İhlâs, İslâm’da kulun yaptığı bütün ibadet ve iyilikleri sadece Allah rızası için, hiçbir dünyevi çıkar, gösteriş, övgü gibi bir beklentiye girmeden yapmasıdır. Dünyevi işlerde ihlâs gerekli değildir, lâkin hayatının tamamını kulluk bilinciyle yaşamaya çalışan manevi büyüklerin neredeyse tüm hayatı bu şuurda geçer.
Kısaca ihlâs, kalbin karışık duygulardan arınıp saflaşması, niyetin berrak olmasıdır. İhlâs olmadan yapılan ibadetler kabuk gibidirler; özleri veya ruhları eksik kalır. Düşünün ki bir ziyafette size meyvelerin içi değil de sadece kabuğu ikram edilseydi, bu muameleyi yapanlar hakkında ne düşünürdünüz?
İşte riya ile yapılan ameller, Rabbimizin huzurunda kulu, asla düşülmemesi gereken böyle büyük bir utanç ve ayıbın içine düşürür.
İhlâs duygusu tevhid inancı ve bilinciyle doğrudan alakalıdır, bu nedenle tevhidi bize öğreten en kısa ve özlü sûre, Sûre-i İhlâstır ve adının “ihlâs” oluşu bundandır. Bu sûre bize: “De ki: O Allah birdir… Hiçbir şey O’na denk değildir.” (İhlâs, 112/1,4) diyerek, kullukta tek adresin Cenab-ı Hak olduğunu gösterir.
İhlâsı en güzel şekilde doğrudan tanımlayan ayetlerden birisi : “Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa salih amel işlesin ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın.” ayetidir. (Kehf, 18/110)
“Şüphesiz ki Kitab’ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et. Dikkat et, hâlis din yalnız Allah’ındır.” (Zümer,39/2,3) ve “Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti.” (Beyyine, 98/5) âyetleri de ihlâsın özlü ifadesinin dini “Allah’a has kılmak” olduğunu açıkça belirtir.
İhlâsın Kur’ân’daki en pratik örneğini de İnsan sûresinin 8. ve 9. âyetlerinde buluruz: “Onlar, kendileri (yemek) istedikleri halde yiyeceği yoksula, yetime ve esire ikram ederler. (Ve şöyle derler:) “Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” âyetleridir.
Bu konudaki hadis-i şerifler de çok zengindir. İhlâsın en meşhur ve en temel hadisi: “Ameller niyetlere göredir.” hadisidir. (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155) Bu hadisten çıkan sonuca göre her amel niyetine göre değer kazanır, riya ile yapılan ameller ise o büyük hesap gününde Allah korusun değerlendirmeye dahi alınmadan çöpe atılır.
İhlâsın zıddı riyadır ve bu duygudan çok sakınmak gerekir, zira bu duygu; en küçüğünden ve gizlisinden en büyüğüne kadar kulluğumuzu tehlikeye sokacak ve amellerimizi iptal edecek çok sinsi tuzaklar barındırır. Nitekim sahâbe-i kiram riyanın, ibadetleri kemirip yiyen gizli bir kurt gibi olduğunu bildiklerinden ona düşme tehlikesinden çok sakınırlardı. Zira, Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün onlara: “Sizden en çok korktuğum şey küçük şirktir.” deyince Ashab: “Ey Allah’ın Resulü, küçük şirk nedir?” dediklerinde, Efendimiz (s.a.v.): “Riyadır.” demişlerdi. (Ahmed, V, 428, 429)
Yine riyanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlatan en sarsıcı rivayetlerden birisi de Peygamber Efendimiz (s.a.v) kıyamette: İlim sahibi bir âlimin, cihadda ölen kahraman bir kişinin, malını bolca infak eden cömert bir kişinin, ihlâslı olmadığı için “Siz bunları insanlar görsün ve övsün diye yaptınız” denilerek cehenneme götürüldüğünü anlatan rivayetidir. (Müslim, İmâre 152) Sonuç olarak bunlara benzer daha birçok âyet-i kerime ve hadis-i şerifler gösteriyor ki, ihlâs duygusu ibadet ve amellerin olmazsa olmaz kabul şartıdır.
