Sağlık ve Hastalığa Nebevi Bakış Açısı / Prof. Dr. Hasan Hüseyin Yıldırım

Akademik uzmanlık alanınıza baktığımızda sağlık politikaları konusunda uzmanlaştığınızı görmekteyiz. Ancak son dönemde sağlık politikalarına ek olarak araştırmalarınızı genelde İslam ve sağlık araştırmaları, özelde ise Tıbb-ı Nebevi üzerine yoğunlaştırdığınızı müşahede etmekteyiz. Bu yönelişinizin altında yatan temel saikleri öğrenebilir miyiz?
Evet, belirttiğiniz üzere akademik olarak uzmanlık alanımız sağlık politikaları ve ilişkili konular. Ancak son 10 yıldır da bu uzmanlık alanımıza ek olarak giderek artan bir şekilde genelde İslam ve sağlık araştırmaları, özelde ise Tıbb-ı Nebevi üzerine yoğunlaştırmış bulunmaktayız.
Bu yönelişin birçok nedeni belirtilebilir, ancak ilk etapta aklımıza gelen nedenler arasında; 1) fıtrata/öze/fabrika ayarlarına dönüş, 2) araştırma ve öğrenme merakı, 3) Tevhidi düşünce sistemi eksenli olarak akademik çalışma alanlarıma da sirayet edecek şekilde holistik ve entegre bir şekilde bilgi üretimini ve yayılmasını gerçekleştirmek, 4) uzmanlık alanım ile irtibatlı olabilecek konu ve konular üzerinden Allah’ın (c.c.) dinine hizmet etmek ve 5) Allah (c.c.) yolunda cihat etmek. Bütün bunların neticesi olarak da, Yüce Allah’ın (c.c.) rızasına nail olma arzusu…
Çalışmalarınız kapsamında 7 kitaptan oluşan bir “Tıbb-ı Nebevi Külliyatı” yayınladınız. Bildiğimiz kadarıyla bu Türkiye’de bir ilk, belki de dünyada da bir ilk. Neden bir külliyat neşriyatı?
İSSAR|İSTAM|TNM faaliyetlerimiz kapsamında online içeriklere ek olarak, ilk etapta 7 kitaptan oluşan bir İslam ve Sağlık Araştırmaları Serisi / Tıbb-ı Nebevi Külliyatı yayınladık. Elhamdülillah. Allah (c.c.) nasip ederse kitap sayısını 10’a çıkarmayı düşünüyoruz. Evet, belirttiğiniz üzere bu konuda bir külliyat yayını bir ilk herhalde. Nasip eden Yüce Rabbimize (c.c.) hamdolsun.
Aslında bu işe ilk başladığımızda külliyat yayınlama düşüncemiz yoktu. Dahası, ilk başlarda bir kitap yayını ve/veya online mecralarda yer alma düşüncesi de yoktu. Hikâye kısaca şöyle:
Bir husus kafamızı sürekli meşgul ediyordu: Mensubu olduğumuz din olan İslam dininin ilk emri “Yaratan Rabbinin Adıyla Oku” (Alak Suresi 1) olmasına karşın (ilim ile ilgili çok sayıda ayet ve hadis var bilindiği üzere); “din ile bilimin çeliştiği, din ile bilimin bir arada bulunamayacağı, din ile bilimin birbirine karıştırılmaması gerektiği, din ile bilimin farklı konular olduğu” anlayışının / düşüncesinin / inancının neden baskın bir dünya görüşü olarak özelde akademiyi, genelde ise toplumları dizayn eden bir anlayış haline geldiği konusu… Bu baskın anlayışta bir sorun olduğunu, bu anlayışın İslam dininin bir tezahürü olamayacağını hep düşünürdük…
Zikredilen bu husus başta olmak üzere, ilgili diğer alanları da kapsayacak şekilde “hakikati” araştırmaya, okumaya, istişare etmeye ve tefekkür etmeye başladık ilk başlarda. Bu ameliyeler gittikçe artmaya ve derinleşmeye başladı. Hakikatlere ulaştıkça, ilgili konulara iştiyak giderek daha da arttı. Zamanla kafamızdaki soru işaretleri ortadan kalkıyordu, yanlış bildiklerimiz yerini hakikatlere bırakıyordu, bu hakikatler ışığında zihinsel dünyamızı yeniden inşa etmeye başladık elhamdülillah.
