Fatih’in hocası, devrinin önde gelen şeyhlerinden, İstanbul kuşatmasının en sıkıntılı anlarında hükümdar ve ordusuna maddi ve manevi destekleriyle tanınan Akşemseddin’in asıl adı Şemseddin Muhammed’dir. Halk arasında “Ak Şeyh” olarak tanınan Akşemseddin, 792(1390) yılında Şam’da doğdu. Ulema ve şeyhlerden meydana gelen nesebi, Hz.Ebubekir’e(ra) kadar uzanır.
7 yaşına kadar ailesiyle birlikte Anadolu’ya gelerek Amasya’da yerleştiler. Burada hafızlığını tamamlayıp devrinin önde gelen ilim merkezlerinden olan Amasya medreselerinde kuvvetli bir eğitim gördü. Din ilimleri yanında tıp ilmini de elde etti. “Tabib-i ebdan” oldu. Osmancık medresesinde müderrisliğe başladı. 25 yaşlarında “ilm-i batın lezzeti dimağından gitmediği için” bir şeyh arayarak sonunda Hacı Bayram Veli’ye intisap etti. Sıkı bir riyazat ve mücahede içinde geçen kısa bir seyr-i süluk devresinden sonra şeyhinin açık takdirleriyle hilafet aldı. Ankara Hacıbayram Camii bodrumunda halen mevcut olan halvet hücresinde geçirdiği bu manevi tekamül devresi onun “tabib-i ervah”(ruhların tabibi) olmasıyla neticelenmiş, böylece dini ilimleri (ilm-i şeriat), tıp, tasavvuf ve tarikat ilmini(ilm-i marifet) de elde etmiştir. Ak Şeyh artık zü’l-cenaheyn’dir. Yani tabib-i ebdanlığının yanında tabib-i ervah’dır.
Şeyhinden ayrıldıktan sonra daima kalabalıklardan, şöhretten kaçan Ak Şeyh önce Beypazarı’nda oturdu. Burada etrafına toplanan kalabalıktan uzaklaşmak için Çorum-İskilip civarında Kösedağı’ndaki Evlek köyüne çekildi. Bir süre sonra bir mescit ve değirmen inşa ettirdiği Göynük’e yerleşti. Artık burası onun ikinci ve asli vatan olacaktı. Şeyhi Hacı Bayram’ın vefatından sonra yerine irşad makamına geçti(833/1429-30).
Ak Şeyh’in Fatih’le münasebeti Hacı Bayram’ın II. Murad’la münasebetleri zamanında başlamıştır. Rivayete göre İstanbul’un fethinin kendisine müyesser olmasını arzu eden ve Hacı Bayram’dan bu hususta yardım talep eden Padişah’a Hacı Bayram Veli, müridi Akşemseddin ile (rivayete göre) beşikteki Fatih’i göstererek: “Bu nasib bizim köse ile senin mahdumundur” demek suretiyle fetih müjdesinin iki kutlu erini keramet göstererek açıklamıştır. Bu kader birliğinin, şeyh-mürid ilişkisinin ne zaman başladığı bilinmemekle beraber Ak Şeyh, tahta geçtikten sonra iki defa Fatih’in yanına, Edirne’ye gitmiş, ilkinde kazasker Çandarlıoğlu Süleyman Çelebi’yi, ikincisinde ise Fatih’in kızlarından birini tedavi ederek iyileştirmişti.
Fatih, İstanbul muhasarası için ordusuyla Edirne’den yola çıkınca Akşemseddin, Akbıyık Sultan ve devrin diğer tanınmış şeyhleri de müridleriyle ona katıldı. Bu mana erleri arasında Akşemseddin’in bulunması gerek Fatih’in, gerekse ordunun maneviyatı üzerinde çok etkili olmuştur. Uzayan kuşatmanın en sıkıntılı anlarında zaferin yakın olduğu müjdesiyle sabredip gayret göstermesi için Fatih’e yazdığı mektuplar birer fetihname kabul edilecek vasıflardadır.
