Müslümanlar, Allah'ın nasip ettiği hidayet yolunda ilerlerken, Hz. Peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) arkadaşları olan ashabın en güzel özellikleri ile donanmak, onlara benzemeye çalışmak, onlar gibi takva sahibi olmak için mücadele verirler. Doğal olarak da böyle yapılması gerekir. Çünkü onların içinden kimileri daha dünyada iken cennetle müjdelenecek kadar mükemmel bir hale gelebilmişlerdi. Elbette akıllı insan, onlara benzemek ister.
Fakat insan tek hal üzere değildir. insanda iki hâl bir arada bulunur. Bu iki halden biri doğuştan sahip olduğu (fıtrî), biri de sonradan sahip olduğu (taklidî) halidir. Örneğin ashabın hepsinin de çok cömert olduğu, ama Hz. Ebubekir'in cömertliğine hiç birinin ulaşamadığı gibi. Zira Hz. Ebubekir'in cömertliği, ona doğuştan verilen fıtri bir özellikti. O, verirken hiç bir zaman eli titrememişti zaten. Ya da, cahiliye döneminde bile hiç içki içmediği gibi fıtrî bir özelliğe sahipti onun cömertliği. Onun gibi olmak isteyen insanlar ise elleri titreye titreye vermeye başladılar ve nihayetinde gönül rahatlığı ile veren, veren el olmaktan da mutluluk duyan insanlar haline geldiler. E, olunması gereken buydu, onlar da oldular.
O zaman mesele yok. Fakat imtihan öyle bir zamanda ve öyle bir hal üzereyken geliyor ki, işte o anda fıtratında cömertlik olan ile sonradan cömert olanın rahatlıkla ayırt edildiği bir hal yaşatılıyor insana. O anda imtihanı ya kazanıyor ya da kaybediyor insan. işin güzel yanı, kazansa da kaybetse de aynı sınav tekrar yapılıyor. Allah'ın rızasını kazanma mücadelesi veren bir Müslüman, son nefesini verene kadar bu her iki hali de üzerinde barındırır. istese de bunları bir'e indiremez. Bu iki hali cem edip tek hal üzere yaşamayı başarabilse dahi, aslında kendisindeki halin iki ayrı halden oluşan bir bütün olduğunu asla aklından çıkarmamalıdır. Bunu aklından çıkardığı anda, hangi hali ile davrandığının analizini yapamayacağı için, kimi günahları veya hataları doğal görebilir. Ya da mubahları gönül rahatlığı ile yaparak takvalığını zedeleyebilir.
Oysa insan, kamil-i mükemmil'dir. Kâinatın halifesi olacak kadar mükemmeldir. Bu mükemmelliğinin içinde, iki hal bir arada bulunur. Yani fıtrî özellik olarak iyi özellikler verildiği gibi, kötü özellikler de verilebilir. Kötü demeyelim de, eksik olarak verilip, tamamlanması insana bırakılan özellikler diyelim. Zaten insanı halife yapan da bu iki özelliğin bir arada verilmesidir. Fıtrat buna denir. Burayı biraz daha açacak olursak; iyi özellikler, Allah sevgisinin tetiklemesi ile doğru yolda kullanılarak aslına döndürülmesi sonucu insana değer kazandırdığı gibi, kötü özelliklerinden de Allah korkusu ile vazgeçmesi sonucunda aynı değeri, belki de daha fazla değeri kazandırır.
Sonuçta, bir insanda bulunan negatif ve pozitif değer hammaddelerinin her ikisi de ıslah edilerek pozitif hale getirildiğinde, o insan Kamil bir insan kimliğine ulaşılır. Nitekim bu temel üzerine ibadet ve itaat eden bir Müslüman, fıtraten edindiği iyi özelliklerin ipini elinden bırakmamalı, terk ettiği kötü özelliklerine de (yani bir nevî eğitilmiş düşmanına) asla sırtını dönmek, onu hafife almak gibi bir gaflete de düşmemelidir. Zaten işaret etmek istediğim konu da bu. Tehlike burda. insanın, "Düzeldim" dediği konular, Allah'ın merhameti sebebi ile ölene kadar sayısız defa karşımıza getirilir. insan aynı sınav ile defalarca karşılaştığında, "Allah'ım, ben bu konuda düzeldim, neden hala beni aynı konuda imtihan ediyorsun" diye sitem eder.
