Toplum hayatında insanların anlaşmasını ve birbirleri ile yakınlaşmasını sağlayan en önemli iletişim aracı dildir. Hiç kuşkusuz dil olmadan, insanlar kendilerini ifade edemediği gibi acı ve sevinçlerde de ortak noktayı yakalamaları mümkün olmazdı. Hal ve hareketlerle anlatılan iletişim çok sınırlı kalır; his, duygu, coşku, fikir ve düşüncelerimiz ifade edilemezdi. Bu nedenle dil, hayati öneme haiz bir iletişim ve aktarım aracıdır. Karşı tarafa bir mesajı ulaştırmak üzere kullanılan bu iletişimin sağlanması sözlü veya yazılı şekillerde mümkün olmaktadır.
Toplumsal anlaşmanın bir ürünü olarak, bireyler arasındaki iletişimi bir uzlaşma zemini içinde tesis eden dil'i düzgün kullanmadığımız zamanlarda, anlaşma zemini de ortadan kaybolmaktadır. Zira insanoğlunun kendisini topluma kabul ettirmesi de, çevresiyle yakınlaşması ve uzaklaşması da yine dilini kullanma şekliyle mümkünlük kazanıyor.
Konuşma yeteneği insanoğluna Hz. Adem (as) zamanından beri verildiğine göre, yazının varlığı da yine; ilk insan Hz. Adem'e (as), Allah (Celle Celalühü) tarafından gönderilen sayfalarla varlık kazanmıştır. Öyleyse ilk insanla başlayan dilin oluşumu da yine ilahidir. Yüce Allah (Celle Celalühü) kullarıyla kuracağı iletişimi insanlar arasından seçtiği elçiler olan Peygamberler ve onlara gönderdiği kitaplar aracılığı ile sağlamıştır. Böylece Allah (Celle Celalühü), bizzat ilahi lütuf ve keremiyle insanlar arasındaki iletişimin sağlanması hususunda bize dil'i öğretmektedir… Bir ferdin dil öğrenmesi ise henüz çocukken başlar. Sözlü olarak ailesinden öğrendiği dille iletişim kuran çocuk, çok sonraları okuma yazma öğrenmekte ve yazı diline kavuşmaktadır. Dilin sözel olarak kullanılması, sosyal yaşamın bir parçası ve iletişimin zorunlu bir şartı olduğuna göre; ebeveynlerin görevi, çocuklarına tatlı dilli olmayı öğretmeleridir.
> Rıza Kapısının Anahtarı; Dili Güzele Kullanmak
Peki dil ne için verilmiştir insanoğluna? Sadece tenkit etmek ya da kem söz söylemek için değil elbette! "Dilin kemiği yoktur" demiş büyüklerimiz. Öyleyse dil hangi yönde kullanılırsa, o istikamette de sözler neşet edeceği aşikârdır. O zaman dilimizi hep güzel istikamette kullanalım ki, güzel şeyler üretsin, güzel sözler sarf etsin, yapıcı olsun, yıkıcı olmasın… Zaten, ahiret bilinci olan bir insanın kalb kırması, gönül yıkması ne kadar kötü ve ne büyük talihsizlik! Sizce de öyle değil mi? Her yaratılan aza, amaca yönelik kullanıldığında insana fayda sağlamıyor mu? Aksi takdirde kötü sözlü olmak demek, nimetin kıymetini bilmemek anlamına geleceğinden bu şekildeki bir ifade tarzı, insanın kendisine de bela ve azap kapısını açması manası taşımıyor mu..?
