Bu tip insanlar, deniz diplerinde bulunan kumlara nazaran,inciler gibidirler.Büyük ahlâk kahramanları, ideal insanlar,esef edelim ki,kemiyetçe pek azdırlar. Bu ahlâk kahramanları, hayvan adamın ve dramatik adamın bütün çilesini yaşayarak,büyük bir ceht ve azim sarfederek doğabilmişlerdir. Bu ahlâk kahramanları, varlığa "iç gözleri" ile bakarlar. "Dış gözleri" ile yani duyumları ile, gördüklerini, "iç gözleri" ile gördüklerine göre tevil ederler.
Bunlar, İmam-ı Gazâli'nin "dış gözleri ile bakıp iç gözleri ile gören" dediği; sınırlılığı sonsuzluğun, fâniliği ebediyetin, esareti hürriyetin, yaratığı Yaratanın anahtarı gibi idrâk edenlerdir.Kısacası,bunlar, dış gözlerini,iç gözlerinin "anahtarı"halinde kullanan ulu kişilerdir. Sadece dış gözlerini kullanıp iç gözlerini yumanlar,bu ulu ve yiğit kişilerin söz,hareket ve mücadelelerini nasıl idrak etsinler ?
İmam-ı Gazali,"insan,önce dış gözü ile bakmalı,sonra da iç gözü ile görmelidir.Yalnız,şu var ki, dışa ait fevkalâdelikler sonsuz değildirler,birer sonları vardır ve âlemdeki cisimlerle ilgilidirler. İçe ait hârikuladelikler ise sonsuzdurlar,ruhları ve gerçekleri ilgilendirirler ki, bunlar sonsuzluğu ifade ederler". Yine "dış göz,iç gözün anahtarıdır,derler ve yaratılışın tuhaflıklarını görmek bakımından faydasız da değildir. Mamafih dış gözü olup da iç gözü olmayanın mertebesi de hayvana yakındır.
Yine İmam-ı Gazali: "Bu kadarı bilinmelidir ki, ilimlerin hepsi his yolları ile değildir. Belki âlem-i melekuttandır. Bu dünya için yaratılmış hisler, âlem-i melekutun mütalaâsına, elbette perde olurlar" diye buyurur.
Duyularımız şuurumuzu uyandıran dışı, şuurumuz ise uyanan içi ifade ederler. İdrâkimizin kapısını, duyumlardan gelen sınırlılık,fânilik,esirlik,çokluk ve izafilik tokmakları çalmasa idi, şuurumuzdaki sonsuzluk,ebedilik, hürriyet,birlik ve mutlaklık uyanıp aydınlığa çıkmayacaktı.İdeal insan,bu uyanıklığa ulaşan,duyumlar dünyasındaki izafiliği kavrayan ve kendi varlığını acı bir tebessümle seyreden, Allah'ı şiddetle özleyen insandır. Onlar,kendilerini ve kendini varlığın dışında ayrı bir birim halinde tutmaya çalışan "egolarını" duyumların bir yanılması olarak görürler.
İmam-ı Rabbani'nin ifadesi ile "kendilerine gelmeyi küfür bilirler", vücutları ve duyuları kendilerine ağır gelir.Onların en belirgin özellikleri "kendilerini feda etmektir". Onları duyusal lezzetlerle aldatmak, duyusal ıstıraplarla korkutmak,alkışla memnun, "yuha!" ile tahkir etmek mümkün değildir. Onlar,ebedi olanın,hür olanın,sonsuz olanın,bir olanın,kısacası Allah'ın aşk ve ateşinde erimişlerdir. Onlar, Allah'ın "muhabbetimin öldürdükleri" olarak öğdükleri kimselerdir. Bunlar, "yaşayan şehitlerdir". Başkalarının can attığı makamlar,onlara asla câzip gelmez. Onları oraya getirmek demek,onlardan kendilerini feda etmelerini istemektir.
Örneklerini, Hazreti Ebu Bekir'de ve Hazreti Ömer'de gördüğümüz gibi,sorumluluk onları bir ateş gibi sarar. Onlar için en, büyük ıstırap, çok büyük istidatlarla yaratılmış insanın şeref ve haysiyetinin alçaltılmasıdır,insanın insan eliyle köleleştirilmesidir. Oysa insan yalnız ve ancak, ebedi olana,mutlak,hür,bir ve sonsuz olan Allah'a muhtaçtır. Makam ,mevki,para,güç,zekâ,selâhiyet... hiçbir şey insanın istismarına fırsat vermemelidir. İnsan,kendini hayvan olmaktan kurtarmalı,duyularının üstüne sıçramalıdır. Fert fert, her insanın davranışı ebediliğe, hürriyete, sonsuzluğa,birliğe, mükemmelliğe doğru olmalıdır.İnsanı,bunlardan uzaklaştıran her şey bâtıldır, yanlıştır,kötüdür.
İdeal insan, her ân bir nefs muhasebesi durumundadır,her ân Allah'a hesap verir. O,bunun için yanlızlıktan asla korkmaz, bilakis yanlızlığı sever ,esasen en gürültülü sürü hayatı içinde bile, o, bu yanlızlığı arar, yüzünden derin bir üzüntünün çizgilerini taşır.İdeal insan için, yanlızlık Allah'a hesap verme zamanı, topluma katılma ise, insanın şerefini kurtarma savaşına katılma sorumluluğunu idrâk zamanıdır. O,her ikisinden de vaz geçemez.O, dramatik insandan farklı olarak, kendi derdi ile dertlenmekten kurtulmuş olup çileleri insanlık adınadır.
Kuvvetli fertlerin,toplumların,zümrelerin elinde ve önünde köleleşen, ezilen,alçalan,sürünen insanları ve hatta hayvanları gördükçe ıstırap duymaktadır. İdeal insan, tıpkı Hazreti Muhammed gibi, yalnız ve ancak Allah'a tapınan ve ondan yardım dileyen,başka insan ve fert ve guruplarına boyun bükmeyen insanların dünyasını özlemektedir. Onlar, kendilerindeki mükemmelleşme iradesinin zirvesine ulaşmakla kalmayıp insanlığı da aynı noktaya sürüklemek sorumluluğunu bitmez ve tükenmez bir ıstırap halinde yaşamaktadırlar.
Onlar,duyusal açlığı asgariye indiren,şuurlarındaki ebediyete,hürriyete,sonsuzluğa,birliğe,kısacası Allah'ın sıfatlarını temsil eden bu değerlerin de ötesine, İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ifadesi ile "ötelerin ötesine" manevi bir açlığı bütün dehşeti ile yaşayan mutlu kişilerdir…