İhlâsın dereceleri vardır ki iki farklı derecesinden bahsetmek mümkündür. Birincisi ve en kıymetlisi sırf Allah’ın rızasını ve akabinde Allah’ın seni sevmesini ideal yaparak amel ve ibadetlere yönelmektir ki bunlar havas meşrep kulların ihlâsıdır. İkincisi avam kulların ihlâsıdır ki, onlar cennet arzusu ve cehennem korkusu ile amel ve ibadete ağırlık verirler. Maalesef avam yüksek ideal sahibi olmaya elverişli bir yaratılışı olmayan, maddi yaşama odaklı, egoist, bencil ve menfaatçi insanlardır. Bu nedenle daha ulvi bir amaç içeren Allah’ın dostluğunu değil de, dünyadaki hayatın bir benzeri olan cennetini seçerler, Rabbimiz de bunların niyetlerini merhametinden kabul edip hoş görür. Lâkin şu gerçeği ifade etmek gerekir ki cenneti istemek ve bunun için kulluk etmek, her ne kadar havas meşreplerin ihlâsı kadar değerli değilse de yine de onlar da İslâm nezdinde ihlâs kapsamındadırlar, sadece dereceleri onlara göre düşüktür. Çünkü insanlarda kahir ekseriyet avam meşrep olunca, sadece havasların ihlâsının Allah katında geçerli olacağını düşünmek, velilerden başka kimsenin kurtuluşu yok anlamına gelir ki Allah’ın engin merhametiyle ve Kur’an’daki daha çok avama hitap eden yani velayet-i ammeden bahseden “Allah inananların dostudur” (Bakara, 2/257) ayeti ile de örtüşmez. Havas meşreplere gelince bunlar toplumda her zaman sayıca çok azdırlar ve onlar yalnız Allah dostluğunu isterler, cennet nimetleri ise onlara bu dostluğun yanında bir hediye olarak istemeden gelir. Ancak yine de havas meşreplerin de ibadetlerinde cennet istemeleri sakıncalı değildir; onları avam makamına düşürmez, havaslarda Allah muhabbeti cennet muhabbetinden daha baskın daha fazla olduğu için cennet muhabbeti daha silik kalır, böyle bilmek gerekir.
İşte bu derece önem arz eden ihlâs duygusunu kazandıran ve güçlendiren ameller ise her amelden önce “Bu Allah içindir” diye niyeti yenilemek, gizli gizli sadaka vermeye devam etmek, kalbi sık sık muhasebe etmek, en küçük ameli bile değerli görmek, ibadetlerde insanların övgüsünü küçümsemek ve dua ile ihlâslı olmak için Allah’tan yardım istemektir.
Şimdi biraz daha detaya inerek bir mümin niçin ihlâssız olur, bunun psikolojisini anlamaya çalışalım. Evet, böyle tefekkür ettiğimizde görürüz ki en önemli neden iman zafiyetidir. Bunun da arkasında yatan neden ise aşırı dünya sevgisi, menfaatperestlik ve bencilliktir. Yani bir adam düşünün, bu kişi o kadar bencildir ki çevresine karşı yaşadığı duygu körlüğünden dolayı kendinden başka kimseyi fark edemiyor, herkesi flu görüyor, onların varlığını, ihtiyaçlarını hissedemiyor, hatta sevgisini veya dostluğunu dahi algılayamıyor. Kendi haz ve lezzetlerini öncelemekten, heva ve hevesine tapınmaktan adeta kör olmuş gönül gözüyle Rabbini de algılayamıyor, işte beş para etmez adamlar bunlardır. Ben böyle adamları görünce onların yüzüne bakasım gelmez, hatta bu tür çirkin görüntülerden midem bulanır. Yani konunun daha açık özeti şudur ki, varlık duygusunun aşırılığı, ben tiryakiliği veya psikolojik tabirle narsist kişiliği olanlar, ihlâs duygusunu kolay kolay anlayamazlar. Dolayısıyla bu bencillikten öncelikle kurtulmak gerekir. Bencilliğimizi fark eder, bunu hayra yönlendirirsek işler değişir, zira böyle insanlar bir yönü ile de çok kabiliyetli insanlardır. Öyle ki yeteneklerini hayra kullanırlarsa onlardan büyük Allah dostları, kötülüğe kullanırlarsa da büyük kötüler çıkar. Mesela tarihten örnek verecek olursak Hz. Ömer ve Ebu Cehil’in durumlarını söyleyebiliriz. İkisi de yaratılış itibariyle ben duygusu yüksek olan hem iyilikte hem kötülükte uçları yaşayan insanlardı. Ebu Cehil yeteneğini kibirlenerek kötüye kullandı, kötülükte zirve oldu, iyilik tarafını seçseydi o da Hazreti Ömer gibi çok büyük bir sahâbe olabilirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu kabiliyeti ikisinde de gördüğü için Allah’a dua edip en azından ikisinden birinin Müslümanlara destek için iman etmesini istedi ve bu dua Hazreti Ömer’de karşılık buldu.
