Ehlibeyt Kavramı

Sait Arvas Uzun Köprü Müftüsü

Kavram kargaşasının en yoğun bir şekilde yaşandığı günümüzde, özellikle dînî muhtevâlı kavramların izahında naklî delilleri esas almanın önemi büyüktür. 

Müslümanların gündeminden hiçbir zaman düşmeyen ve düşmeyecek olan temel kavramlardan biri de "Ehl-i Beyt" kavramıdır. Bu itibarla Ehl-i Beyt'i tanımaya ve onlara karşı mesu'liyetimizin ölçüsünü ve takınmamız gereken tavrımızı  bilmekle mükellefiz.

Kur'an-ı Kerim'de ve Hadis-i Şeriflerde medhu senâ edilen Resulullah'ın akrabasına (Ehl-i Beyt'e), Asr-ı Saadet'ten günümüze kadar, müslümanlar sevgi ve saygıda bulunmuşlardır. Zaman zaman sahih naklî deliller dikkate alınmadığı için bazı siyâsi mülahazaların da  te'siri ile bu konuda yanlışlıklar yapılagelmiştir. Ancak genelde müslümanlar Ehl-i Beyt'e sevgi ve saygıyı, imanlarının gereği ve Peygambere bağlılığın bir icâbı olarak kabul etmişlerdir.

 Âl-i Muhammed, Âl-i Nebî, Âl-i Resûl, Âl-i Abâ:

Arapça bir kelime olan "âl" : kişi-nin bizzat kendisi, âilesi, taraftarları, nesli anlamına gelir.(15) Âl kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de şahıs isimlerine muzaf olarak çeşitli terkiplerde geçmektedir. (Âl-i Ya'kub, Âl-i Imrân, Âl-i Fira'vn gibi) Buralarda âl, bu şahısların kavmini,  taraftarlarını ve kendilerine tabi olanları ifade eder. Hadislerde de bu anlamıyla âl, çokça geçmektedir. Özellikle meşhur kim-selere inanç, fikir, kültür, idaresinde bulunma gibi bağlarla irtibatlı olanları belirtmek için kullanılan âl kelimesi, İslâm tarihinde: Âl-i Muhammed, Âl-i Nebî, Âl-i Resûl ve Âl-i Abâ gibi terkiplerle, Hz.Peygam-berin yakın akrabalarını ve onların neslinden gelenleri ifade eden meşhur tabirler olarak kullanılmış-tır.(16)  

Bu tabirler günümüzde de hemen hemen bütün İslâm aleminde bu anlamda kullanılmaktadır.

Âl-i Abâ tabiri, daha hususi bir manada; Hz. Peygamberin akrabasın-dan belli kişileri ifade eder. Ümmü Seleme'den rivayet edilen bir hadis-i şerife istinaden Âl-i Abâ ile: Hz. Peygamber, Ali, Fâtıma; Hasan ve Hüseyin kasdedilmektedir. Nitekim sözkonusu rivayette şöyle denilmek-tedir:

Ümmü Seleme'den şöyle rivayet edilmiştir: 

"Resulullah (s.a.v.) bir defasında Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin'i, üzerinde bulunan abâ ile sardı ve:"İşte bunlar benim Ehl-i Beyt'im-dir, Allahım, bunlardan kötülüğü gider ve tertemiz eyle" (17) buyurdu.

Hz. Ali'den gelen bir rivayet de şöyledir:

"Resulullah, üzerinde siyah (yünden) nakışlı bir örtü olduğu halde (evden) çıktı. O sırada Hasan geldi, onu örtüsünün altına soktu. Sonra Hüseyin geldi, onu da örtünün altına soktu. Sonra Fâtıma geldi, onu da örtünün altına soktu. Derken Ali de geldi, onu da hakeza örtünün altına soktu. Sonra da Resulullah: "Ey Ehl-i Beyt, Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz kılmak istiyor" (ayetini) okudu."(18)