Evet, konuşmak istisna-i bir nimet, bu nimeti kullanabilmek ise çok önemli bir meziyettir. Çünkü iletişim içinde olduğumuz her sahada mesajımızı dille anlatıp, dille aksettirdiğimize göre; dili gereği gibi kullanmanın ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortadadır. Lisan olarak dil, gönlün aynasıdır. İnsanların iç dünyasından taşan müsbet veya menfi düşünceler, dilde tercümesini bulup, dil ile dışarıya yansıtılır. İnsanın içi ne ise, dilinden dökülenler de içinin bir yansıması niteliğinde değil midir? İnsan kötü sözle diğer insanlardan uzaklaşır ya da uzaklaştırır. Diliyle sever ve sevilir, saygınlık kazanır ya da nefret ettirir. Yeryüzünde dil yüzünden savaşlar çıkmış, dille askerlerimiz motive edilmiş, dil ile isyanlar sükûnete erdirilmiştir. Yine dille fitneler yaygınlaşmış ya da susturulmuş ve dille kötülükler körüklenmiştir... Nitekim bu yönüyle dil, çeşitli atasözlerine de konu olmuştur. "Allah insanoğluna bir ağız ve iki kulak vermiştir. Bir konuşup iki dinlesin diye!" "Dilim seni dilim dilim dileyim, başıma geleni senden bileyim." "Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır." "Sükût-u lisan, selameti insan!" "Söz var, iş bitirir; söz var baş yitirir" gibi…
Allah (Celle Celalühü) güzel olan her şeyi sevdiği gibi, muhakkak tatlı dilli olmayı, güzel sözlerle insan gönlü yapmayı da sever. Zaten Allah'a (Celle Celalühü) gönülden yaptığımız dualar, yine dille mümkün olmuyor mu? Dilden ve gönülden O'na seslenişimizi; bazen yalvarmak, bazen de nazlanmak şeklinde boynumuzu bükerek yine dille taçlandırmıyor muyuz? Demek ki, Yüce Yaratıcımızla olan irtibatımızda da dil çok önemli bir araç! Gerek dua ederken, gerek onu anarken, gerekse O'nun kullarına karşı hayır söylerken…
Öyleyse dilin önemi kadar, dili nasıl kullanacağımız da bir o kadar önem arz etmekte! İletişim içinde olduğumuz her sahada nasıl bir uslup içinde olmalıyız ki, insanların gönlü hoş olsun ve Rabbimiz de bizden razı olsun? Bunun ölçüsünü de yine hakikat Peygamberi Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizlere öğretmektedir. Hadis-i Şeriflerinde; "İnsanlara akıllarına, anlayışlarına göre söyleyin, onlara dinin hükmünü inkâr ettirecek şekilde söylemeyin ki, Allah'ı ve Resulunu yalanlamasınlar." (Buhari) buyurmaktadır. Yine; "Hidayet üzere olan bir topluluk, tartışmaya girmeden dalalete düşmez." (İbn-i Mace) buyurmak suretiyle dilin doğru ve düzgün kullanılması, her doğrunun her şekilde söylenmemesi gerektiği gerçeğinden hareketle, söz söyleme sanatının ustalık gerektirdiğine ve dalalete götüren yolun, sözün kötü yönde kullanmasından kaynaklandığına dair bizlere uyarılarda bulunmaktadır.
Bütün bu hakikatler göstermektedir ki, Allah'ın verdiği dil nimetinin kıymeti bilinmeli ve dil, Allah'ı zikrederek O'nun gönderdiği dinin hükümlerini güzel bir lisanla anlatarak, yine O'nun yolunda kullanmak suretiyle değerlendirilmelidir. Yani dille insanların gönlü yapılmalı ve Allah'ın rızasının gönül yapmakta olduğu akıldan çıkartılmamalıdır. Sözün doğrusunu söylemeli, kem sözden uzak durarak nerede ne söyleneceğini seçip, lafın demini bilmeli ve tartışmaya götürecek bir söz ve usluptan itina ile uzak durulmalıdır.
Büyük veli Sadi Şirazi (ks); "Konuşulacak yerde susmayı, susulacak yerde de konuşmayı iyi ayarlamak gerekir…" diyor. Hz. Mevlana ise; "Dili sözü bir olmayan kimsenin, yüz dili bile olsa, yine dilsiz sayılır." diyerek nerede nasıl konuşulması ve dil ile gönlün bir bütün olması gerektiğine ışık tutmaktadırlar. Mademki böyledir, o zaman neden dilimizi keskin bir kılıç gibi kullanıyoruz. Yılların tecrübelerinden yola çıkarak hadiselerden ders çıkarmak bu kadar zor mudur? "Ya hayır söyleyin, ya da susun!" ihtarı bizler için bir anlam ifade etmiyor mu? En yakınlarımızın dahi kalbini kırarak nereye ulaşabiliriz ki? Sözün kötüsünü söylemek ve kalb kırmak işin en kolay tarafı… Asıl olan, bunu yapmamak değil midir? Akrabalarımızla, ebeveynlerimizle ya da çocuklarımızla olan kırgınlıkların ve küskünlüklerin temelinde kötü bir lisanla sarf edilen ve gönül yıkan bıçak gibi keskin sözler yatmıyor mu? Yoksa kalbini kırdıklarımızla yarın helalleşmeyeceğimizi mi düşünüyoruz? Mademki gerçekler böyledir, o zaman neden ortalık "kırık kalbler sokağına" dönmüştür…
Bu hususta Hz. Ali (ra); "Kişinin haysiyeti, dilinin altında gizlidir" buyurmaktadır. Büyük tasavvuf adamı ve gönül insanı Yunus Emre de; "Söz ola, kese savaşı, Söz ola, kestire başı! Söz ola, ağulu aşı, Yağ ile bal ide bir söz!" diyerek fazla söze hacet bırakmamaktadır...
Sonuç olarak; gerek fert, gerek toplum, gerekse kurumsal olarak böyle önemli bir konuda bilinçli olmak zorundayız. Çünkü gerekli özenin gösterilmemesi durumunda; hem dünyadaki sosyal ilişkilerimiz zedelenmekte, hem de ahiretimiz açısından telafi edilemez zararlar doğmaktadır.
Toplum olarak her kesimden bütün fertlerin, tatlı dilin güzelliğinde nice doğruları ve güzellikleri gönülden dile dökerek yansıtabilmesini ve gönüllerde yer edinebilmesini diliyorum...