Bir parantez açmak gerekirse, “din ile bilim bir arada olamaz” yanlış anlayışın nereden kaynaklandığının cevabını bulmuştuk elhamdülillah… Çarpık olan bu baskın anlayış İslam dininden değil, karanlık Orta Çağ Hristiyanlık anlayışının kaynaklık ettiği pozitivist/modernist dünya görüşünün bir yansıması ve dayatması. Bu yanlış anlayış maalesef son 150-200 yıldır, Müslüman toplumlarda dahi hakim bir anlayış haline gelmiş. Daha da kötüsü sanki İslam dininin de bir gereği /yansıması /tezahürü imiş algısı var… Bu yanlış algı ve anlayış ancak ve ancak Tevhidi düşünce sisteminin kaynaklık edeceği bir zihniyet dönüşümü ile ortadan kalkabilir. Çünkü Tevhidi düşünce sistemi çerçevesinde bakıldığında ilim/bilgi üretimi ve paylaşımı, bir hayat nizamı ve biçimi olan İslam dininin bir alt bileşenidir /şubesidir /alanıdır. Dolayısıyla b(ilimin) bir parçası /bileşeni olduğu İslam dini ile ters düşmesi mümkün değildir. Parantezi kapatıp esas konumuza gelelim inşaAllah.
Tabi okumalar, araştırmalar ve istişareler arttıkça hakikatler birer birer gün yüzüne çıkıyordu. Bu durum ister istemez bir ilmi birikimi de beraberinde getirdi elhamdülillah. Bu birikimi Allah’ın (c.c.) dinine hizmet ve cihat saikiyle paylaşma ihtiyacı ortaya çıktı. Bu ihtiyaç çerçevesinde “düşmanın silahıyla silahlanın” hadisi şerifi mucibince günümüzün bilgi üretim ve yayma mecraları olan internet, sosyal medya ve kitap neşriyatı başta olmak üzere, imkanlarımız dahilinde bütün mecralarda bilgiyi üretme ve yayma hizmetine başlamış olduk. Başta tek kitap ile yola çıktık. Ancak zaman ilerledikçe konunun ehemmiyetine ve kapsamının genişliğine binaen ve dahası konuların Tevhidi düşünce sistemi çerçevesinde ele alınması gerektiği gerçeği; ilk etapta birbirinden değerli, bütüncül, entegre ve birbirini tamamlar nitelikte 7 eşsiz ve özgün eserden oluşan bir külliyatın neşredilmesiyle sonuçlandı. Elhamdülillah...
Bu külliyatın ifadelerinde ve/veya içeriğinde herhangi bir hata ve/veya eksiklik gözünüze çarparsa ki bu kaçınılmazdır ve de kasdi de değildir; bu kusurlar İslam’dan değil, bizden kaynaklıdır ve mükemmellik yalnızca Allah’a (c.c.) mahsustur. En doğrusunu Yüce Allah (c.c.) bilir. Hatalar ve eksiklikler için Yüce Allah’tan (c.c.) mağfiret diler ve ilmimizi artırmasını niyaz ederiz. Olası hatalarımızı bize ulaştıracak olanlardan da Allah (c.c.) razı olsun.
Bu serinin/külliyatın meydana gelmesinde ve sizlere ulaşmasında birçok kulun maddi-manevi katkısı olmuştur, kendilerine teşekkür ediyoruz, Yüce Allah (c.c.) hepsinden razı olsun. Ve doğal olarak tabi ki kullar birer sebeptir ve vesiledir, müsebbip ise Yüce Allah’tır (c.c.). Rabbimiz (c.c.) dilemeseydi ve de oldurmasaydı, bu çalışmaların zerresini dahi yapamazdık. Yüce Allah’a (c.c.) ne kadar şükretsek azdır...
Pozitivist düşüncelerle tevhidî düşünceleri, seküler düşüncelerle geleneksel uygulamaları sağlık açısından yol ayırımına getiren durumlarda sizce temel problem bir felsefe sorunu mudur? Burada hayatın anlamına dair ayrıştırılmış düşünceler nelerdir?