İşte bu mefhumda muhtelif tariklerle rivayet edilen hadis-i şeriflerde geçen kisâ, abâ anlamında olduğu için,  Hz. Peygamberle birlik-te abâya bürünenlere Âl-i Abâ denmiştir. Bunlar sayıca beş kişi olduklarından (Hz. Peygamber, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin) kendileri: Hamse-i Âl-i Abâ, Pençe-i Âl-i Abâ olarak da anılmışlardır.(19) Aynı zamanda bu rivayetlere istinaden Ehl-i Beyt'in de bunlardan ibaret olduğu görüşünde olanlar da vardır.(20) 

Peygamber'in Akrabası (Itret)

Kişinin nesli, ailesi, aşireti anlamına gelen bu tabîr(21) özel olarak Hz. Peygamber'in akrabası, nesli (Ehl-i Beyt'i) için de kullanıl-mıştır. Resulullah (s.a.) hadis-i şerîflerde kendi akrabası ve nesli anlamında bu tabiri ifade etmiştir. Nitekim Zeyd b. Erkam'dan gelen bir rivayette Resulullah'ın şöyle dediği bildirilmiştir: 

"Haberiniz olsun, size iki ağırlık bırakıyorum. Bunlardan biri Allahu Tealanın kitabıdır. O, Allah'ın ipi olup, kim ona tutunursa hidayet üzere olur, kim de onu terkederse dalalete düşer. İkincisi ıtretim, Ehl-i Beyt'imdir."(22)

Hz. Peygamberin ıtreti denilince, meşhur olan görüşe göre kastedilen, zekat ve sadaka almaları haram olan Ehl-i Beyt’idir. Bunlar Enfal suresinde zevu'l-kurbâ tanımlanmasıyla zikre-dilen(23) ve  kendilerine humus verilen yakınlarıdır.(24)

KUR'AN-I KERİM'DE EHL-İ BEYT

Kur'an-ı Kerim’de Ehl ve Beyt kelimeleri birçok ayette geçer. Genellikle bu ayetlerde ehl, sahib, taraftar gibi sözlük anlamında kullanıldığı gibi, bir dine yahut peygambere inananlar, zevce anlamında da kullanılmıştır. Beyt ise, ev, Allah evi (cami) ve aile manalarında kullanılmıştır. Ehlü'l-beyt terkibi ise üç ayette geçmek-tedir. Bunlar Hud 73, Kasas 12 ve Ahzab suresinin 33. ayetleridir. Bu ayetlerden Hud 73. ayette Hz. İbrahim'in Kasas 12. ayetinde Hz. Musa'nın Ahzab 33. ayetinde ise Hz. Peygamberin  hanımları ve ev halkı kasdedilmiştir.(25)

Kur'an-ı Kerim'de Ehl-i Beyt'in zikredildiği ayetler

Kur'ân-ı Kerim'de sarâheten veya işârî olarak Ehl-i Beyt'i ifade eden belli başlı  beş âyet-i kerime dikkat çekmektedir.(26)

Bu ayet-i kerimeler: Şûra suresi 23, Ahzâb suresi 33, Tûr suresi 21, Kehf suresi 82 ve Ra'd suresi 23. âyetleridir.

Ancak bu âyet-i kerimelerden en fazla Şûra suresinin 23. ayeti ile Ahzab suresinin 33. ayeti mevzumu-zu yakından ilgilendirmektedir. Bu itibarla sözkonusu bu iki âyet-i kerimenin tefsirlerde geçen izahları üzerinde kısaca duracağız. Öncelikle Şûrâ suresinin 23. ayeti ve bununla alakalı izahları ele almak istiyoruz. 

 "(Ey Resulüm) de ki: Ben, buna karşılık (bu tebliğimden dolayı) sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz..."(27)

Hz. Peygamberin Ehl-i Beyt'i hakkında, tarih boyunca en çok gündeme getirilen âyet-i kerime-lerden biri Ahzab suresinin 33. ayetidir. Ehl-i Beyt'e muhabbet, Ehl-i Beyt'in hukukuna riâyet ve Ehl-i Beyt'in fazileti noktasında delil olarak başvurulan ve tarihi vesikalarda bu manada en çok karşılaşılan yine bu âyet-i kerimedir.