Oysa, Allah (Celle Celalühü) ölene kadar aynı hastalığın pansumanını yapar. iyileşmediği için değil, bu yara tekrar mikrop kapmaması için ömür boyu kontrol altına alınır. Bakınız, kurtulduğumuz kötü özelliklerimiz, adeta gözaltında tutulup da her gün emniyette "bu şehirdeyim, bir yere gitmedim, bugün de bir vukuatım olmadı" yazısını imzalayan, şartlı salıverilmiş bir suçlu muamelesine tâbi tutulur. Bu uygulama, Allah'ın kulunu usandırması değil, kuluna apaçık bir merhametidir. Tansiyonun düzelmesinin yeterli olmayıp, ömür boyu aynı hapı kullanmak gerektiği gibi. Aynı şekilde, fıraten verilmiş olan iyi özelliklerimiz de aynı sayıda, hatta daha fazla sınava tâbi tutulur. Neden? Çünkü güzel özelliklerimiz görevimiz olarak verilmiştir ve kullanıldığı müddetçe ahret sermayemiz artar. Kötü özelliklerimiz nasıl ki kurtulunması için verilmişse, iyi özelliklerimiz de devamlı olarak doğru yolda uygulanması için verilmiştir.
Kendisine hidayet nasip olan bir insan, kulluk etme yoluna girdiğinde, düzelme ve ölçülü olma sohbetlerini bir çok ortamda bulabilir. Fakat kalp kırmak, inadında ısrarcı olmak, kibir, uçup... gibi hastalıkları insan her ortamda, hatta kendi cemaatinin içinde dahi üzerinden atamayacağı gibi, bu hastalıkları yeneceği cemaat içinde bile vakar veya duruş sergilemek adına, kibiri vakar, kalp kırmayı dost tavsiyesi zannede ede yaşamaya devam edebilir. Buradaki püf noktası, lider olmakla lider zanneat edebilir gibi olmanın arasındaki farktır. Liderin fıtratındaki iyi özellikler alabildiğine fazladır ve lider doğaldır, taklidî değildir. Talebe ise en fazla lider gibidir, lider olana kadar lider değildir. Dolayısı ile, eleştirilere açık olmayan ve taklidî olarak kazandığı özelliklerini fıtrî değeri zanneden bir Müslüman, bu hastalıklarını ömür boyu yenemeyeceği gibi, düzelme kapısını da bir daha açmamak üzere kapatması işten bile değildir.
Bir insanın kalitesinin değeri, diğer bir tabirle hamuru, fıtrî özelliklerinin içinde "iyi" olarak verilen özelliklerin sayısının fazlalığı ile ölçülür. Dolayısıyla kalp kırmamak, cimri olmamak, kibirli olmamak gibi konulardan emin olmak, kumaşı kaliteli olan insanların işidir. Kalıcı kalite, öğrenme ile değil de, şayet hamurunda ham maddesi varsa, işlenmesi ile ortaya çıkar ve kalıcı olur. Hamurda yoksa, yapıştırma ölçü ile sahip olunması gerekir ve her an kaybedilecek bir özellik olarak kontrol altında tutulmalıdır. Aksi halde bir gün ortaya çıkar ve sahibine kendini gösterir. Bunu basireti ile insanın kendisinin görebilmesi için, o insanın fıtratına mutlaka "doğruyu kabullenme ve doğruyu algılama" özelliğinin verilmiş olması gerekir. Ehl-i Beyt'lere verildiği gibi bir özellik yani.
