Kıymetli okurlar, Hz. Aişe'ye Hazreti Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ahlaklı sorulduğunda; "O yaşayan Kur'an idi" buyurmuş. Yani Kur'anı okur ve örnek alırsanız O mübarek kitap, Hazreti Peygamberin(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaşam şeklini ve ahlakını size gösterir, demek istemiş. Maalesef ki bizler okuma özürlü bir toplum haline geldiğimiz için şimdi koca Kur'anı nasıl okuyacağız ve anlayacağız diye gözlerinde bu olayı büyütebileceklere âcizane tavsiyemiz şudur.3 ayetlik en kısa surelerden olan Asr suresini oku ve manasını içine sindir. Kur'anı okumuş ve örnek almış gibi olursun.
Nitekim bu sureyle alakalı olarak İmam-ı Şafi r.a " Eğer insan bu sure üzerinde derinlemesine düşünürse, yalnız bu sure onun hidayeti için yeterlidir."buyurmuş.
Şenel İlhan Beyefendi de sohbetlerinde Asr suresinden çok bahseder ve bu sure yi anlamak ve yaşamak tek başına insanı şerefli bir konuma yükseltir der. O sebeple bu yazımızda hacmi küçük ama manası büyük Asr suresi hakkında biraz tefekkür edelim diyorum.
Önce sureyi meal olarak bir görelim.
Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Asra andolsun;
2 Gerçekten insan, ziyan içindedir.
3 Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.
Tefsir alimlerimiz derler ki, Bu surede "asr"a yemin edilmesi, insanın hüsranda olduğuna ve bu hüsrandan dört özellik taşıyan kimselerin kurtulacağına dikkat çekmek içindir. Bu özellikler: 1- İman, 2- Salih amel, 3- Birbirine hakkı tavsiye etmek, 4- Birbirine sabrı telkin etmek. Şimdi bunların her birini tek tek ele alarak kısaca açıklamaya çalışalım.
Asr dan maksat zamandır. Bu zamanın hangi zaman olduğu konusunda çok değişik görüşler beyan edilmiştir. Ama netice olarak hepsi aynı anlamı ihtiva ediyor.. Zaman insanoğlunun en önemli sermayesi. Üzerimizden geçen en kısa zaman dilimleri bile kaybedilmiyor, yaptığımız amellere birer zarf görevi görüyor ve böylece iyi ve kötü bütün hayatımız arşivlere kaldırılıyor. Ta ki hesap günü yeniden açılmak üzere.
Her insana ömrü ister kısa ister uzun olsun bu dünyada bir fırsat olarak verilmiş. Buluğdan önce ölürsek başka. Buluğdan sonra bir gün yaşayan o bir günün, yüz yıl yaşayan da o yüz yılın hesabını verir. Evet, buradan, asıl sermayemizin çok hızlı geçen zaman olduğunu anlıyoruz.
İmam Razi, bir şahsın kavlini naklederek, "Ben bu sözden sonra Asr suresinin manasını anladım" diyor ve şöyle naklediyor: "Buz satan birisi pazarda şöyle bağırıyordu; "sermayesi eriyen bu şahsa merhamet edin!... Onun bu sözünü duyunca, bu söz Asr suresinin anlamıdır" dedim. "İnsana verilen ömür bir buz gibi hızla erimekte. Eğer bunu ziyan eder veya yanlış yere harcarsa insanın hüsranına neden olur." Onun için geçen zamana yemin edilmesinin anlamı, hızla geçen zamanın, söz konusu dört özellikten yoksun insanın hayatını harcadığına ve hüsranda olduğuna şahadet etmesidir. Kârlı çıkanlar ancak bu dört özelliği taşıyanlar ve bu dünyada ona göre davrananlardır.
Bu, sınav salonunda kendisine belli bir süre tanınan öğrencinin, o süre içinde sorulara cevap vermek yerine başka işlerle uğraşması gibidir. Öğrenciye, yakınındaki saate işaret edilerek geçen zamanın zararına olduğu ve hüsrana uğrayacağı belirtilir. Kârlı çıkan öğrenciler ise, kendilerine tanınan zamanın her anını soruları cevaplamak için kullananlardır.
Şimdi, kurtuluşa ermenin kendilerine bağlı olduğu dört sıfata kısaca bakalım.
