Sekülerleşme, bireyselleşme ve yıkıcı medya etkileri üçgeninde sıkışan ailenin yaşadığı durum sadece ailevi değil, aynı zamanda medeniyetsel bir kriz mi? Günümüz ebeveynleri bu krizi günlük hayatlarında nasıl hissediyor?
Evet, kesinlikle. Ailenin yaşadığı durum, yalnızca yapısal bir krizden ibaret değil, aynı zamanda medeniyetsel bir krizdir. Sekülerleşme, bireyselleşme ve yıkıcı medya etkileri üçgeninde sıkışan aile, bir toplumsal kriz ile karşı karşıyadır. Aile, sadece hukuki bir sözleşme düzeyine indirgenme tehlikesiyle değil, aynı zamanda manevi sermayesini hızla kaybetme riskiyle de karşı karşıyadır. Bu risk, toplumsal bütünlük için hayati önem taşıyan ahlaki ve vicdani iç denetimin zayıflaması anlamına gelmektedir.
Günümüz ebeveynleri bu krizi, geleneksel rol ve işlevlerinin daralması üzerinden doğrudan hissetmektedirler. Ailenin küreselleşme, bireyselleşme ve dijitalleşme gibi makro-sosyal süreçler nedeniyle üretim, eğitim ve koruma gibi geleneksel işlevsel rolleri daralmış durumdadır.
Bu hissin en somut yansımaları şunlardır:
• Üçüncü Ebeveyn Baskısı: Dijitalleşme sürecinde kitle iletişim araçlarının “üçüncü bir ebeveyn” gibi konumlanması ve ahlaki değerleri tehdit etmesi.
• Manevi Boşluk ve Yalnızlık: Fiziksel olarak bir arada kalan aile üyelerinin, psikolojik olarak bir izolasyon hissetmesi ve manevi sermayenin hızla kaybedilmesi.
• Rol Karmaşası: Geleneksel ebeveyn otoritesinin sarsılması; ebeveynlerin artık sadece fiziksel ihtiyaçları karşılayan değil, aynı zamanda aktif birer manevi rehber olmak zorunda kalması.
Dijital çağda ‘kitle iletişim araçları’ sadece televizyon değil; sosyal medya, video platformları, çevrimiçi oyunlar ve akıllı telefonlar gibi sürekli erişilebilir araçları kapsıyor. Ebeveynlerin, çocuklarını bu araçların ahlaki değerler üzerindeki olumsuz etkilerinden korumak için akla ilk gelen ‘yasaklama’ veya ‘ekran süresi kısıtlama’ gibi teknik kontroller yeterli mi?
Dünyayı kökten...
Yazının tamamını dergimizden okuyabilirsiniz.