İnsan, iyi özellikler edinip de, bunları fıtrî özellik zannetmemeli. Taklid-i iman ile edinilmiş olan özellikler de fıtrî olarak verilen özellikler kadar önemlidir. Fakat, taklidî olarak edindiği güzelliklere güvenen bir Müslüman, kendisindeki düzelmiş olma zannını fark edemese bile, diğer insanlar mutlaka bunu fark ederler. Bir Müslüman düşünün ki, ibadet ve taatını hiç aksatmayıp, nafilelerle süslemiş olsa dahi, şayet o insan kalp kırmayı nasihat, gönül almamayı vakar zannediyorsa, taklidi bile beceremeden ömrünü zayi eder.
Şu üç özellik çok önemli. Davaya iman, büyüğe saygı, küçüğe sevgi. Yani ille de ahlak. Şayet bunlar bir insanın fıtratına verilmemişse, o insan seçilmiş insan değildir. Bir insan, "seçilmiş insan" olmadığını rahatlıkla fark edebilir. Ne mutlu bize ki, bunu fark eden insanın aynı mertebeye çıkmasına da engel konulmamıştır. Bu sefer kendisine verilen joker hakkını kullanarak, bu özelliklere taklidî olarak sahip olma yoluna gitmelidir. Sadece dikkat etmesi gereken tek nokta var. Her ne kadar pozitif bir insan olmayı başarmış olsa da, taklidî olarak edindiği güzel özellikleri her an kaybedebileceğini unutmayacak kadar uyanık yaşamalıdır.
İnsanın, sonradan edindiği gibi lanse etmesin asimda. Çünkü bu riya a* eg, insanın, sonradan edindiği özelliklerini fıtri özelliğiymiş gibi lanse etmesinin fazla bir sakıncası da yok aslında. Çünkü bu riyakârlık değil, aklen sahip olunulması gereken güzel bir özelliktir. Sakınca şu ki, gaflete düştüğü bir anda fıtri özelliği olmayıp, yapay özelliği olduğunun ortaya çıkması, onun sohbetini alan insanların aklının karışmasına ve aklı karışan bu insanların, islamı anlatan insanlara olan güveninin azalmasına sebep olur.
Oysa fıtri olan iyi özellik hiç değişmez. Terk edilemez, vazgeçilemez, değiştirilemez, gaf yapılamaz. Doğaldır çünkü. Natürel özelliktir. Gayri ihtiyari davranış veya bakış açısıdır. istem dışı harekettir. Sıfatlaşmıştır. Örnek vermek istiyorum, gece yarısı ağlayan bir bebeğe bir annenin yatağından fırlayıp kalkması ile bir babanın yatağından fırlayıp kalması bir değildir. Annenin davranışı fıtrî, babanın davranışı ise yapay bir özelliktir.
Dikkat edin, sahte demiyorum, sonradan kazanılan iyi bir özelliktir diyorum. Baba, bunun fıtrî bir davranış olduğuna emin olmak gibi bir hata yaparsa, yorgun bir günün gecesinde uyanamaz. Çocuk ağlamaktan çatlar. Veya bir-iki ay sonra hanımını dürter "kalk, çocuğa bak" diye. Ama anne ne kadar yorgun ve uykusuz olursa olsun aynı şekilde uyanır. Hatta komşunun çocuğunun ağlamasına bile uyanır ve ağlaması durana kadar yatağında yarım uyku halinde olur. Kendi evladı olmadığı halde. Abartmıyorum, düşmanının çocuğu olsa bile. Bu bir tahmin tabii ki, ben bir erkek olarak annelik fıtratını yaşayamam ama böyle olduğunu, hatta bundan daha mükemmel olduğunu tahmin ediyorum.
0 halde düzelmek için; Bir taraftan iyi olan fıtri özelliklerimizi fiiliyata dökerken bir taraftan da (tabiri caizse) kötü olan fıtrî özelliklerimizi, aklımızı devreye sokarak, ( benim ahretim için ne menfaatli ise ben öyle yaşamalıyım diyerek) kendi kendimizi motive ile taklidi olarak değişme mücadelemizi yaparak, kendimize sahip çıkmalıyız. insan gibi insan olmanın master eğitimi bu. Diğer bir yol ise, "ben böyleyim, işine gelirse..." yoludur ki, Allah muhafaza, o insan ne düzelir, ne düzeltir.