İsminden de anlaşıldığı gibi sancaktar soyadı, Osmanlıların verdiği bir unvan. Ecdatları Trablus'da sancaktarlık yapmışlardır. Osmanlı devleti sınırları içerisinde Trablus ismini taşıyan iki tane şehir olduğu için Osmanlılar Lübnan'daki şehre Trablusşam, Kuzey Afrika'daki şehre ise Trablusgarb ismini verdiler.
Bugün Lübnan'ın bir liman kenti olan ve Akdeniz'in doğu sahilinde yer alan Trablus'un adı Grekçe Tripolis'ten gelmektedir. Tarabulus ve Atrabulus olarak da isimlendirilen bu kent, Ebu Ali Nehri'nin vadisinde ve munsabında bir tepenin de kısmen üzerinde yayılmış bulunmaktadır. Şehrin Fenikeliler tarafından kurulduğu bilinmekle beraber, ne zaman kurulduğu ve Fenikeliler zamanındaki adı bilinmemektedir. Şehrin Grekçe adı, duvarlarla ayrılmış olan ve yine şehir olarak nitelendirilen üç ayrı kısımdan teşekkül etmesinden gelmektedir ki, bu yerler Surlular, Saydalılar ve Aradoslular'a aitti!.
Yavuz Sultan Selim'in Suriye ve Mısır seferi sırasında 1516 yılında Osmanlı topraklarına katılmış olan Trablusşam, bir sancak haline getirilerek Şam beylerbeyliğine dahil edilmiştir. Trablusşam'ın bu idari statüsü 1579 yılına kadar devam etmiş ve bu tarihte müstakil beylerbeyilik yapılarak Haleb'e tabi olan Hama ve Selemiye sancakları ile Şam'a tabi olan Humus ve Cebele sancakları da ona bağlanmıştır.
Trablusşam; Akdeniz'in en güzel bir şehri. Burası sahili güzel bir yer, şehrin üstünde verimli araziler var. Onun üzerinde yaylalar var. Bu bölgelerde hayvancılık, tarım ve turizm; üçü de bir arada bulunmakta. Tarih boyunca Beyrut, iç savaşın en acımasızına sahne olmuş. Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar, Mısırlılar, Suriyeliler, İranlılar ve İsrail bölge halkına hakimiyetini kabul ettirmek için uğraşmışlar, her birinin yerli uzantıları olan gruplar ortaya çıkmış.
Son dönem Osmanlı idarecileri gittikten sonra Sünni Müslümanların eski gücü haliyle azalmış bu bölgede. Ama yine de özellikle Beyrut'ta Türk asıllı önemli aileler vardır. Halkı ise Osmanlı hayranıdır. Osmanlıdan kastımız tam anlamı ile adalettir. Buranın insanları çok misafirperver herkes seni tanısın tanımasın mutlak sana bir şeyler ikram etmek ister.
Beyrut şehir merkezinde Osmanlı izlerini görebilmek mümkün... Bir saray yapılış tarihi 1853 , Askeri Hastane (1860), Saat Kulesi (1897) ve Mecidiye Camii (1773) varlığını koruyor.
Bir Cuma günü Cuma namazı esnasında hutbe okuyan imam ile hutbe esnasında göz göze geldik. Namazdan sonra yanımdakini çağırıp benimle görüşmek istedi. Kim olduğumuzu sordu. Tanıştık çok memnun oldu. Bizi misafir etmek için çok ısrar etti. Biz kendisine kütüphanede araştırma yaptığımızı, zamanımızın kısıtlı olduğunu belirtsek de ısrarlarını kıramadık. Araştırmalarımızı yaptıktan sonra bizi arabası ile aldı. Sahilde eski bir Osmanlı yapısı, güzel bir mekanda misafiri olduk. Bizi gören herkes yanımıza geliyor, kim olduğumuzu soruyordu. Ben de "Bir Türk seyyidi olduğumu, İstanbul'dan geldiğimi" söyleyince, bize olan ilgileri bir kat daha artıyordu.
