Hepimizin diline pelesenk olmuş bir cümle vardır, "Zaman zor zaman". Bu cümleyi akademisyenden de çobandan da duyarız. Çünkü insanoğlunun yapısında potansiyel olarak sıkışınca kolaya kaçma eğilimi vardır. Bayılırız kabahati kendimizden çok başkalarında ya da başka şeylerde aramaya. Zamanın neyi değişti ki? Asırlar öncesinde de zaman aynıydı şimdi de aynı. Zaman birimi olan yıl hala 365 gün 6 saat, bir gün hala 24 saat. Ve hala zamanı bir salise bile geri döndürmek ya da ileri almak mümkün değil. Bu taş devrinde de böyleydi, uzay çağında da böyle. Zamanın terakki ettiğini ya da olduğundan aşağılara düştüğünü gören bilen var mı? Böyle bir şey mümkün mü? O halde değişen zaman değil ise ne? Aslında her çağda olduğu gibi değişen sadece insanlar. İnsanlar, insanilik çizgisinden çıkmadıkları sürece yaşanılan devirde -alışılagelmiş tabirle- zaman da kolay ve güzel oluyor.
Peki, nedir insanilik çizgisi yada insanlar, yaşadığımız şu devirde nasıllar ki zaman bu kadar zan altında bırakılıyor?
İnsan, kaba hatlarıyla hepimizce; iyi insan ve kötü insan diye sınıflandırılır. Ve bu sınıflandırma ahlaki kriterlere göre yapılır. Ki insanın hem iç âleminin hem de dış âleminin disipline olabilmesi ve ferdin fert ile toplum ile huzur içinde ahenkle yaşayabilmesi için, ahlak, olmazsa olmazlardandır. Hatta ahlak, inanan için dünyevi ve uhrevi hayatın, inanmayan için dünyevi hayatın tek saadet kaynağıdır.
Bu noktaya kadar herkes hem fikirdir zannımca. Peki sorun nerede? Sorun insanların ahlak anlayışında. Kendisini eksik değerlendirerek, hayatını bu eksiklerin gölgesinde idame ettirmeye çalışan insanoğlunun, ahlak anlayışında bir takım tersliklerin olması da son derece normal.
İnsan denilen varlık ne sadece akıldan ibarettir ne sadece et ve kemik yığınıdır ne de sadece ruhani bir varlıktır. Aklıyla ruhuyla bedeniyle tam bir bütündür. Mesela akılcı batının haline bir bakın. Kutsadıkları teknolojiye verdikleri önem, insani değerlerini ihmal etmelerine hatta göz ardı etmelerine sebep oldu. İslam dünyası da bu trenden olumsuz şekilde etkilenerek nasibini aldı.
Dünyanın dört bir yanında yaptıkları özellikle de Müslümanlara yönelik insan kıyımı için ahlaki seviyelerinin oldukça düşük olması lazım zaten. Irak'ta insanlara uygulanan zulüm dünyanın malumu. Batı'nın kadın,yaşlı, çocuk demeden göz oyduğunu, kafa koparttığını, insanları kendi cinsi sapıklıklarına nasıl alet ettiğini, insanların korkularını büyük bir zevkle izlediğini hepimiz onların teknolojik buluşlarından izlemedik mi?
Ama insanı iliklerine kadar ürperten sadece bu olaylar değil. Bunlardan daha korkutucu olanı akılcılık hastalığına yakalanıp, batılılaşma adına kendi ahlaki değerlerinden gün geçtikçe uzaklaşan bizler. Batı ile bilimsel alanda yarışacak hale, halen gelemedik ama ahlak kavramlarımızın içi gün geçtikçe biraz daha boşalıyor ve onlarınkine benziyor. Ve Müslüman nasıl olmalı sorusunun cevaplarını aramadıkça da ahlaki yozlaşma devam edecektir.
