Abdülkadir-i Geylani hazretleri, bazen Allahü Teala'nın nimetlerini göstermek için, çok kıymetli elbiseler giyerdi. Bir gün üzerinede, kıymetli elbiseler olduğu halde talebeleri ile beraber bir yere gidiyordu. Çok güzel bir atın üzerinde, şaşaalı bir şekilde ilerlerken, karşısına ihtiyor bir Yahudi çıktı. Yahudi'nin elbiseleri yırtık pırtıktı. Sırtındaki, odun yükü ile kan-ter içinde zorlukla yürüyebiliyordu.
Karşısında, çok kıymetli elbiseler içerisinde, Abdülkari-i Geylani hazretlerini görünce, dayanamayıp yularından tutarak atı durdurdu. Abdülkadir-i Geylani hazreleri yahudiye sordu?
-Bir isteğin mi var?
-Sizin peygamberinizden, "Dünya müslümanın zindanı, kafirin cennetidir" diye bir söz nakledilir. Bu doğru mudur?
-Evet, Doğrudur.
-Şimdi bir benim şu kan-ter içindeki halime bak. Bir de senin şu şaşaalı haline bak. Hangimiz cennette, hangimiz zindan da?
Büyükler, mecbur kalmadıkça keramet göstermezler. Fakat, burada şart olduğuna göre Abdülkadir-i Geylani Hazretleri, sağ kolunu uzatıp kaftanın içine bakmasını işaret etti. Yahudi kendinden geçmiş bir halde, bakakaldı. Sonra, Abdülkadir-i Geylani Hazretleri sordu:
-Ne gördün?
-Cenneti gördüm. O kadar güzel bir yer idi ki seyretmeğe doyamadım.
-Şimdi de gel, sol koluma bak!
Sol kolundan, kaftanın içine bakan yahudi, cehennem de ateşler içinde, yandığını görünce bir müddet baktıktan sonra dayanamayıp, bir çığlık atarak, yere düştü. Bir müddet sonra kendi gelen yahudi;
-Gerçekten doğru bir söz imiş. Dünya sizin için cennete göre zindan, bizim için cehennemdeki azaplara mukayeseyle cennet. Fakat ben bu halde kalmak istemiyorum, diyerek kelime-i şehadet getirip müslüman oldu.
Müslüman, tedavi gören kimse gibidir. Tedavi gören hastaya bazı kısıtlamalar getilir. İstediği her şeyi yiyemez, canının çektiği her şeyi içemez. Fakat, bu kısıtlama onun tedavi görüp iyileşmesi, ebedi ahiret saadetine kavuşması içindir.
Müslüman olmayana bir yasaklama yoktur. İstediğini yer, istediği içer, her türlü rezaleti yapar. Her istediğini yapması, onun için hoş bir şey gibi geliyorsa da, aslın da bu serbestlik onun zararınadır. Şeker hastasının en leziz şekerleri yemesi gibidir. Yedikleri, hastalığını artırmakta, ruhunu öldürerek, ebedi olarak cehennem de kalmasına sebep olmaktadır.
Evliyanın büyüklerinden Abdülhakim-i Arvasi Hazretleri'nin, sırf dünya için çalışıp, ahiretten nasibi olmayanlar için söylediği bir sözleri vardır. "Zahir ma'mur, batın harap." Ya'ni görünüşe bakınca her şey gayet düzgün, imar edilmiş halde, fakat insanların yaşayışları, ruhları harap olmuş, kalpleri işe yaramaz hale gelmiş.
Gerçekten de bugün, bilhassa Amerika'da, Avrupa'da binalar, yollar gayet düzgün,maddi refah zirvede. Ancak ahlaken çökmüşler. İman yok. Akla gelebilecek en çirkin işleri özgürlük, serbestlik adına yapmaktadırlar. Hayvanlar gibi, nerede, ne zaman, hangi rezaleti işleyeceklerini kestirmek mümkün değildir. Çünkü, bi köpeğin, bir domuzun nerede ne yapacağı kestirilemez. Olmadık yerde çiftleşirler, olmadık yeri kirletirler. Çünkü, onlar için bir sınırlama, yasak söz konusu değildir.
Allahü Teala, insanların zahirine yani görünüşlerine değil kalplerine bakar. Yaptığı işleri, ibadetlerini ne niyetle yaptığına bakar. Gece gündüz namaz kılsa, milyarlarca sadaka dağıtsa eğer bunları Allah rızası için değil, gösteriş için yapmışsa hiçbir işe yaramaz. Dışarıdan bakanlar, bu kimseye imrenir,hatta onu evliya zannederler.
Bunun için her müslümanın bir işi yaparken, şu iki şeyi mutlaka kendine sorması lazımdır: Bu işi niçin yapıyorum, kimin için yapıyorum?
Eğer, dünyalık toplamak, zengin olmak, şan şöhret sahibi olmak için yapıyorsa veya birinin gözüne girmek, makam mevki sahibi olmak için yapyorsa, vay o kimsenin haline.
Eğer her yaptığını Allah için yapabiliyorsa, müjdeler olsun o kimseye.