Bir sokaktan geçmek… Bir şeyleri fark etmek… Sadece oradan geçmek değil, görmemiz gereken ne varsa görmek ve öylece geçmek… Bakmakla görmek arasındaki farkı fark etmek ve bu duyarlılığı hayatın her alanına taşımak… Bu hissediş, bizleri, üst düzeyde bir varlık olmanın hakkını vermeye çalışan canlılar kılacak… Bilerek, zaten kabiliyeti içimizde var olan bir yeteneği hayat sahnesinde görünür kılacağız. Bu yapımızı fark etmekle, var olarak… Bu bazen gözlem bazen duygu bazen sorgulama şeklinde olacak… Arayacak ve bulacağız… Bulduğumuz şey ne ise bilgimiz dâhilinde olacak artık. Bulmaktan bilmeye giden yolda bize verilen cihazat ve yetenekleri düşünce boyutunda bilgiye, olay boyutunda nesnel tespitlere, söylem boyutunda kararlara çevirmiş olacağız. Bu, bilinen ve bilinmeyenlerin dünyasında, biraz daha “bilen” biri olarak yol almamızı sağlayacak… Çünkü bir tesadüfü yorumlayanlar, bir “hiç”in peşinden koşarken, bir tasarımı çözmeye çalışanlar, aklına, duygularına bir anlam katarlar…
Fizik, kimya ve biyoloji için geçerli olan bu yollar, kâinata baktığımızda “kevnî” ayetler olarak sunulan fiilen yaratılmış ve varlıkla hayat bulmuş bu bilginin, “bir araç olarak” kullanımımıza ne denli açık olduğunu ortaya koyarken, en azından bir problemi çözmekle özgüven kazanan bir öğrencinin başarmak anlamında varlığını tescillediği kadar bir özgüveni bizde hâkim kılıyor. Bilmemenin ve bulmamanın getirdiği huzursuzluktan bu vesileyle bir nebze uzaklaşıyoruz. Hiçbirinin varoluşunda zerre kadar dahlimiz olmayan şeyleri fark etmek, bize böylesi bir özgüven verdiğine göre, derinlerde bir yerde, kendimizi tanıma adına bu huzurun nedenini sorgulamak, eminim, en az öğrendiğimiz dış dünya kadar bize büyük bir haz veriyor. “Nasıllarla niçinler arasında ben…”, kendimizle ilgili gerçeği keşfetmek, normal şartlar altında, bilemediğimiz daha pek çok şey için, bir o kadar da bizi huzursuz kılmalı değil mi? Çünkü bilime getirilen dolu tanım var. Ama en kıymetlileri şunlar:
“Bilim hayretle baş...
Yazının tamamını dergimizden okuyabilirsiniz.
