başarmış Allah dostları Veli kullardan.
İşte Mürşitlerin önemi de bu örnekle gayet açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu...
"Allah ile kul arasına başka kul girer mi?"
"Kur'an var, Hazreti Peygamber var, mürşide daha ne gerek var !?" diyenlere de, eğer anlayabilirlerse bu örnek iyi oldu...
Bir boksör ne kadar kabiliyetli olursa olsun ve geçmişte yaşamış ünlü boksörlerin taktik ve tekniklerini ne kadar bilirse bilsin, yine de bir hocadan yardım almaktadır... Çünkü aklın gereği budur... Kim böyle bir yardımı reddederse Allah yardımcısı olsun, işi zordur... Bunun şer'i bir dayanağı da yoktur... Aksine:
"Allah'a yaklaşmaya vesile, sebep arayınız ." ayeti ile âlimlerin, mürşitlerin yardımını aramaya teşvik vardır... Rabbimizin açık uyarısı ortada dururken o bu uyarıyı bir şekilde anlamamış veya değişik yorumlara girmişse neticesine de katlanmak zorundadır. Hani her zaman deriz ya, imtihandayız; bu da imtihanımızın bir parçası... Allah anlayış versin, kuru iddia ve inatlardan cümlemizi korusun.
Bizlere soruyorlar ki her türlü günahın tövbesi oluyor mu?
Kardeşlerim günümüzün insanları geçmiş ümmetlerin cümle günahlarını bir gecede işlemektedirler. Gerçekten günah işleme konusunda müthiş bir korkusuzluk ve umursamazlık fertleri istila etmiş durumdadır. Ama Kur'an ve hadislere göz atan bir Müslüman görecektir ki. Bu fütursuzluğun cezası daha ahirete gitmeden bizlere kesilmektedir...
Günahların yaygınlığı, beraberinde toplumu hangi noktalara getirmiştir. Bunu medyadan üzüntü ile takip etmekteyiz. Hırsızlık, kapkaç, adam öldürmeler, uyuşturucu, tiner bataklığındaki çaresiz çocuk ve gençler, zinanın yıktığı evlilikler, homoseksüelliğin elinde asaletini, gururunu, iffetini ve kendine saygısını yitirmiş zavallı insancıklar... Faizin harab ettiği ticaret hayatı, ortalığı saran işsizlik ve bereketsizlik ve daha neler neler... Bunların hepsi günahları-mızın bir faturası olarak önümüzde durmaktadır.
Şunu unutmamak gerekir ki Allahü Teala, kendisine şirk koşulması hariç bütün günahları affedeceğini birçok ayet ve Efendimizin(s.a.v.) hadisleri vesilesiyle bildirmiştir. Ben çok zina ettim, ben çok adam öldürdüm veya ben homoseksüelim benim tövbem olmaz sözleri şeytanın aldatmacasıdır. Zira geçmiş ümmetlerin haberlerine Kur'an'da sıklıkla yer verilir. O ümmetler de bu günahlara aynen müptela idiler. Mesela; Lut kavmi zamanında homoseksüellik yaygındı. Allahü Teala Lut Peygamber aracılığı ile onları tövbeye davet etti. Ama onlar tövbeye yanaşmadılar. Bütün günahları böyle değerlendirebiliriz. Ve önümüze büyük bir rahmet sofrası açacak olan onbir ayın Sultanı Ramazanı vesile ederek, onun feyz deryasında ruhlarımızı tövbelerle yıkayabilir ve annemizden doğduğumuz gibi günah kirlerinden temizlenebiliriz.
Can gırtlağa gelene, Azrail göğsümüze çökene kadar beklemeyelim, çünkü bu gafletin faturası hiçbir canın dayanamayacağı kadar acıdır.
Allah'a(C.C) emanet olun...