Birinci imandır.. Kur'an-ı Kerim gerçek imanın ne olduğunu aşağıdaki ayetlerde açıklamıştır: "Mü'minler onlardır ki Allah'a ve Rasulüne inandılar, sonra şüphe etmediler" (Hucurat 15), "Rabbimiz Allah'tır deyip sonra doğru yolda sebat edenler" (Fussilet 30), "Mü'minler o kimselerdir ki Allah (Celle Celalühu) anıldığı zaman yürekleri ürperir..." (Enfal 2), "İnananlar en çok Allah'ı severler." (Bakara 165), "Hayır, Rabb'in hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar." (Nisa 65)
Burada bir soru ile karşı karşıya kalıyoruz. İman etmemiz emredildiğinde nelere iman edilmesi kastediliyor? Kur'an-ı Kerim'de bu sorunun cevabı açıkça bildirilmiştir. İman etmekten muradın birincisi Allah'a iman etmektir. Ancak sadece varlığına değil, aynı zamanda tek İlah olduğuna, şeriki olmadığına, insanların ibadet ve itaat edeceği yegane zat olduğuna, insanların kısmetini düzenleyip bozanın ancak Allah (Celle Celalühu) olduğuna, dua ve tevekkül edilecek varlığın ancak O olduğuna, ancak O'nun emirlerine uyulup ve ancak O'nun yasaklarından kaçınılacağına, O'nun farzlarının yerine getirilip O'nun menettiklerinden uzak durulacağına, her şeyi duyan ve görenin ancak O olduğuna, insanın sadece fiillerini değil, fiillerini harekete geçiren gizli niyetlerini de bildiğine inanmaktır.
İkincisi Rasulullah'a inanmaktır. O'nun Allah (Celle Celalühu) tarafından tayin edilmiş yol gösterici olduğuna, getirdiği talimatın Allah (Celle Celalühu) tarafından ve hakk olduğuna, O'na itaat etmenin zorunlu olduğuna inanmaktır. Risalete iman etmek aynı zamanda meleklere, semavî kitaplara, peygamberlere ve Kur'an'a inanmaya da şamildir. Çünkü bunlar Allah (Celle Celalühu) Rasulü'nün getirdiği talimatların bir parçasıdırlar.
Üçüncüsü ahirete inanmaktır. İnsanın bu dünya hayatı ilk ve son değildir. İnsan ölümden sonra tekrar diriltilecektir. Bu dünyada işlediği amellerin hesabını Allah'a verecek ve bunun sonunda salih olanlar mükafaatlandırılacak, kötü olanlar cezaya çarptırılacaklardır. Bu şekildeki iman, üzerine temiz hayattan bir bina inşa edilebilecek ahlâk, yaşayış ve karakter için sağlam bir temel teşkil eder. Yoksa, insanın hayatı ne kadar parlak gözükse de eğer imanı yoksa onun durumu dalgaların amansız olarak sağa sola sürüklediği ve hiçbir yerde karar kılamayan bir gemiye benzer.
İnsanın hüsrandan kurtulması için gerekli olan, imandan sonraki ikinci özellik salih ameldir. "Salih" kelimesinin anlamı bütün iyiliği kapsar. Küçük ve büyük iyilik de buna dahildir. Ama Kur'an'a göre iman kökü olmayan hiçbir amel salih amel sayılmaz. Herhangi bir amel Allah (Celle Celalühu) ve Rasulü'nün bildirdiği hidayete uygun işlense de iman olmaksızın salih amel sayılmaz. Onun için Kur'an-ı Kerim'de nerede salih amelden söz edilmişse orada iman da zikredilmiş ve salih amel imandan sonra anılmıştır.
Bu surede de, insanın hüsrandan kurtulması için imandan sonra salih amel işlemesi gerektiği bildirilmiştir. Diğer bir ifadeyle, salih amel olmadan sadece iman ile bir insan hüsrandan kurtulamaz.
Yukarıda zikredilen iki sıfat her fertte olmalıdır. Bu surede daha sonra, hüsrandan kurtulmak için gerekli iki sıfat daha açıklanmıştır. Bunlar, iman ettikten ve salih amel işledikten sonra birbirine hakkı telkin ve sabrı tavsiye etmektir. Bunun anlamı, birincisi, iman edenler ve salih amel işleyenler bunu ferdî olarak yapmakla kalmamalı, aynı zamanda mü'min ve salih bir toplum meydana getirmelidirler.