Peki, madem bencillik ihlâsın önünde en büyük engel ise bencillikten nasıl kurtulacağız veya bencillikten kurtulmak için nereden başlayacağız derseniz bu sorunun en pratik cevabı sevgiden başlamak derim. Zira sevgi bencilliğin en kestirme ilacıdır, insana fedakârlık, empati ve yardımlaşma gibi insancıl olumlu tüm duyguları kazandırır. Hem kullarla hem de Allah ile olan bozuk ilişkileri düzeltir ve özellikle ihlâs duygusunu kazanmakta çok önemli bir rol oynar. Zira kişi en çok kimi seviyorsa onun gönlünü almayı önceler, en çok Allah’ı seven de Rabbinin dostluğunu ve sevgisini kazanmayı önceler. Dolayısıyla ihlâsı elde etmenin en kolay yolu sevgiden geçer.
Peki, ben sevebilen biri miyim, yani bende sevgi damarı veya yatkınlığı var mı derseniz, iman eden kişilerde mutlaka Allah’a karşı sevgi damarı vardır, derim. Zira iman hamuru sevgi olmadan mayalanmaz, onun en önemli mayası sevgidir. Yani şu gerçeği bilelim ki, ne kadar bencil olursa olsun, bir insanda iman varsa sevgi de vardır, ama çok ama az, zira sevgi olmadan iman olmaz... O zaman sevgiden başlayacağız, az ise çoğaltacağız, bunun için, ben Allah’ı seviyorum, Allah benim dostum demeye devam edeceğiz. Bu söz yalan değildir, Kur’an’da bunun karşılığı vardır. “Allah iman edenlerin velisidir, dostudur” (Bakara, 2/257) ayeti bunun en güzel delilidir. Yani Rabbimizi tanımaya dostluk ve sevgi kanalından girebilirsek, fizik evrende sonsuz sayıdaki somut delillerle onu fark ettiğimiz gibi hisler ve duygular yoluyla da fark etmeye başlayıp, buradan ihlâs denen duyguyu çok kolay bir şekilde yakalayabiliriz.
Bu konu çok önemli, bundan çok bahsediyorum, Rabbimizle aramızda duygusal bir bağ kurabilmek gerektiğini vurguluyorum ve bunun için de sıklıkla anne sevgisini misal getiriyorum. Zira anne sevgisi herkesin kolaylıkla anlayabileceği bir sevgidir. Rabbimizin sevgisini anlamaya bu örnekten gidilirse, bu misal, bunun daha mukaddes ve daha büyüğünü anlamaya kapı açacaktır, diyorum. Yine bu yakınlığı kurmanın yolunun ise kul için en önemli bir ibadet olan namazla bağlantısından çok bahsediyorum. Evet, kul için hem Allah sevgisini büyütüp derinleştirmenin, hem bencillikten kurtulmanın kolay yolu namazdır. Namaz ibadetine önem veren ve onu huşu ile kılmaya çalışan bir insan ihlâs duygusunu zamanla yakalayabilir ve bencillik duygusundan kurtulabilir.
