Efendimizin Hoşgörüsü

 

Peygamber Efendimiz, bir şey öğreteceği veya öğütleyeceği zaman, önce karşısındakini tatlı dille yumuşatır, gönlünü kazanır, sonra söyleyeceğini söylerdi. Böylece muhatap söyleneni dinlemeye hazır hâle geldiği için  konuşmaları etkili, daveti başarılı olurdu.Örnek alınması anlamında şu hadiseyi ibretle okuyalım derim..

 Bir gün Allah Resûlü’nün huzuruna bir genç gelmişti. Bazı rivâyetlerden bu gencin isminin Cüleybib olduğu anlaşılmaktadır. Bu genç gelir ve: “Ya Resûlâllah!, zina için bana izin ver, çünkü tahammül etmem mümkün değil.” der. Orada bulunanların reaksiyonu çeşitli olur. Kimisi o gencin ağzını kapamak ister ve “Resûlüllah’a karşı böyle terbiyesizce konuşma!” imasında bulunur. Kimisi onun eteklerinden tutup çeker. Kimisi de suratına bir tokat vurmak niyetindedir. Ama, bütün bu olumsuz davranışlara sadece şanı yüce Nebi, şefkat peygamberi ve merhamet abidesi, susar. O genci dinler, sonra da yanına çağırır, dizlerinin dibine alır ve oturtur. Buraya kadar olan muamelesiyle zaten onu büyülemiştir... Sonra bu gence sorar: 

— Böyle bir şeyin senin annenle yapılmasını ister miydin?

— Anam babam sana feda olsun Ey Allah’ın Resûlü, istemezdim.

— Hiçbir insan da, annesine böyle bir şey yapılmasını istemez.

— Senin bir kızın olsaydı, ona böyle bir şey yapılmasını ister miydin?

— Canım sana feda olsun Ya Resûlâllah, istemezdim.

— Hiçbir insan da, kızı için böyle bir şey yapılmasını istemez.

— Halanla veya teyzenle böyle bir şey yapılmasını ister miydin?

— Hayır, Ya Resûlâllah, istemezdim.

— Kız kardeşinle bir başkasının zina yapmasını ister miydin?

— Hayır, hayır, istemezdim.

— Hiç kimse de, halasıyla, teyzesiyle ve kız kardeşiyle zina edilmesini istemez.

İşte bu şekilde akıl ve mantık yoluyla Resûlüllah, genci ikna etmiş ve elini bu gencin göğsüne koyarak şöyle dua etmiştir: “Allahım, bunun günahını bağışla, kalbini temizle ve namusunu muhafaza eyle.” – (Ahmed b.Hanbel, age., V, 256-257.)

Anlatıldığına göre, Cüleybib, bu duadan sonra iffet abidesi hâline gelmiştir. Fakat daha önceki hayatı bilindiği için, hiç kimse ona kız vermemektedir. Sonunda Allah Resûlü, araya girer ve Cüleybib evlenir. Evlendikten sonra katıldığı ilk muharebede şehit düşer. Muharebe sonunda Allah Resûlü, etrafındakilere sorar: “Hiç eksiğimiz var mı?” Cevap: “Yok ya Resûlâllah, hepimiz tamamız.” derler. Ama Allah Resûlü: “Benim bir eksiğim var.” der ve evlâdını yitirmiş, üzüntülü, yüreği yaralı bir baba gibi Cüleybib’i arar.. arar ve bir yerde bulur. Yedi kâfirin yanında, üstü başı kanlı, her yeri yara içinde ve elinde kılıcı şehit olmuştur. Resûlüllah (s.a.s), Cüleybib’in başını dizine koyar ve şöyle buyurur: “Allahım, bu bendendir, ben de ondanım.” - Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, 131.

Bu hususta başka bir örnek daha zikretmek istiyoruz. “Yine bir gün Peygamberimiz, sahabeyle birlikte Mescid-i Nebevî’de sohbet ederlerken bir bedevî çıkageldi. İhtimal Hz. Peygamber’e bir şeyler sorup öğrenecekti. Fakat bu adam, gitti ve zemini toprak olan mescidin bir tarafına idrar etmeye başladı. Oradakiler, dur, yapma diyerek adama engel olup onu dövüp mescitten uzaklaştırmak istediler. Allah Resûlü: “Adamı bırakın, ihtiyacını gidersin.” buyurdu. Adam, ihtiyacını giderdikten sonra Resûlüllah Ashabına: “Gidin bir kova su getirip idrarın üzerine dökünüz; su, o pisliği alıp götürür, orası da temizlenir.” buyurdu. Ashaptan birine de o bedevîyi çağırmasını istedi. Bedevî yanına gelince dizlerinin dibine alıp oturttu. Gâyet yumuşak bir lisanla mescidin fonksiyonunu ona şöyle anlattı: “İdrar ve pislik cinsinden şeyler bu mescitlere yakışmaz. Buralar, ancak, Allah’ı anmak, namaz kılmak ve Kur’ân okumak için yapılmıştır.”- Müslim, Kitabu’t-Tahara -Adam, yaptığı hatayı anlayarak mahcubiyet içinde kalkıp gitti. 

Ashabının şaşkın bakışları üzerine Allah’ın Resûlü bakınız ne dedi: “Öyle şaşkın şaşkın yüzüme bakmayınız. Sizin yapmak istediğinize elbette müsaade edemezdim. Çünkü ben, kolaylaştırıcıyım, güçleştirici olarak gönderilmedim.”- Buhârî, Vudu’, 58; Müslim, Tahâre, 98.-

İşte bu olayda görüldüğü gibi, Peygamberimiz, bu kişiyi azarlamamış, ona hakaret etmemiş, bilakis işini bitirinceye kadar rahatsız edilmesine engel olmuş, sonra da onu küstürmeden doğruyu öğretmiştir. 

Hz.Peygamber hoşgörüsüyle insanların kalplerini kazanır, nefret ettirmezdi. O etrafına hoşgörülü ve yumuşak davranan birisiydi. Bağırıp çağırmaz, kimseyi incitmezdi. Ziyaretine gelenlere ikramda bulunur, gerektiğinde üzerine oturmaları için kendi elbisesini yere sererdi.

Sahabeyi hoşlanacakları en güzel isimleriyle çağırır ve onların sözünü kesmezdi. Herkese şefkat, merhamet ve acıma hisleriyle dolu olduğu ayetlerle tescil edilmiştir. Nitekim bu özelliği Kur’ân’da “Allah’ın rahmetinden dolayı Ey Muhammed sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet, onlara bağışlanma dile...” - Al-i İmran, 3/159.- şeklinde ifade edilmektedir. Şâyet, Hz.Peygamber yumuşak tabiatlı, güzel ahlâklı, halim ve müsamahakâr olmasaydı, insanlar muhakkak etrafından dağılıp giderlerdi.

Bu itibarla din hizmetinde bulunan kimselerin yumuşak, sakin ve tatlı bir üslûp ile konuşması gerekir. Sert ve kırıcı konuşmalar, nefret ve düşmanlığa sebep olur. Bu durum insanları karşı koymaya ve inatlaşmaya götürür. İnsan fıtratı gereği kabalık ve sertlikten hoşlanmaz. Onun yüce,ahlakıyla ahlaklanabilmek duasıyla Allah'a emanet olun.