İkincisi, bu toplumu bozulmaktan koruyabilmek için her fert kendi sorumluluğunu idrak etmelidir. Onun için toplumunun bütün üyelerine, birbirlerine hakkı ve sabrı telkin etmeleri farzdır.
"Hakk" kelimesi "batıl"ın zıttıdır. Genellikle bu iki manada kullanılır. Birincisi, doğruya, adalete uygun ve gerçek sözdür. İster akidevî iman ile ilgili olsun, ister dünyevî meseleler hakkında olsun aynıdır. İkincisi, insanın yerine getirmesi vacip olan haktır. O, Allah'ın hakkı, insanların hakkı veya nefsinin hakkı olabilir. Hak kelimeyi tavsiye etmenin anlamı, ehl-i imandan müteşekkil toplumun, hakka karşı batılın yayılmasına seyirci kalmayacak kadar duyarlı olmasıdır. Bu gibi toplumlarda ne zaman ve nerede batıl baş kaldırsa, hak kelimesini söyleyenler seslerini yükseltmelidirler. Toplumda her fert sadece kendisi hakkı, doğruluğu ve adaleti yerine getirmekle kalmamalı, aynı zamanda bunu başkalarına da tavsiye etmelidir. Bir cemiyeti ahlâkî düşüşten korumak ancak bu şekilde mümkün olur. Eğer cemiyette bu ruh yoksa toplum hüsrandan kurtulamaz. Şahsî olarak hak üzerinde bulunanlar, cemiyetin bozulmasına seyirci kalmaları sonucu hak üzerine de kaim kalamazlar. Hüsrandan kurtulamazlar. Bu nedenle Maide suresinde; Hz. Davud ve Hz. İsa diliyle Beni İsrail'e lanet edilmiştir. Bu lanetin sebebi, o dönemde Yahudi toplumunda yaygın olan günah ve zulüm irtikabını birbirlerinden menetmemeleriydi. (Maide 78-79) Ayrıca A'raf suresinde, Beni İsrail'in Cumartesi yasağını açıkça çiğneyerek balık tutmaya başladıkları, bu nedenle de onlara azab indirildiği, bu azabtan ancak günahı önlemek için çaba sarfedenlerin kurtulduğu açıklanmıştır. (A'raf 163-166) Aynı şey Enfal suresinde de açıklanmıştır: "Azabı, sadece günah işleyenlerle kalmayacak fitneden sakının." (Enfal 25) Onun için emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l münker ümmete farz kılınmıştır. (Al-i İmran 104) Bu farizayı yerine getiren bu ümmete, en hayırlı ümmet denmiştir. (Al-i İmran 110)
Hak kelimeyi tavsiyenin yanı sıra, ehl-i iman ve onların toplumunun hüsrandan kurtulabilmesi için toplum üyelerinin birbirine sabrı telkin etmesi de şart koşulmuştur. Yani hakkın ve onu himaye etmenin uğrunda karşılaştıkları bütün zorluk, musibet, meşakkat, zarar ve mahrumiyetler karşısında birbirlerine, sebat göstermeyi telkin etmelidirler. Her fert, bu şartlara karşı sebat göstermesi için diğerine cesaret vermelidir. İnsan sabrı hem kendine hem de çevresine tavsiye etmeli ve bu konuda onlara yardımcı olmalıdır. Mesela: başına her hangi bir musibet veya dert gelen bir müminin sıkıntısını gidermek suretiyle onu rahatlatmak, acısında ona ortak olmak suretiyle hakka karşı rıza ve teslimiyetini artırmak, yine günahlardan kaçma noktasında sabrını artırıcı sohbet ve telkinlerde bulunmak, iyiliği işlemesini kolaylaştırmak, mutlu ve huzurlu bir İslami hayat yaşayabilmesi için bilgi desteği veya psikolojik destek sağlamak, her halükarda müminleri rahatlatmak, hepsi sabrı tavsiye etmek ayetinin açılımını ifade eder. Bu ahlak da Allah-u Teala'nın kullarında görmekle memnun olduğu , onları sevdiği ve hüsrandan kurtaracağını vaat ettiği kullarının vasıflarındandır.
Cenab-ı Hakk cümlemizi bu surenin ifade ettiği manaları anlayabilen ve hayatına taşıyabilen kullarından etsin. Âmin!
Allah'a emanet olun.