Trablus'a ilk gittiğimizde meydanda Osmanlı yapısı olan çok güzel bir saat kulesi gördük, şehre ayrı bir hava katıyordu. Aynı zamanda bu saat kulesi bize buranın yabancı bir yer olmadığını ve İstanbul'un bir parçası olduğu imajını veriyordu. Bu saatin ne zaman yapıldığını merak ettim. Tarihçesine baktım; üzerinde Arapça Sultan Abdülhamit Han'ın tahta çıkışının 25. yılında Trablus şehrine bir hediye olarak yapıldığı anlaşılıyordu. Saat kulesinin içi büyük bir oda genişliğinde, 3 masanın rahat alabileceği bir yer. Şehrin emniyeti için vazifeli üç kişi gece gündüz orada nöbet tutturuyorlar. Onlara selam verdim.
Trablus limanı stratejik öneme sahip bir limandır. Ayrıca güvenlik acısından bütün askerler o limanı kullanıyorlar. Raşit Kerami'nin torunlarından Maan Kerami Bey'in yanına ziyaret amaçlı gidiyorum. Bizi çok hoş karşılıyor. Allah'a şükrediyorum. Abdulkadir Geylani Hz.'nin kayıp kitapları için çalışıyorum. Bunun için de dünya kütüphanelerini dolaşıyorum. Bu dolaşmalarım vesilesi ile de güzel insanlarla karşılaşıyorum. Bu çalışmalarımızı Feyz Dergisi aracılığıyla okuyucular ile buluşturuyoruz.
Bu güzel mecliste otururken oraya Osmanlı kıyafeti giymiş vakur bir zat teşrif ettiler. Her hali ile ilim sahibi olduğu belli olan bu zat hoşuma gitti. Kendisi ile tanıştığımızda kendisinin Üstad Galip Sancaktar olduğunu anladık. Kendisine kim olduğunu sorduğumuzda, "Ben Türk asıllıyım. Ceddimiz Osmanlılar döneminde soy ismimizden de anlaşıldığı gibi sancaktarlık görevinde bulunmuş bir aileyiz. Ayrıca bu bölgenin din işlerini yürütmüşler. Şimdi biz de bu vazifemizi eda etmeye çalışıyoruz." Bu sözleri ile Sancaktar Beyin asil bir aileden alim bir zat olduğunu anlıyoruz. Ayrıca kendisi tevazu sahibi bir insan… O da bizi merak etti. Ben de Seyyid Abdulkadir Geylani Hz. soyundan geldiğimi ve onun eserlerini araştırdığımı söyleyince sevinçten sanki uçacak gibi oldular. Abdulkadir Geylani Hz. bizim şeyhimizdir. Biz onu çok seviyoruz. Bu çalışmalardan mutlaka bizde talep ediyoruz, dediler.
Kendisi ile aramızda şöyle bir sohbet geçiyor.
Fadıl Geylani : Müslümanların bugünkü hali ile Osmanlı zamanındaki durumunu karşılaştırır mısınız.?
Üstad Galip Sancaktar: İdrak sahibi her insan Müslümanların şu andaki durumu karşısında mutlaka acı hisseder. Biz Müslümanlar olarak Filistin'i maalesef kaybettik. Sadece bu topraklar değil bütün yeryüzünde Osmanlı'dan kalan adalet kalmadı. Adalet sadece Müslümanların gönüllerin de sıkışıp kaldı. Dünya bu mirası bu kadar çabuk harcamamalıydı. Hepimiz büyük bir üzüntü içindeyiz. Şu anda ne Filistin için ne de başka topraklardaki Müslümanların genel huzuru için herkesi müjdeleyici ve sevindirici bir durum söz konusu değildir. Bu durumun düzelmesinin bir emaresini de yok, en azından böyle bir gelişmeyi hiçbir yerde ben göremiyorum. Türkiye'yi yakından takip ediyoruz. Bölgede güçlü bir Türkiye hepimizin menfaatine… Bunun için dua ediyoruz ve can-ı gönülden güçlü bir Türkiye'yi arzu ediyoruz.