Bu ayet-i kerimenin tefsirinde genel olarak üç ayrı görüş vardır. Bunları kısaca özetlersek: Birinci görüşe göre, bu âyet Mekkîdir. Mekke'li müşriklerle alakalıdır. Hz. Peygamber'e, risâleti tebliğ sürecinde  Mekke'li müşrikler büyük eziyet ettiler. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Buna göre ayette mefhum olarak: Resulullah'ın  (s.a.) kavmine şöyle söylemesi emredildi:

 "Ben, size tebliğ ettiğim risâle-time, beşaretime ve bu ikisinden başkası için sizden bir ücret, bir menfaat, bir karşılık, yani mal, mülk, makam istemiyorum. Ancak size karabetimden, akrabalığımdan dolayı, meveddetinizi, sevginizi, lütufkârlığı-nızı, hukukuma riayet etmenizi isti-yorum" buyurulmaktadır.(28)

Bu ayetin tefsirine dair ikinci görüşte ise şu yorumlar yapılmıştır:

  Ayetindeki (kurba) neseb yakınlığı değil "kurbet" kökünden gelen, Allah'a yakınlık manasınadır. Buna göre sözkonusu ayete şöyle mana verilmiştir:

"Sizden  tebliğ ve risaletime karşı-lık bir ücret istemiyorum, Ancak  Allah'a meveddet, hâlis bir sevgi, yakınlık gösterin yeter. Bu da ancak amel-i salih ile mümkündür."(29)

Bu izaha göre ayetin muhatabları müminlerdir. Daha kapsamlı olarak herkese şâmil bir mana ifade eder. Ayrıca Resulullah'ın akrabasına sevgiyi de  gerektiren bir anlamı vardır. Çünkü Allah'ı sevmek, binnetice Resulullah'ı sevmeyi iktiza eder. Resulullah'ı sevmek ise akrabasının da özellikle sevilip sayılmasını gerektirir.(30)

Bu ayetin tefsiri-ne dair üçüncü gö-rüş olarak da şu yorumlar yapılmış-tır:

Ayette geçen     kavli: "Bana hı-sımlığı olanları, yani  akrabaları-mı sevmenizi isterim" demektir. Çünkü lügatta  "kurba"; karabet, yani nesepte yakınlık olarak açıklanmakta-dır. Nitekim   yani, onlar nesepçe , soyca akrabamdır, denilir.(31) 

Bu durumda âyetin muhatabları özelde ashab, genelde bütün mü-minlerdir. Buna göre âyetin manası şöyledir:

"Ey Muhammed, sana tâbi olan müminlere de ki, size getirdiğim, tebliğ ettiğim bu ilâhî esasların karşılığında hiçbir şey istemiyorum. Ancak, bana karabeti olanları yani akrabamı sevmenizi isterim."(32)

 

Ehl-i Beyt için  kullanılan bazı terimler:

Ehl-i Beyt için kullanılan muhtelif terimler vardır. Bu terimlerin hemen hemen hepsi bütün İslâm aleminde öteden beri kullanılagelmiştir. Ancak bunların en yaygını "seyyid" ve "şerif " tabirleridir. Özellikle seyyid çok daha meşhûr olmuş ve günümüzde de Ehl-i Beyt mensubları için en çok seyyid tabiri kullanılmaktadır.

Bu itibarla öncelikle seyyid ve şerif tabirleri üzerinde kısaca duracak daha sonra da diğerlerine işaret edeceğiz.

Seyyid, Şerif: Hz. Peygamberin kızı Hz. Fâtıma'dan olma sevgili torunları Hasan'ın neslinden gelen-lere "Şerîf" Hüseyin'in neslinden gelenlere de "Seyyid" denilmiştir. (10)

Şerif, lügatte; yükselmek, üstün olmak manasında feîl vezninde arapça bir tabir olup, çoğulu "eşrâf"   ve "şürefâ" gelir. Aynı zamanda ictimâi mevkii yüksek olanlara veya tanınan meşhur aile reisleriyle bir memlekette söz sahibi nüfuzlu kimselere de şerif kelimesinin çoğulu olan eşrâf denilmiştir. Günümüzde de bu manada aynı tabir kullanıl-maktadır.

