Bir müslüman, iyi bir mümin olmaya nereden başlamalı? denirse ona verilebilecek cevap ne olmalı dersiniz? Çokça namaz kılarak mı veya oruç turarak mı? Yoksa Allah (C.C) yolunda malını cömertçe harcayarak, hizmet ve cihad ederek mi? Veya içkiye, zinaya tevbe ederek mi? Evet bunların hepsi kıymetli ameller. Ama bunların hiç birisi gerçek müslümanlığın püf noktası işler değil. Allah'ın (C.C) bizi bir kul olarak ciddiye almasını ve bütün amellerimize kıymet vermesini, onları son derece cömert bir şekilde mükâfatlandırmasını istiyorsak, çok önemli bir ayrıntıyı ıskalamamamız gerekiyor. Bu ayrıntıya girmeden önce mesela diyerek Efendimiz'den örnek vermek istiyorum. Size birisi iltifat etse veya sizi meth-ü sena etse o sözlerin sahibinin sizin katınızdaki değeri gündeminize taşınır elinizde olmadan.
Mesela sizi metheden kişi çok yalancı, hiç bir işine güvenilmez kaypak ve dalkavuk birisi ise bu iltifatlara yeni bir yalan diye bakamadan edemezsiniz. Ve neticede, şahsiyet karakter olarak o kişi sizin gözünüzde değersiz olduğundan dolayı da, sizin için yaptığını iddia ettiği bütün söz ve davranışları bütün cömertlik ve fedakârlıkları, görüntüde ne kadar yüce işler de olsa sahte bir para gibi ister istemez gözünüzden düşerler. Öyle ya; sahte paranın milyonlarca dolar etmesinin ne önemi var ki, zira gerçek olan bir dolara değişilmezler.
Bunun zıttı olarak, size değer veren, size saygı duyan, size iltifatlar yağdıran kişi özü ve sözü doğru bir kişi ise, aklı, ilmi, güzel ahlakı ve doğruluğu ile kendisine saygı duyulan, fikirlerine aklına ilmine değer verilen, kişilikli, şahsiyet sahibi birisi ise o övgüler ve iltifatlar sizin kalbinizi sevinç ve mutluluğa boğacaktır. Bu örnekten hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, insanları Allah (C.C) katında değerli yapan en önemli ahlak ne cömertlik, ne kahramanlık, ne çok ibadet ne de çok ilim v.s. dir. "O halde nedir insanları Allah (C.C) katında en kıymetli makama çıkaran amel?" denirse sohbetin gelişinden de anlaşıldığı üzere önce "doğruluktur."
Yüce Rabbimiz bu ahlakın önemini anlatmak için Zatı'na da hamlederek, önce bu ahlaka en çok kendisinin sadık ve bağlı kaldığını ifade eder, sayısız ayet-i kerimede. Halbuki O'nu bu işe zorlayacak hiçbir güç yoktur. Mesela; "Allah'tan (C.C) daha doğru olan kimdir..." (en-Nisa, 4/87) ve "Allah (C.C) hak olarak va'detti. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır..." (en-Nisa, 4/122) ayetleri...
Yine hemen arkasından gönderdiği peygamberlerinin doğruluğunu överek anlatır. "Kitap'ta İsmail'i de an. Çünkü o va'de sadık rasul bir nebi idi" (Meryem, 19/54).
"Kitap'ta İbrahim'i de an. Çünkü o sıddîk nebi idi" (Meryem, 19/41). Yine son Nebi Hz. Muhammed (Salallahu Aleyhi ve Sellem)'in de sadık olduğu, yalancılardan olmadığı Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde anlatılır. Evet, o Yüce Nebi, Yüce Rasûl (Salallahu Aleyhi ve Sellem), peygamberlikten önce de İslâm tarihine bakıldığında inananların ve düşmanların şehadetiyle "sıdk" sahibidir, "el-emin"dir. Yani o özünde, sözünde ve bütün duygu ve davranışlarında, kıl kadar yalana tenezzül etmeyen, meyletmeyen sıddîk bir Rasül, bir Peygamberdir (Salallahu Aleyhi ve Sellem). "Peki öneminden bir nebze bahsettiğimiz sıdk, doğruluk nedir?" denirse sözlükler sıdkı şöyle izah ederler. "Herşeyde doğru olma, söz ve fiilinin birbirine uygun olması. Verilen sözlerin yerine getirilmesi de sıdk". Söylenen sözlerin doğru olması da "sıdk." Kur'an'da daha çok rasûller için kullanılan "sıddîk" ise sıdk'ı en fazla olan, yani asla yalan söylemeyen kimse demek...