Namaz ibadetini hikmetli bir bakışla tekrar inceleyelim; böylece niçin namaz üzerinde bu kadar durduğumu daha iyi anlayacaksınız. Mesela, namaza kıyamda başlanır, ben duygusu gereği dimdik durulur. Burada Allah’ın huzurunda varlığı izhar vardır, bunu hissetmek önemli bir şeydir. Sonra yüceler yücesi Allah’ın huzurunda tevazu ile rükûya, sonra daha büyük bir tevazu ile secdeye gidilir, alın secdeye giderken kalpteki kibir ve benlik duygusu da yerle bir olur. Böylece izzet-i nefisten taviz verilmez ama Allah’a kul olmanın şerefi ve güzelliği elde edilir. Bu ritüellerin kazandırdığı tevâzu yanında bir de namazın kendine has öyle bir feyzi vardır ki onu ancak yaşayan ve tadanlar bilir. Yani nefsi tezkiye için bulunmaz şifa kaynağıdır, bunun için namazda huşuya zorla da olsa dikkat etmek, bu konuda taviz vermemek gerekir... Sonra her namazdan sonra en az 3 defa tevbe istiğfar yapılır ki bu tevbe namazın huşu ile kılınmış bir namaz olarak kabulü için bize tam bir rahmettir. Tevbe ve istiğfar diye ayırıyoruz; çünkü anlamları birbirinden farklıdır. Tevbe, Yarabbi benim günahlarımı affet demektir. İstiğfar ise Yarabbi benim günahlarımı affet ve bu günahtan dolayı kalbimde oluşan manevi kirleri ve zulmeti temizle, beni bundan dolayı cezalandırma demektir. Yani günah işleyerek kalbi paslandırıyoruz ama tevbe ve istiğfarla hem affa uğruyoruz hem de kalbi cilalıyoruz.
Evet, bunu her fırsatta dile getiriyorum, biz kullar için kıymetini bilene bu dünyada namazdan daha güzel bir şey yok. Zira her şeyi ve seni yaratan, yüceliğine karşı akılların aciz kaldığı, Subhan ve Sultan olan, yerküre üzerinde gelmiş geçmiş cümle meliklerin de Meliki olan Allah’la (c.c.) beraber oluyorsun. Herkes fani dünya meliklerinin huzurunda el pençe olurken sen ezel ve ebed olan meliklerin de melikinin huzurundasın, bu yüceliğin farkındalığı ile namaza dur. Mademki Rabbimiz müminler benim dostumdur diyor (Bakara, 2/257) sen de dostun huzuruna çıkar gibi namaza dur ve bu dostluğu kaybetmekten de kork... Dost olarak Allah yeter de ve her zaman Allah benim dostum psikolojisinde yaşa.
Allah’tan daha değerli bir şey var mı bu âlemde? Yok. Sen acizliğini kabul ederek tevazu ile Rabbine yaklaşınca O da seni kendi kudsiyetine yakışır bir şekilde seviyor, senin için sevinip duygulanıyor ki tevbe eden kul için Allah’ın sevindiğini ifade eden şu hadis-i şerif meşhurdur: “Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır.” (Buhârî, Daavât 4)
Evet, artık sohbeti noktalayalım. Yine ihlâsa dönersek; ihlâs duygusunun en önemli ilacı Allah’ı marifeten bilmek, O’nu her şeyden çok sevmek, O’na karşı saygı ve sevgiyi fani her varlığın üzerinde görmektir. Bu duyguları içselleştirmek ise zamanla bir mümini velâyet-i ammeden velâyet-i hassaya ve oradan da ihlâsın gerçek sırrına ermeye taşır, inşaAllah.
Allah’a (c.c.) emanet olun.
(Bu yazı Şenel İlhan Beyefendi’nin sohbetlerinden bir derlemedir.)