Hz. Peygamberin Ehl-i Beyt'ine mensub olanlara ve hatta Hâşimî denilen Peygamberin ceddinden gelenlere de "Eşrâf" denilmiştir.(11) Ancak bu ünvan, hicri dördüncü asırda ve Abbasiler zamanında Ensâb Nikâbeti ismiyle yalnız; Âl-i Ebu Tâlib, yani Hz. Ali evladıyla, Âl-i Abbas, yani Hz. Peygamberin amcası Abbas bin Abdulmüttalib'in evladına tahsis edildi. Fâtımiyye Devleti zamanında Mısır'da şerif ünvanı hem Hasan, hem de Hüseyin efendilerimi-zin evladları için kullanılmıştır. Daha sonraları Hz. Hasan evladına "Şerîf", Hz. Hüseyin evladına da; "Seyyid" denilmesi yaygın hale gelmiştir. (12) 

Seyyid, lügatte; efendi, ulu, bü-yük, ağa, ileri gelen, başkan mana-larına gelir. İslâm tarihinde seyyid tabiri, Hz. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin'in neslinden gelenlere tahsis edilerek kullanılagelmiştir. Dolayısıyla seyyid, ıstılahta; Hz. Hüseyin'in neslinden gelenlere verilen bir isim, bir sıfat olmuştur.(13)

Seyyid tabiri sonraki tarihlerde daha umumi bir manada kullanılarak; küçüğün büyüğe saygı ve ta'ziminin bir ifadesi olmuştur. Böyle olmakla beraber, İslâm memleketlerinin ekserisinde bu ünvan, hem Hz. Hasan'ın soyundan gelenleri (Hasenî), hem de Hz. Hüseyin'in soyundan gelenleri (Hüseynî) ifade eden bir alem, bir ortak sıfat olmuştur. Yani çoğu defa "Seyyid" tabiri, şerifleri de içine alacak tarzda daha umumi bir manada kullanılmıştır. Bu itibarla Ehl-i Beyt mensupları için "Seyyid" tabiri daha çok iştihâr etmiş ve daha çok kullanılagelmiştir. (14) Günümüzde de "Seyyid" denilince Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in soyundan gelenler, yani mutlak olarak Hz. Peygamberin nesli kastedilmektedir.

 

EHL-İ BEYT SEVGİSİ

Kur'an-ı Kerim'de ve Hadis-i Şeriflerde medhu senâ edilen Resu-lullah'ın akrabasına (Ehl-i Beyt'e), Asr-ı Saadet'ten günümüze kadar, müslümanlar sevgi ve saygıda bulun-muşlardır. Zaman zaman sahih naklî deliller dikkate alınmadığı için bazı siyâsi mülahazaların da  te'siri ile bu konuda yanlışlıklar yapılagelmiştir. Ancak genelde müslümanlar Ehl-i Beyt'e sevgi ve saygıyı, imanlarının gereği ve Peygambere bağlılığın bir icâbı olarak kabul etmişlerdir.

Resulullah'ın (s.a): "Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız, hidâyete kavuşursunuz" diye tavsif buyurdukları Eshab-ı Kirâm, her mes'elede olduğu gibi, Ehl-i Beyt'e karşı tutum ve davranış-larında da nümune-i imtisal olmuş-lardır. Onlardan sonra Hulefâ-i Râşidîn ve mezheb imamları başta olmak üzere Ehl-i  Sünnet alimlerinin ve önderlerinin  hepsi Peygamber akrabasına tazim ve hürmetin, Pey-gambere hürmet manasına geldiğini  vurgulamışlardır. Ehl-i Beyt'e muhab-betin, Allah'a ve Resulü'ne muhabbe-tin vesilesi olduğu gerçeğini her fırsatta söz ve fiilleri ile  tebliğ etmişlerdir. Bununla birlikte, bu sev-ginin,  İslâm'ın genel esasları çerçe-vesinde, ifrat ve tefritten uzak, Allah ve Resulü'nün râzı olacağı bir tarzda olması gereğine de önemle işaret etmişlerdir.

Anadolu Selçukluları ve sonrasın-da Osmanlılar Selef-i Salihin'in yolunu takib ederek Ehl-i Beyt'i, Risalet ağacının semeresi ve Resu-lullah'ın ümmetine emaneti olarak kabul etmişlerdir.