Biz külliyatımızda dünya görüşlerini, başka bir ifade ile düşünce sistemlerini üç temel başlık altında toplayarak ele almaya ve sağlık açısından uyarlamaya çalıştık. Bunlar; 1) Geleneksel düşünce sistemi, 2) pozitivist/modernist düşünce sistemi ve 3) Tevhidi/İslami düşünce sistemi.
Bu sistemlerden, toplumların gelenekleri eksenli olarak şekillenen ve daimi olarak hemen hemen her toplumda ve dönemde; birinci ve ikinci sırada olmasa da, üçüncü sırada kendine pratik alan olarak yer bulan geleneksel düşünce sistemini saymazsak; aslında global ölçekte iki temel düşünce sistemi var: İslami düşünce sistemi ve pozitivist/modernist düşünce sistemi.
İslam düşünce sistemi (İDS); İslam dininin temel inançları, değerleri ve prensipleri üzerine inşa edilmiş dünya görüşü ve düşünce yapısı olarak ele alınabilir. İDS, olayları ve olguları Tevhidi bir bakış açısıyla ele alır. Pozitivist düşünce sistemi (PDS) ise; doğru bilgiye olayların incelenmesiyle ulaşılabileceğini ve bu tür bilgileri yalnızca deneysel bilimlerin sağlayabileceğini ve akla dayandırılması gerekliliği üzerine yapılandırılmış bir paradigmadır / düşünce sistemidir / felsefe akımıdır. PDS; metafiziği reddeder, zahiri sebepler eksenli olarak deneyi, gözlemi, aklı ve beş duyuyu dikkate alan bilimciliği merkeze alan seküler/dünyevi bir yaklaşımdır.
Bu dünya görüşlerinin veya düşünce sistemlerinin toplumlarda baskın karakterli olma durumları dönem dönem değişmekle birlikte; yaygın olarak insanların, dolayısıyla toplumların hayat kurgularını şekillendirmektedir. Bu anlamda baktığımızda, son 150-200 yıldır ülkemiz de dahil olmak üzere, global ölçekte baskın karakterli olan düşünce sistemi pozitivist/modernist dünya görüşü ve ilişkili hususlardır. Ondan önce de İslami/Tevhidi düşünce sistemi baskın olan bir düşünce sistemi idi. Bu aslında Hak ile Batılın mücadelesidir; ta ilk insan ve peygamber olan Hz. Adem (a.s.) ile İblis’in hikayesi, devamında Habil ile Kabil’in mücadelesi ve günümüze kadar gelen süreç ve bu durum kıyamete kadar da devam edecektir.
Kısaca belirtmek gerekirse, dönemin baskın dünya görüşü / ideolojisi / düşünce sistemi, sağlık alanı da dahil o toplumu şekillendiren arka plandaki zihniyettir. Zihniyetleri şekillendiren temel dinamiklerden/unsurlardan biri de, haliyle bir bilme ve anlama ameliyesi olan felsefedir. Çünkü bilme, başka bir ifade ile bilgiyi üretme metodolojileri, varlık tasavvurları ve anlam arayışları felsefi akımlara göre farklılık arz eder. Sorunları tanımlama, ele alma ve çözüm önerileri tarzları farklıdır, bilgi kaynakları farklıdır, yöntemleri farklıdır vs…
Külliyatta dikkat çeken hususlardan biri de İslami Tıp ve bu kapsamda Tıbb-ı Nebevi’yi geniş bir perspektifte ele alıyor olmanız. Bu anlamda İslami Tıbbı, Hz. Adem (as) ile birlikte başlatıyorsunuz. Bu bakış açınızın temelinde ne yatıyor? Ve ilişkili olarak İslami Tıp ve Tıbb-ı Nebevi’yi nasıl tanımlıyorsunuz?