Yukarıda lugat anlamı kısaca açıklanan "sıdk" terimi, peygamberlerin en önemli özelliklerinden biri. Açıkçası risalete ehil olabilmek için her peygamberin bu sıfatı üzerinde taşıması gerekiyor. Sıdk, aynı zamanda Kur'an-ı Kerimin bir ismidir.
"Sıdk (doğru olan Kuran)ı getirene ve onu tasdik edenlere gelince, işte muttakiler onlardır" (ez-Zümer, 39/33);
Kur'an-ı Kerim'de genel olarak doğruluktan ve doğruluğun faziletinden bahseden pek çok âyet-i kerime var. Bu âyetler mü'minlerin sadıklarla beraber
olmalarını emreder. Allah (C.C) buyurur ki: "Ey iman edenler! Allah'tan korkunuz ve sadıklarla beraber olunuz " (et- Tevbe, 9/119). Burada Şenel İlhan Beyefendi bu ayetin yorumu ile ilgili olarak "Allah (C.C) kullarına sadık olmayı emretmez, ama sadık kullarla olmayı emreder. Bunun inceliği sadık olmayı başarmak zordur. Çok nadir insan sadık olma sıfatını hak eder. Ama her kulun doğru olmaya çalışmak, yalandan kaçınmak boynunun borcudur. Sadık olmayı elde edebilmek için en kolay yol Allah'ın (C.C) Kur'an'da işaret ettiği gibi sadık kulların sohbetlerine devam ve onlarla birlikteliği artırmaktır. Doğruluk .düşüncede, niyette, iradede, azimde, sözde, amelde olur. Bütün bunların doğruluğunun tespiti ve teyidi için referans alınacak kaynak Kur'ân ve Sünnet'tir. Dolayısıyla önce düşüncede İslâm'a teslim olunmadıkça davranışların doğru olması mümkün değildir. Doğru olan ahlâk Hz. Peygamber'in ahlâkıdır; bunun dışında doğru bir yol yoktur. Zira Rasûlullah (Salallahu Aleyhi ve Sellem) "Emr olunduğun gibi dosdoğru ol" mesajı ile uyarılmıştır. Ve "Hûd suresi beni kocattı" diye buyurarak doğruluğun Kur'an referanslı olması gerektiğini açıkça ifade etmiştir.
Yalan güven duygusunu yok eder, dostlukları yıkar, yerine düşmanlık tohumları eker. Yine yalan kişinin kendi dünyasını da mahveder. Kendine karşı saygısını yok eder. Onurlu ve iffetli duruşunu bozar. Başkasının gözünde insanı alçalttığı gibi kendi gözünde de düşürür. E y l ü l 5 (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, IV, 2829)
Doğruluk önce düşünce ve niyetle başlar. Yapılması azmedilen, kastedilen şeyin Cenab-ı Hakk'ın rızasına muhalif işlerden olmaması, niyette doğruluktur. Çünkü herkese niyeti vardır. Hz. Ömer(R.A)'den rivayet edilen bir hadiste de şöyle buyurulur: "Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Resulü'ne ise, onun hicreti Allah ve Resulüne'dir. Kimin hicreti de dünya veya bir kadınla evlenmek için ise, onun hicreti de, hicret ettiği şeyedir" (Buhârî)
Sonra sözde olur. Sözde doğruluk, şeriatın müsaade ettiği işler dışında tamamen sözlerimizden yalanı çıkarmak demektir. Hatta şakalarımızdan bile. Çünkü Resulullah şakalaşırken bile yalandan kaçınmıştır. Yalandan men eden birçok ayet-i kerime vardır.
"Ey iman edenler! Hak üzere durup adaleti yerine getirmeye çalışan hâkimler ve Allah için doğru söyleyen şâhidler olun. Velev ki, o şahitliğiniz nefisleriniz yahut ana babanızla yakın akrabanız aleyhine olsun. İster üzerine şahitlik yapılan kimseler zengin veya fakir bulunsun" (Nisa, 4/135).
Peygamberimiz (Salallahu Aleyhi ve Sellem) de şöyle buyurur: "Doğruluk insanı iyiliğe yöneltir, hayırlı işlerde cennet'e kılavuzluk eder. Bir kimse, doğruluğu prensip edinirse sıddîk olur. Yalancılık da insanı kötülüğe ve fücura sürükler. Kötülük de cehennem'e götürür. Bir kimse yalancılığı prensip edinirse Allah'ın divanında kezzab (yalancı) defterine yazılır." (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XII, 146).)