Bu çerçevede özellikle Osmanlılar, çeşitli müesselerle,  özel kanun ve uygulamalar ile Peygamber nesline tarihte eşine ender rastlanan bir muhabbet ve alakayı göstermişlerdir.

Ehl-i Beyt sevgisi,  ifrat ve tefrit-ten uzak, emrolunduğu çerçevede olduğu müddetçe, müslümanların İslam ile olan bağlarının güçlenme-sinde ve manevi bütünlüklerinin sağ-lanmasında en önemli faktörlerden biri olmaya devam edecektir.

Tarihte ve hatta  günümüzde Ehl-i Beyt sevgisi  zaman zaman ifrat ve tefrit derecesinde yanlış değerlendir-melere ve istismara vesile olmuştur. Kimileri Ehl-i  Beyt'e muhabbet ve bağlılık adına birçok sahâbîye buğz  ve iftiraya varacak derecede büyük bir hata ve çıkmaza düşerken, kimileri de değişik siyasi mülahazalar ve  şahsi çıkarlar neticesinde  o pâk nesle hakaret ve zulüm  yapacak  kadar ileri gitmişlerdir. 

Müslümanların manevi bütünlü-ğünü sağlamada en önemli dinamik-lerden biri  olan Ehl-i Beyt sevgisini, ayet-i kerimeler ve özellikle Ehl-i Beyt'in mümessili olan Hz. Muham-med'in (sa), konu ile alakalı hadisleri çerçevesinde ana hatlarıyla ele alınmanın çok  faydalı olacağı kanaa-tindeyim. 

Ehl-i Beyt sevgisinin bütün müslümanların asla vazgeçemeye-cekleri ortak bir paydası olduğu ger-çeğini ve bu sevginin ifrat ve tefritten uzak, emrolunduğu çerçevede olması gereğini öncelikle belirtilmesi gerekir.         

Ehl-i Beyt'i ne için ve nasıl sev-memiz gerektiğini Hz. Peygamber'in sünnetinden ve onu doğru yorumla-yan İslam alimlerinin değerlendirme-lerinden öğreniyoruz. İlâhî emirlerin anlaşılması ve doğru tatbiki için de esas olan budur.  Ölçü bu olduğu takdirde ifrat ve tefritten uzak sağlıklı bir neticeye her meselede ve her zaman ulaşmak mümkündür. 

Hadislerde Ehl-i Beyt’i sevmemizi emreden ve buna teşvik eden riva-yetler çoktur. Bu rivayetler iki ana çerçevede değerlendirilebilir:

1- Allah ve Resulü'ne itaatın gereği ve O Resul’ün ümmeti üzerine vacib olan, Peygamber'in hakkı olarak Ehl-i Beyt'i sevmenin lüzumuna dair hadisler.

2- Hz. Peygamber biz ümmetinin daha çok sevap kazanmasını her zaman arzu etmişlerdir. Bütün hayatı boyunca, inananları Allah'ın rızasına yöneltip  bu rızaya vesile olan hayırlı amelleri teşvik etmişlerdir. Allah Resulü'nün ümmetine karşı çok şefkatli olduğunu bizzat Allahu Teala Kur'ân-ı Kerim'inde bildirmiştir. Nitekim Tevbe suresinin 128. ayetinde :"And olsun, size, içinizden bir Peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. O size çok düşkündür; müminlere çok merhametlidir, onlara hayır diler," buyrularak bu gerçek en beliğ bir şekilde beyan edilmiştir.

Bir hadis-i şerifte de Peygamber Efendimiz, biz ümmetine duyduğu engin şefkatinin bir ifadesi olarak şöyle buyurmuşlardır:

 "Benim ve sizin durumunuz, ateş yakıpta, ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca, onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya, ateşe girmeye çalışıyor-sunuz." (Peygamberimizden Hayat Ölçüleri (Riyadu's-Salihin  Terceme ve Şerhi), I, 571)

İşte bu çerçevede Allah ve Resulünün rızasına ve sevgisine götüren vesilelerden ve hayırlı amellerden biri olan Ehl-i Beyt'i sevmek hususu, hadislerde emredilip teşvik edilmektedir.