"Muhakka ki Allah (cc.) nurunu tamamlayacaktır" Bunun için Allah'a teslimiyetten başka bir şey elimizden gelmiyor. Bilinmesi gerektiği gibi; tevekkül meselesinde en tehlikeli durum, tevekkülü yanlış anlayarak tembelliğe düşmek, vazifesini yerine getirmemek ve bunun sonucunda da başarısızlığa uğramaktır. Biz bütün gayretimizle çalışacağız, üzerimize Allah'ın yardımı gelesiye kadar. Öyle ki Peygamber Efendimiz: "Ümmetim adına en çok korktuğum şey göbek iriliği, uyku düşkünlüğü ve tembelliktir." buyurmak sûretiyle, tembelliğin bizler için ne büyük bir tehlike olduğuna işaret etmiştir.
"Veleyse Âlallah'i bi Azizin " Müslümanların durumunun düzelmesi zor bir şey değildir. Üstesinden gelinmeyecek hiçbir zorluk yoktur. Benim defalarca meclisinde oturduğum şehit olan Ömer Kerame Efendi (eski başbakanlardan), şu an misafiri bulunduğumuz Maan Efendinin abisi, Allah rahmet eylesin. Devamlı "Ettefavû bil hayr" hayrı teranni etmek, hayra yormak, hayırla konuşmak her zaman için hayırlıdır. Onun bu sözleri kelimeleri çok hoşumuza gidiyordu: O devamlı bize Hz. Peygamberin hadisini anlatıyordu.
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Ümmetimden bir grup, hak yolunda mücadeleye (hiç ara vermeden) devam edecek…"
Fadıl Geylani: Sayın Kerami bu konuda sizin düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Maan Kerami: Bizim önderlerimizden Abdulhamit Kerami Osmanlı döneminde vali yardımcılığı ve bölgenin din işlerinden sorumlu makamında oturan bir zat idi. Osmanlı son dönemine kadar ailemiz İmparatorluğun güvenilir ilim adamları yetiştirdiği sadık bir aile olarak hizmet etmişlerdir.
Son dönemlerde Azmi paşa sıkıntılı dönemlerde dahi bizim ailenin âlimlerinden istifade etmiştir. Ailemiz onunla beraber savaşlara katılmışlardır. Osmanlı'dan bahsederken; onlar yalnız Ortadoğu değil Asya, Afrika ve Avrupa değil bütün dünyaya adaleti yaymışlardı. Osmanlı zamanında insan katliamı olmazdı. Son yüzyılda dünyaya baktığımızda sömüren ve sömürülen olarak ikiye ayrılıyor. Maalesef bizim coğrafyamız da diğer yerler gibi haksızlık ve zulme uğrayan bir yer olarak tarihe geçti. Ben birçok ülkeleri gezdim. Gördüm ki, Osmanlının hala adalet anlayışını ve hoşgörüsünü özlüyor. Bu şüphesiz İslam'ın güzel bir şekilde uygulanmasıdır. Hâla bu topraklarda herkes Osmanlı askerini dürüst, namuslu olarak bilir. Geçtiği yerlerde de kimsenin malına ve namusuna göz dikmemiş "Şecaatli Asker" diye bilinmektedir.
Osmanlılar bu bölgeye geldiklerinde bağlardaki meyveleri bile para vererek satın almışlar. Kaynaklarda bu var. Ayrıca dedelerimizden nakille bunu ananevi olarak biliyoruz. O zaman bunu gören halk o askerleri bağrına basmışlardır. Bir daha çıkartmamak üzere. Tabi şimdi de böyle güzel meziyetli insanları gözler olduk. Geçmiş geçti şu anda Müslümanların tek noksan tarafı birlik ve beraberliktir. Bu sağlandığı andan itibaren Osmanlı misali bir güç yeryüzüne hâkim olur. Bugünkü zulmü kaldırıp adaleti gerçekleştirecektir. Ben buna can-ı gönülden inanıyorum. Tek eksiğimiz birlik ve beraberlik... Ortak değerlerimiz ayağımızın altından kaydırılmış, bundan dolayı birleşemiyoruz. Birbirimize yaklaşımlarımızda korku empoze edilmiş. Gördüğünüz gibi biz aynı coğrafyanın insanıyız.