Evet belirttiğiniz üzere, külliyatımızın içerik tasarımında kapsayıcı, bütüncül ve entegratif bir bakış açısı kullanmaya çalıştık. Bu bağlamda İslami Tıbbı, Hz. Adem (a.s.) ile birlikte başlatmamızın nedeni, İslam dininin Hz. Adem (a.s.) ile başlamış olmasıdır. İslam dini Hz. Adem (a.s.) ile başladı ise, doğal olarak İslami Tıp da Hz. Adem (a.s.) ile başlamıştır denilebilir. Çünkü tıp/sağlık alanı İslam Düşünce Sisteminde doğal olarak hayatı tümüyle ihata eden “Din”in bir bileşeni/parçasıdır. Bilindiği üzere Yüce Allah (c.c.) katındaki tek makbul hayat nizamı ve biçimi İslam dinidir. Dolayısıyla Hz. Adem’den (a.s.) Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin dininin adı “İslam” idi. İslam dininden başka ilahi, semavi, geçerli din yoktur. Bu minvaldeki diğer bilinçli ya da bilinçsiz kullanımlar yanlış kullanımlardır. Bu anlamda, İslam tarihinin Hz. Muhammed (s.a.v.) ile başlatılması da yanlış bir yaklaşımdır. Yüce Allah (c.c.) Hz. Adem (a.s.) ile başlattığı İslam dinini, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile kemale erdirmiştir. Ve dahi kıyamete kadar Allah (c.c.) nezdinde geçerli ve makbul olacak olan din İslam dinidir.
Bu minvalde külliyatımızda “İslami Tıbbı;” ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (a.s.) ile başlayıp, Hz. Muhammed (s.a.v.) ile zirve yapan ve kıyamete kadar da devam edecek olan İslam’ın, dolayısıyla insanlığın tarihsel sürecinde ortaya çıkan, çıkacak olan ve uygulama alanı bulan/bulacak olan tıp anlayışı, kuramı ve uygulaması olarak tanımladık. İslam dininin öğretileri, hükümleri ve hudutları ile ters düşmeyen tüm sağlık/tıp kuramı ve uygulamaları (modern tıp da dahil) İslami tıp olarak telakki edilebilir. Kısacası İslami Tıp, Tevhidi Düşünce Sistemine dayalı, holistik ve entegratif karakterli bir tıp anlayışı ve uygulamasıdır.
İslam Dini çerçevesinde ve Kur’an-ı Kerim ışığında Hz. Muhammed’in (s.a.v.); sağlığın korunması, geliştirilmesi, rehabilite edilmesi ve bozulan sağlığın geri kazanılması konusunda ortaya koyduğu ve insan fıtratına (yaratılış hikmetine) uygun yöntem ve uygulamalar ortaya koymuştur. Ortaya konulan bu yöntem ve uygulamalar Tıbb-ı Nebevi olarak tanımlanmıştır. Kısacası “Tıbb-ı Nebevi” veya “Peygamber Tıbbı,” İslam geleneğinde Hz. Muhammed’in (s.a.v.) öğretileri ve uygulamalarına dayanan tıbbi yöntemleri ifade eder.
Sağlık ve hastalığa Nebevî bakış deyince ne anlamalıyız?
Çok genel olarak belirtmek gerekirse, sağlık ve hastalığa Nebevi bakış; sağlığı, hastalığı, şifayı, tababeti ve ilişkili diğer hususları Kur’an ve Sünnet-i Seniyye çerçevesinde/ışığında ele almayı ve bu minvalde sağlık politikalarını oluşturmayı ve uygulamayı anlamalıyız. İlgili Kur’an ayetleri ve hadisler incelendiğinde ve İslam varlık tasavvurunun ve dünya görüşünün temel nitelikleri göz önünde bulundurulduğunda; sağlık, hastalık, şifa ve tababete ilişkin olarak şu temel ilkeleri/hususları ortaya koymak mümkündür: 1) Bu dünya bir imtihan yeridir, geçicidir, gerçek huzur ve mutluluk yurdu değildir. 2) Kur’an ve Sünnet-i Seniyye şifadır. 3) Tevhid ilkesi gereği sağlık, hastalık ve şifa ilahi müdahaleye tabidir. 4) Sağlık, hastalık ve şifaya holistik ve entegratif bir yaklaşım söz konusudur. 5) Sağlık bir nimettir, hastalık ise bir lütuftur. 6) Yüce Allah (c.c.) ölüm ve ihtiyarlık hariç, her hastalık için bir şifa yaratmıştır. Çare arayın, haramla tedavi olmayın. 7) İslam tıbbı, ilme/bilgiye dayanır. 8) İslam, sağlığı korunması gereken bir insan hakkı olarak görür.
Tıbb-ı Nebevi sağlıklı beslenme ve ideal kiloda kalmaya nasıl katkı yapabilir?