Ak Şeyh’i Fatih’in gözünde olduğu kadar asırlardan bugüne yücelten Peygamber efendimiz Hz. Muhammed(sav) müjdesi ve duasına nail en büyük askerin hocası oluşu kadar, Ayasofya’da kılınan ilk fetih Cuma’sında hutbeyi okuması ve Eyüp Sultan’ın kabrini keşfederek Fatih’in torunlarına müebbed bir fetih hediyesi ikram etmesi olmuştur.
Fetihten hemen sonra kiliseden çevrilen Zeyrek Camii’nde oturarak orayı medrese halinde kullanması, ilim tahsilinin mezara kadar devam eden bir uzun yol olduğunun bilinciyle hareket ettiğinin göstergesi olmuştur.
Nihayet Fatih’in tac ve tahtı terk ederek Şeyh’e teslim olma arzusunu savuşturmak, onu kendi nefsi yerine ümmete hizmet etmeye yöneltmek için sessiz sedasız İstanbul’dan kayboluş, Gelibolu üzerinden Göynük’e dönüş…
Sultan’ın, arkasından gönlünü alması için gönderdiği hediyeleri reddettiği gibi, Göynük’te yaptırmak istediği cami ve tekkeyi de kabul etmeyerek sadece halkın istifadesi için bir çeşmeye razı oluş..
O artık vatan-ı sanisinde asli vazifesiyle meşguldür. Tıpkı Fatih’i de asıl vazifesiyle başbaşa bıraktığı gibi…
Talebeler halifeler yetiştirir, kendisinden sonra nöbeti devralmaları için. 863 Rebiülahiri (Şubat 1459) Akşemseddin’in ebedi hayata doğuşudur. Göynük’te halen mamur olan türbesi vefatından 5 yıl sonra yapılmıştır. Ahşap sandukasının üzerine hakkedilmiş yazı da oğullarından iyi bir hattat olan Mehmed Sadullah’a aittir. 7 oğlundan Hamdullah Hamdi hey’et , nücum ve musıki dallarında ileri derecede bilgi sahipi olup aynı zamanda devrin önde gelen şairlerindendir.
İyi bir hekim olduğu anlaşılan Akşemseddin, tıp tarihinde mikrop fikrini ilk kez ortaya atmış ve hastalıkların bu yolla bulaştığını belirtmiştir. Hem de bu alanda eksik bilgiler veren Faracastor adlı bir İtalyan hekiminden 100 yıl önce.
Bayramiyye’nin Şemsiye kolunun kurucusu sayılan Akşemseddin tarikatı Göynük’te oğlu Fazlullah, Kayseri’de İbrahim Tennuri, Ankara’da Hamza eş-Sami tarafından devam ettirilmiştir.
Büyük bir bölümü tasavvufi olan eserlerinin en önemlileri şunlardır:
Risaletü’n-Nuriyye: Hacı Bayram ve dervişlerini savunmak maksadıyla yazılmış olup “taife-i nuriyye” diye andığı sufilerin özelliklerini, bu arada tasavvufi adabı anlatır.
Def’u Metainu’s- Sufiyye: Hall-i Müşkilat adıyla da anılan bu eserde Muhyiddin Arabi gibi bazı mutasavvıfların küfürle itham edilmeleri üzerine Kuşeyri, Gazali gibi alimlerin sözleriyle onların sözleri arasında bir fark bulunmadığını gösteren nakillerle ithamları redde çalışmaktadır.
Makamat-ı Evliya: Mürşid kimdir, makam-ı velayet nedir gibi konuları işleyen tasavvufi bir eserdir.
Maddetü’l-Hayat: Tıbba ait bir eserdir.
Şiirleri: Bir divançe teşkil edecek kadar şiiri olan Akşemseddin’in mecmualarda dağınık halde şiirleri bulunmaktadır. Son yıllarda bulunan 38 şiiri yayınlanmıştır.