Fadıl Geylani: Mesela şu anda ne güzel bir meclisteyiz, ben İstanbul'dan gelen bir ‘Türk Seyyidi', Sancaktar bey ise Türk asıllı bir Trablusşam'lı… Bu mozaik İslam mozaiğidir. Hepimiz farklı kültürde olabiliriz, farklı alışkanlıklarımız ve farklı davranışlarımız olabilir. Bu durum bizim birbirimizi sevmemize kesinlikle engel olamaz.
Maan Kerami: Sayın Üstadımız ve Müftümüz Sancaktar Beyin dediği gibi Müslümanların üzerinde şu anda farz olan, kalplerimizi birleştirmek ve aynı safta durmalarıdır. Bunlar yerine getirildiği zaman da "Allah kerimdir" diyoruz. Allah'ın yardımı Müslümanların üzerinedir. Buna şüphemiz yoktur. Sizin vesilenizle Türkiye'deki bütün kardeşlerime selamlar…
Fadıl Geylani: Biz de sizi güzelim Türkiye'mize davet ediyoruz…
Sancaktar Bey: Birkaç sefer Türkiye'ye geldim. Mesela Antakya, Mersin, İskenderun ve Adana gibi bazı vilayetlere geldim. Bundan sonra da Türkiye'nin diğer bölgelerini ziyaret etmek istiyorum. Oradaki ilimden istifade etmek istiyorum. Birikimlerinden istifade etmek istiyorum. Ayrıca ilmi birikimlerimi paylaşmak istiyorum. Bizim niçin aramızda soğukluk olsun ki. Gezdiğim illerde insanlar çok saygılı ve hürmetkâr davrandılar. Ama ben fakir ve günahkar bir kulum.
Fadıl Geylani: Estağfirullah efendim, siz ilim sahibi, mütevazi bir müftüsünüz.
Sancaktar Bey: O sizin hüsn-ü zannınız. Bende buradan bütün Müslüman kardeşlerime selam söylüyorum… Onları buraya bekliyorum, saygılarımla, Feyz Dergisi okuyucularına da sevgi ve selamlarımı iletin lütfen…
Aramızda geçen bu konuşmalardan şehri geziyoruz. "Sahat Allah" orada ilginç bir meydan ismi var. Büyük bir "Allah" ismini yazıp koymuşlar. Dolayısıyla meydanın ismi Allah isminin yazılı olduğu meydan anlamına geliyor.
Trablusgarp'ta İmam-ı Azam Ebu Hanife Kütüphanesi'ne girdik. Kütüphane girişindeki insanlar bizi çok güzel karşıladılar. Bizi kahve ve çay ikram etmeden bırakmadılar.
Kütüphanede Fuat isminde bir avukat da araştırma yapıyordu. Onunla tanıştık. Ehli beyt'le ilgili bir kitap çalışması var. Hz. Peygamberin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ehl-i Beyti hakkında böyle bir çalışmasını duyunca, çok da hoşumuza gitti. Onu tebrik ettim. Çalışmasını bitirince bana vermesini talep ettim. Memnuniyetle karşıladı. Bizim yürüttüğümüz Geylani Külliyatı çalışmalarını ilk defa duyduğunu söyledi. Bu güzel çalışma için bizi de tebrik ettiler. Bende ona çalışmanın öneminden bahsettim bilgilendirdim.
Böylelikle bir Ortadoğu seyahatim daha güzel bir tanışma ve dostlukla sonuçlanmış oldu.