Hazreti Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, peygamberliğine ilk inanan insan, zevcesi Hz. Hatice'dir. Kendisi zevcinin nübüvveti hakkında zerre kadar şüphe beslememiş, bilakis ıstırap dakikalarında ona yardımcı olmuştur. Ona teselli vermiştir. Hazreti Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ilahi vahyi telakki ederek insanlığı nasıl yükselteceğini düşünürken bu faziletli hanımı ona candan dost olmuş ve onu teşvik etmiştir. Onun Hz. Hatice'nin gözünden gizli kalacak bir hali yoktu. Bu böyle olduğu halde onun risalet'i Muhammediye'ye inanan ilk kimse bulunması, imanındaki samimiyetin en kuvvetli delilidir.
Hz. Hatice'den sonra Hz. Muhammed'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk inanan insanlar arasında Nevfel oğlu Varaka gelir. Yalnız Varaka'nın ömrü vefa etmediği için bu inanışını ilan etmek fırsatını bulamamıştı. Bundan sonra Hz. Ebu Bekir (ra) gelir. Hz. Ebu Bekir (ra) muhakemesindeki kuvvet ve isabet ve vatandaşları arasında haiz olduğu itibar ve hürmetle tanınmış bir insandı.
Erkekler içinde İslamiyet'e girenlerin birincisi O idi.
Çocuklar içinde de Hz. Muhammed'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) amcasının oğlu olan Hz. Ali (ra) onun nübüvvetine ilk inanlar arasındaydı. Harise oğlu Zeyd, Hz. Muhammed'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) azad ettiği bir köle idi. Zeyd azad olduktan sonra Hz. Peygamberle birlikte kalmayı anne babasının ve akrabalarının yanına gitmeğe tercih etti. O da ilk Müslüman olan köleydi.
Hz. Ebu Bekir (ra) Müslümanlığa girdikten sonra Müslümanlığı yaymaya başladı. Onun faaliyet ve irşadı sayesinde Hz. Osman (ra), Hz. Zübeyr (ra), Hz. Abdurrahman Sa'ad (ra), Hz. Talha (ra) gibi sahabenin büyükleri Müslüman olmuşlardı. Bütün vatandaşları arasında yüksek mevkiye sahip olan bu insanların hepsi bilahare yalnız İslam Tarihi değil, Cihan Tarihinin en bariz simaları arasına girdiler. Bilal, Yasir, Yasir'in Zevcesi Sümeyye, oğlu Amr gibi yüksek mevkide olmayan insanlar da bu cemaate katıldılar. Mesut oğlu Abdullah ile Habbab da bu cemaate girenler arasında idiler. İlk üç sene Müslümanların sayısı kırka varmıştı. İş bu kadarla kalmadı. Bilakis Kureyş ekabirlerinden birkaç kişinin katılımıyla bu küçük kütlenin kuvveti artmıştı. Bunların ileri gelenlerinden biri Hz. Muhammed'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) amcası ve sütkardeşi Hz. Hamza idi. Kendisi cengaver, seciyeli muteber bir sima idi. Hz. Muhammed'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) karşı da çok özel bir muhabbeti vardı. Kureyşin ileri gelenleri Hz. Muhammed'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve gerek onun arkadaşlarına eziyet etmeğe, onları yollarından çevirmek için incitici şeyler yapmağa başlamışlardı. Birgün bunların Hz. Muhammed'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) karşı eziyet ve zulmü devam ettiklerinden haberdar olan Hz. Hamza, Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gibi emin ve müstakim bir şahsiyetin tarafını tutmamayı mertliğe aykırı görmüş, Onun davasına mukadderatını bağlamaya karar vermiş ve bu kararını tatbik etmiştir.
Bu sırada Müslümanlığa giren, diğer mühim şahsiyet de Hz. Ömer (ra) idi. İlk önce Müslümanlığı kökünden imha için harekete geçen Hz.Ömer (ra), Kur'an'ı dinledikten sonra içinde hasıl olan tesire mukavemet edemeyerek yeni cemaate katılmıştı.
Hz. Ömer'in (ra) Müslümanlığa girmeleri, Nübüvvet-i Muhammediye'nin altıncı yılına tesadüf eder. Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu sırada, arkadaşlarından Erkam'ın hanesini seçmiş, burasını yeni faaliyeti için merkez edinmişti.
Hz. Ömer'in (ra) Müslüman olması, muhalefet kasırgalarıyla karşılaşabilecek derecede kuvvetlenmeyen yeni cemaat için büyük bir zaferdi. Hz. Ömer'in (ra) Müslümanlığa girmesi, yeni dinin faaliyetini Dar'ul Erkam'ın hanesinin dört duvarı arasından çıkarmış ve Müslümanlar, ibadetlerini Kabe'de yapacak derecede kuvvet kazanmışlardı. Müslümanların Mekke'de Mekkeliler tarafından ne kadar vahşice eziyet gördükleri kitaplarda da yazıldığı gibidir. Bundan sonra Hazreti Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hicret ederek büyük bir meşakkatle Medine'ye gelmişlerdir. Tabiî ki Medine hayatı Müslümanlar için Mekke hayatından daha rahat bir hayat idi. Fakat Müslümanlığı yaymak için savaşlarla geçti.