Çok genel olarak belirtmek gerekirse, bilindiği üzere Tıbb-ı Nebevi doğası gereği İslami bir yaşam kurgusu sunmaktadır. Bu hayat kurgusu zaten doğası gereği sağlıklı beslenmeyi ve ideal kiloda kalmayı barındıran bir hayat nizamı ve tarzıdır. Dolayısıyla layıkıyla İslami bir yaşam süren birisi, istisnalar hariç, sağlıklı beslenebilecektir ve de ideal kiloda kalabilecektir.
Bu minvalde Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin kaynaklık ettiği Tıbb-ı Nebevi’de genel beslenme, yeme ve içme adabını; helalinden ve temiz olanları yemek, israf etmemek, acıkmadan yememek, az yemek, sık sık yememek, aç kalmak, oruç tutmak, karışık yememek, bayat ve ısıtılmış yemekler yememek, katkılı hazır yiyecek ve içecekler tüketmemek, tıka basa doymadan kalkmak, paylaşmak, besmele ile başlamak ve hamd ile bitirmek, sağ elimizi kullanmak, hijyene dikkat etmek, dengeli ve ölçülü olmak şeklinde belirtmek mümkündür.
Bu alanda yetkin isimler var mı? Bu isimlerin meslekî orijinleri bu konuları anlatma-ya yeterli mi? Uzmanlaşma daha verimli sonuçlarla yüzleşmemizi sağlar mı?
İsim vermekten ziyade, genel çerçeveyi ve tanımı ortaya koymak daha isabetli olur kanaatindeyiz. Bu minvalde yetkin isimlerin, bize göre alanı ile ilgili olarak kendisine düşeni İslami ilke, kurallar ve sınırlar dahilinde ifa eden kişi veya kişiler olduğu belirtilebilir. Bu tanım kapsamına giren herkes bizce yetkindir. İslami düşünce sistemi çerçevesinde Tevhidi anlayışa sahip ve bu anlayış doğrultusunda hayatını kurgulayan her bir birey hem kendi hayatına hem de başkalarının hayatlarına, diğerlerine ek olarak, sağlık açısından da dokunup değer katabilir.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) günümüz tıbbına katkısına dair neler söylenebilir? Koruyucu hekimlik açısından İslami Tıp / Tıbb-ı Nebevi nasıl bir yerde ya da seviyede olduğunu düşünmeliyiz?
Peygamber Efendimizin (s.a.v) sağlık, hastalık ve şifaya dair ortaya koyduğu söylem ve eylemler Tevhit temelli/eksenli bütüncül ve entegratif bir yaklaşıma/anlayışa dayanıyor. Bu anlayış bilindiği üzere Tıbb-ı Nebevi olarak adlandırılıyor.
Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin bir tezahürü, anlayışı ve uygulaması olan Tıbb-ı Nebevi; 1) sağlığın bütün boyutlarını (fiziksel, sosyal, zihinsel ve ruhsal), 2) sağlığın bütün belirleyicilerini (genetik faktörler, yaşam tarzı faktörleri, çevresel faktörler ve sağlık hizmetleri faktörleri), 3) sağlığın tüm hizmetlerini (koruyucu, tedavi edici, geliştirici ve rehabilite edici) ve 4) haramlar, zarar verecekler ve istisnalar hariç olmak üzere İslami dairedeki bütün şifa araçlarını, yöntemlerini, anlayışlarını, uygulamalarını, bakış açılarını ve mekanizmalarını (ortaya çıktığı andan kıyamete kadarki tüm zaman ve mekanlarda cari olabilecek olan modern tıp da dahil) kullanan ve 5) Şeri hükümler dairesinde/çerçevesinde tasarlanan/örgütlenen/organize olan/hizmete amade edilen kavramsal ve kurumsal bir yapı kapsamına sahiptir.
İslam dini, dolayısıyla İslami Tıp / Tıbb-ı Nebevi doğası gereği sağlık nimetinin korunmasını önceleyen bir hayat tarzı sunmaktadır. Bu anlamda çağlar ötesi/üstü olan, dolayısıyla her çağda cari olan bir zihniyet/perspektif sunar. Örneğin ibadetler, hijyen-temizlik, karantina, beslenme adabı vs. bu minvalde zikredilebilir.