"Yalanın en büyük kötülüğü, günahının büyüklüğünden değildir" der Şenel İlhan Beyefendi. Evet, bu konuya çok önem verir. Üzerinde çok dururlar. Mesela bir defasında aşağıdaki hadis-i şerifle bu konuyu şöyle açıklamışlardı: "Allah'ın Resûlü'ne soruyorlar: "Mü'min zina eder mi?". Sükût buyuruyorlar. "Mü'min içki içer mi?" Sükût buyuruyorlar. Soruyorlar: "Mü'min yalan söyler mi?". Hemen oturduğu yerden ayağa kalkarak: "Mü'min asla yalan söylemez!" diye cevap şiddetle geliyor. Bu sükût ve cevap da, yalanın ne demek olduğu bütün dehşetiyle anlatıyor.
Peki, yalan gerçekten zinadan veya içkiden daha büyük bir günah mıdır? Elbetteki Hayır. Ama yalanın kişinin iffetine, onun günahlar karşısındaki asil duruşunu ifade eden müspet benliğine yaptığı tahribat bütün günahlardan daha yıkıcıdır da ondan. O sebeple Allah Resulü yalana karşı çok şiddetle tepki vermiş ve bununla yalanın insan psikolojisindeki yıkıcı tesirinin fark edilmesini istemiştir.
Evet, "Yalan güven duygusunu yok eder, dostlukları yıkar, yerine düşmanlık tohumları eker. Yine yalan kişinin kendi dünyasını da mahveder. Kendine karşı saygısını yok eder. Onurlu ve iffetli duruşunu bozar. Başkasının gözünde insanı alçalttığı gibi kendi gözünde de düşürür. O sebeple yalan bir mü'minin kaçınması gereken en önemli bir günahtır. Kısaca yalan, insanı dünyada da ahirette de felâkete sürükler." buyuruyor Şenel İlhan Beyefendi.
Amelde doğruluk, şer'î yollara uyarak Rasulullah (Salallahu Aleyhi ve Sellem)'e tabi olmak suretiyle olur. Müslüman sözde, niyette ve amelde sadakatı gerçekleştirince, sıddıkiyet derecesine ulaşır. Bu derece ise, Cenab-ı Hakkın mü'min kullarından istediği Rasûlüllah (Salallahu Aleyhi ve Sellem)'e hitap ile yönelttiği bir derecedir.
"Ve şöyle de; Rabbim, beni sıdk (ve selamet) girdirişiyle girdir; sıdk (ve selamet) çıkarışıyla çıkar ve tarafından da hakkıyla yardım edici bir hüccet ver" (el-İsra, 17/80).
"Sıdk girdirişi ve çıkarılışı" demek, müslümanın herhangi bir şeye ve herhangi bir işe girişip başlamasının, ondan çıkışı ve onu terkinin Allah için ve Allah ile olmasıdır.
"De ki: Benim namazım da ibadetlerim de hayatım ve ölümüm de, hiç bir ortağı olmayan alemlerin Rabbı olan Allah'ındır" (el-En'am, 6/162-163).
Allah'a (C.C) davet eden kimselerin doğru olması ise her şeyden önemlidir. Sadık bir müslüman davetçinin sadakati yüzünden ve sesinden belli olur. Rasûlüllah'ı tanımadan evvel onunla konuşan kimseler şöyle derlerdi: "Vallahi bu bir yalancı yüzü ve bir yalancı sesi değildir". Ne olursa olsun, beyan ettiğimiz manada sadakat müslüman için ve Allah'a (C.C) davet eden herkes için zaruridir. Çünkü imanın esası doğruluk; münafıklığın esası da yalandır. Davetçinin yalancı olması mümkün olamaz. Peygamber (Salallahu Aleyhi ve Sellem)'in buyurdukları gibi, yalan ahlâksızlığa sevkeder. Ahlâksız bir kimsenin ise davetçi olması mümkün değildir. Rabimizin yüce beyanı ile sohbetimizi noktalıyalım:
"Bu, sadıklara sıdklarının fayda sağlıyacağı gündür; onlar için altlarında ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Ondan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve saadet budur" (el-Maide, 5/119)
Allah'a (C.C) emanet olun.