Allah, İslamı en son risalet, İslam nizamını yaratılışın sonuna kadar hakim olacak tek nizam kılıp, mü'minlerin hayatını alem şumul kainat kanunları uyarınca idare edip bu dinin beşer hayatının her sahasına hakim olmasını ve bütün meydanlarda da kumanda etmesini dilemiştir. İşte, ilahi kader takdir buyurunca, bir nizamı bu derece mükemmel şekilde yaratmış, aynı zamanda Allah'ın yeryüzündeki habibini layık yüceliğe çıkarmış, O'nu kendi ruhunda nefh ederek kendisine yaraşan üstünlüğe erdirmiştir.
Bu dinin tabiatını da devamlı ileriye götürme vasatıyla halk etmiştir. Her bakımdan ileri.. Gelişmek ve çoğalmak, aynı zamanda yükselip temizlenmek..Bunun için yapıcı hiçbir enerjiyi boş bırakmamıştır. Faydalı hiçbir kabiliyeti baskı altına almamıştır. Bilakis bütün enerjileri toplamış, bütün kabiliyetleri uyarmış ve bunun yanı sıra yüce ufuklara yükselten hareketlerle birlikte hep ileriye doğru yapılan hareketleri dengeli olarak devam etmiştir. İşte budur ruha dünya hayatında ahiret nimetlerinin seviyesine ermeyi sağlayan ve fani mahluku dünya hayatında ebedi diyarın sonsuz hayatına erdirebilen.
İlahi kader, İslam akidesinin tabiatının böylece cereyanını takdir buyurunca, bu akış akidenin bütün özellikleriyle kendisinde temessül ettiği ve bütün gerçekleriyle tecessüm ettiği bir insanın peygamber seçilişiyle devam etmiştir. Bu seçilen zat ve kendi varlığı, hem de yaşadığı hayat ile bu akidenin sağlam ve mükemmel bir tercümanı olmuştur. Bu insan bütün insani kabiliyetlerini kemale erdirmiş, organik yapısı itibariyle güçlü, bünyesi kuvvetli, yapısı sağlam, duyu organları doğru, hissi uyanık ve bütünüyle selim zevk sahibi bir insan olmuştur. Bunun yanı sıra büyük bir şefkat duygusuna, canlı bir tabiata, sağlam bir hisse maliktir. Güzel ve estetik zevkleri, bütün ilahi emirleri almak için daima hazırdır. Büyük bir zekaya, geniş bir düşünceye, engin bir hoşgörü ufkuna, kuvvetli bir iradeye sahip, nefsinin mahkumu değil, hakimidir. İşte bütün bu hususiyetlerin üstünde bir de peygamberdir… Ruhu, nurla aydınlanan... İsra ve Mi'raca erme gücünü gösteren... Semadan davet edilen, Rabbinin nurunu görebilen... Kendi varlığıyla bütün gerçek varlıklar arasında şekillerin ve dış görünüşlerin ötesinde alaka kurabilen, taşlar ve çakıllarla selamlaşan... Hurma kütüğünün inlemesini duyan... Ayağını basmasıyla Uhud Dağının titrediği bir Peygamberdir.
Sonra Cenab-ı Allah onun hususi ve umumi hayatını kendi ümmeti ve bütün beşeriyet için açık bir kitap olarak ortaya koydu. Bu akidenin canlı şeklini beşeriyet onun hayatını anlatan bu açık kitapta okur ve pratik tatbikatını orada görür. Bunun için onun gizli kapalı, görülmeyen ve anlaşılmayan bir yanı kalmaz. Bu hayatın bir çok noktaları Kur'an-ı Kerim'de belirtilirken alelade insanların hayatında alışık olmadıkları kısımları orada açıklanır. Hatta insan elinin müdahale edemediği beşeri zaaf noktalarını da orada görürüz.
Onun kendi nefsi için hiçbir şey yoktur. Nesi var nesi yoksa hepsi bu dava içindir. Öyleyse niye gizlensin. Hayatının bir yanı? Gizli bir noktası niye kalsın? Hakikatte hayatı bu akidenin tatbiki mümkün olan görülebilir tablolarından ibarettir. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hem şahsı ve hayatıyla, hem de dili ve söyledikleriyle bunları anlatmak için gelmiştir. Bunun için yaşamıştır ve bunun için yaratılmıştır.
O'nun hayatını kıymetli arkadaşları en ince noktalarına kadar öğrenmiş ve kendilerinden sonrakilere aktarmışlardır. Allah (Celle Celalühu) onların hepsinin mükâfatını versin. Peygamberin normal günlük hayatından büyük küçük kaydedilmeyen ve bize aktarılmayan hiçbir kısmı kalmamıştır. İşte bu da Allah'ın bu Peygamberin hayatını tescil konusundaki takdirinin bir tarafıdır. Yahut peygamberin hayatına tatbik olunan bu akidenin en ince noktalarının tescilidir.
Kur'an-ı Kerim'in belirttiklerinin yanı sıra ilelebet beşeriyet hayatı için örnek bir hayat sicili bırakmış o yeryüzünde.