Resul-u Ekrem Efendimiz bulunduğu toplumda, kendisine vahiy gelmeden önce bile ahlaki özellikleri ile sivrilmiştir. Ki bu bile ahlakın Müslüman için olmazsa olmaz olduğunun kanıtıdır.
Namuslarını korumak maksadıyla kız çocuklarını diri diri toprağa gömen bir kavmin mensupları imanla şereflendiklerinde ahlakın doruk noktalarına çıkmadılar mı? Peygamber Efendimiz ve ashabın mucizevî ahlaklarını okuduğumuzda ahlaklarının yüceliğine hayran olmuyor muyuz? İşte bizim bu şaşkınlığımız bile ahlaken ne kadar cüceleştiğimizi gösterir. Yani onların ahlakı olması gereken ahlak. Ne hayal, ne ütopya.
Eee madem onların ahlakı hayal değil, öyle ise kendini seven kendine değer veren her birey, şahsı için bir kişisel dönüşüm projesi oluşturmalı. Kişisel dönüşüm diyoruz çünkü cimriliğimiz cömertliğe, kibrimiz tevazuya, merhametsizliklerimiz şefkate, kısacası bütün negatif değerlerimiz pozitif değerlere ancak dönüşerek ulaşabilir. Dedik ya ahlakımız olması gereken, olabilecek ahlak ölçülerine şaşacak kadar cüceleşmiş.
Ve kişisel dönüşüm projemizde ilk adım kendimizi dürüstçe, adilane bakışlarla tahlil etmek olmalı. Herkes az çok kendini tanır. Çünkü insan tüm riyasını ustaca kullanarak dışarıya olduğundan farklı gözükse de, kendisine riyası sökmez. Yani kendisini kandıramaz. Adilane tahlille kendisindeki ahlaksızlıkların farkına varan insan, doğal olarak nefsinin pisliklerini görür. Bu noktada önemli olan gördüğümüz nefsi kendimiz sanmamaktır. Tam tersi kendimizde gördüğümüz tüm pislikler nefsin ta kendisidir ve vücut ülkemizdeki en büyük düşmanımızdır. Bu aşamada da yapacağımız tek şey düşmanımızla yüzleşip, bir ömür sürse de onunla mücadele etmektir.
Çocuk gazete okuyan babasının yanına koşarak gelir.
-Babacığım beni parka götürür müsün?
Baba gazeteden hiç başını kaldırmadan "önümüzdeki hafta" der. Çocuk kırgın ve kızgın bir sesle birkaç haftadır önümüzdeki hafta için söz verdiğini ve sözünü tutmadığını babasına hatırlatır. Baba bu meseleden nasıl sıyrılabileceğini düşünürken, gazetede okuduğu sayfanın yanındaki sayfada bir harita görür. Haritanın olduğu sayfayı küçük parçalara ayırarak oğluna verir. Tok ve kendinden emin bir sesle; - Oğlum bu sayfayı doğru bir şekilde birleştirdiğinde söz seni parka götüreceğim, der. Baba çocuğunun bu parçaları birleştirmesinin haftalar süreceğini düşünmenin verdiği rahatlıkla gazetesini okumaya devam eder.
Babasının elindeki küçük gazete parçalarını alan çocuk yan odaya geçer. Kısa bir süre sonra koşarak heyecanla babasının yanına gelir.
-Baba kalk hadi parka gidelim, sayfayı birleştirdim, der. Baba şaşkınlıkla oğlunun bu kadar kısa zamanda bunu nasıl yapabildiğini sorar. Çocuğun verdiği cevap oldukça manidardır.
-Baba sayfanın arkasında insan resmi vardı. Onu düzeltince senin istediğin sayfa da düzeldi.
Evet. İnsan düzelince her şey düzeliyor. Ki toplumumuzu mağdur eden ahlaki yozlaşmanın önüne geçmenin tek yolu, önce fertlerin kendilerini düzetmelerinden geçmektedir.