Çocukken (Allah affetsin), bahçemizdeki bir karınca yuvasını bozmuştum. Ben böyle yapınca bütün karıncalar yiyecek derdini bir tarafa bırakıp, yuvanın içine dökülen kum tanelerini çıkarmanın derdine düştüler. Hepsi birden. Ağzında yiyecekle gelen karıncalar bile, yiyeceklerini kenara bırakıp diğerlerine yardıma koyuldular. Çok üzülmüştüm. Benim sadece merakım ya da keyfimce yaptığım bu çok haince davranıştan ötürü, ana görevlerini bir tarafa bırakıp, belki de günlerce yuvayı eski haline getirme telaşına düştüler.
Şimdi bakıyorum da, şahsiyet olarak bilinen kimi insanlar, benim o çocuk aklımla bile yapamadığım kadar büyük yıkımları bu kadar düşüncesizce ve onca ilimleri ola ola yapmaktan hiç çekinmiyorlar. Sağduyulu insanlar, tüm insanları İslam'a yönlendirmeye çalışırken ve bunun için neredeyse tüm vakitlerini harcarken, "Ben İslam'ı anlatıyorum" diye ortaya çıkmış ve ömrü boyunca bunu anlatmış kimi insanlar, bir gün öyle büyük bir gaf yapıyorlar ki… onbinlerce hizmet ehlinin yıllar süren mücadelesini, adeta benim bozduğum karınca yuvasına çeviriyorlar. İradesine, zevkine, merakına hakim olamayıp, tüm insanların kafasında kaos oluşturacak tavır ve sözler sarf edebiliyorlar.
Diyeceksiniz ki, kaale almıyoruz bu tür insanları. Hayır, keşke öyle olsa. Çünkü bir olay gündemden düşene kadar insanlar size bunu soruyor. Cevap vermek, izah etmek zorundasınız. Çile sadece bununla da kalmıyor. Birinin zaafını yakalamayı bekleyen İman engelliler, bu malzemeyi ısıtıp ısıtıp yıllarca sofraya koymanın zevkini yaşıyor. Bütün Müslümanları bu skandalın içine atarak egosunu tatmin ediyor. Olur olmadık ortamlarda bunun kulisini yapıyor. O zaman onbinlerce hizmet ehli insan da karıncalar misali, asıl misyonlarını aksatıp, zıvanadan çıkan bu Müslüman'ın, diğer Müslümanların beyninde oluşturduğu yıkımı temizleme derdine düşmezler mi.? Yani istemesen bile kaale almak zorundasın. Görüyor musunuz, çok gibi göründüğü halde, Ümmet-i Muhammed'in derdi ile gerçek manada ilgilenen şahsiyetler ne kadar az.
Zaten manevî açlığımızın en büyük sıkıntısı da budur. Yani anlattığı gibi yaşayan ilim adamlarının "Yok" denecek kadar az sayıda olması. Teorik bilgileri bilmek, insana Allah katında bir makam vermez. Ancak dünyalık bir makam verir ki o makam da ilk hatada çöker gider. Bu bilgiler pratiğe dökülmediği müddetçe insana ciddi bir vebal olduğu ayetlerle de bildirilmiştir. Kur-an, hadis, fıkıh gibi ilimlere sahip olan kişiler, bu bilgileri kendi hayatlarında uygulayamadığı müddetçe, insanları anlattıkları ile pek de fazla etkileyemezler.
Adam gibi adamlardan Allah (Celle Celalühü) razı olsun. Tarihte nice insanlar vardır ki, Peygamber'imizin ahlakını kendilerine şiar edinmiş ve buna göre yaşamayı başarıp Hz. İnsan olarak tarihe geçmişlerdir. Kur-an ve sünnet ortada, her türlü ilim ve bu ilimlere ulaşma kolaylığı da ortada. Bu ilmi bilenler de ortada. Yani her şey hazır. Geriye bir tek uygulamak kalıyor. Şimdi birkaç satırla, uyguladığını iddia eden kimi insanların neden tepetakla olduklarına bakalım.
Teorik bilgileri kendi yaşantısında pratiğe dökemeyen bir insan, anlattığı bilgilerin pratiğe dökülebileceğinin ispatını yapamadığı için, bu ilmi kendi yaşantısında uygulayamama hastalığını da iyileştiremeyecektir. Tedaviyi kendi üzerinde gerçekleştiremeyen bir ilim adamı, teşhis koymaktan öteye geçemeyecek, teşhisin ilacını veremediği için, kendisi de tedavi bekleyen hastalarla aynı koğuşta doktor bekleyecektir. Böyle bir insanın, anlattığı gibi yaşayamamasının sebebi, davasına inancının zayıf olması ve de özellikle "anlattığı gibi yaşamayı başaran insanlardan uzak kalması" yüzündendir. Diğer bir tabirle, kibiri, nefsi ve öğrendiği ilmi ile baş başa kalmasıdır.
Günümüz Müslüman'ının en büyük arzusu ise, karşılarında kendilerine sohbet eden insanın, ilmi ile amel eden bir insan olduğunu görme arzusudur. Bu samimi insanlar yok demiyorum, sadece çok az sayıda ve yetersiz diyorum. Sizce de öyle değil mi? Bir ilim adamı düşünün ki, ömrü boyunca İslam ilmine kırk elli yıl zamanını harcıyor, her türlü doğru ilmi, hem de doğru kaynaklardan öğreniyor, sonra insanlar bir Show programı seyrederken o çıkıyor sahneye ve daha onu görür görmez insanlar gülmeye başlıyor, kendi aralarında espriler yapıyor. Ya da şehveti galebe çaldığında, ahlakı, lastiği kopmuş eşofman gibi hemen aşağıya iniveriyor. Veya kendisi medyatik oluyor, dilini evliyalara fırın küreği gibi uzatmaya başlıyor. vs.
Oysa bu insanlar o zamana kadar halkın gözünde, İslam'ı temsil eden insanlar olarak tanınıyordu. Halkın, böyle bir insanı gördükleri anda akıllarına hemen Allah ve Allah ile ilgili şeyler gelmesi gerekirken, nasıl bir espri yapacağı ile ilgili düşüncelerin gelmesi, ya da falanca skandalın adamı olduğunu hatırlaması, bu ilim adamının anlattığı gibi yaşayan biri olmadığının delilidir. Halbuki halk, Mevlana'ları, Gazali'leri, Geylani'leri gördüğünde veya duyduğunda, akıllarına hemen Allah ve İslam'la ilgili konular gelir. Gelmelidir.
İslam'ı temsil noktasında halk içinde tanınmış olan önemli ve az sayıda yetişen şahsiyetlerin, kendilerini küçük düşürücü her fikri, her davranışı, temsil ettiği İslam'ın misyonuna da, yani bu hizmetin sağlığına da zarar verir. Bu insanlar, şahsiyetlerini zedeleyecek en küçük bir davranıştan bile kaçınmalıdır. Şayet halk, bu insanın şahsiyetine önem vermezse, anlattığına da önem vermez. Çünkü iman engellilerin asıl derdi, bu şahsiyeti lekelemek değil, bu şahsiyetleri bahane ederek İslam'ı lekelemektir. Bir şahsiyet, bunu düşünemeyecek kadar düşünce özürlü ise, İslam, onun için sadece hobidir.
Evet, insan duygulu olabilir, esprili olabilir, şehvetli olabilir, önemseme konusunda ciddi olduğunu iddia edebilir. Ama önemsemenin delili, icraattır. Davaya veya savunduğun fikre hizmettir. Allah'ın rızası ve Allah'ın davası için nefsinin her türlü isteğinden gerektiği kadar feragat etmektir. Hepimiz insanız. Dolayısıyla zayıfız. Allah yardım etmezse, nefsimize güç yetiremeyiz. Bilmiş bilmiş konuşuyorsa bir insan, konuştuktan sonra eve gidip televizyon zaplamadan önce bir şeyler yapmalıdır. Ve bu bir şeyler, az önce konuştuklarını icraata döktüğünü gösteren şeyler olmalıdır. Yani çalışmalıdır. Din için, İman için, Allah rızası için çalışmalıdır. Günlük yaşantısında da her hareketi ve her sözü ile hizmet modunda olmalıdır. Eğer bir insan, İslam'ı anlatan bir şahsiyet konumuna gelmişse, artık o insanın "kendi hayatı" diye bir lüksü yoktur. O hayat, artık halk'a aittir. Ümmet'e aittir.
Allah Resulü ne güzel söylemiş "Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür" diye. O halde, bir ilim adamının yıllar sonra ölçüsünün bozulması, (Allah muhafaza,) âlemin ölçüsünün bozulmasıdır.
Bu sebeple, ilmi ile amel eden insanları tüm edebimizle baş tacı etmeliyiz. Allah, içinde bulunduğumuz nesile, ilmi ile amel eden insanların en çok yetiştiği nesil olmayı nasip etsin inşallah. Çünkü bundan sonraki neslimizin en büyük ihtiyacı budur.
Allah'a emanet olunuz.