İslama göre müslümanda bulunması farz olan tevekkülün genelde yanlış anlaşılıp yanlış anlatıldığını, bazı din düşmanlarının da tevekkülün yanlış anlaşılmış halini, îslam Dini'nin bir zaafıymış gibi görerek veya göstererek mutlu olduklarını görürüz. Hatta daha ileri giderek, müslümanların asrımızdaki teknik ve sanayi yönünden Avrupalı'dan geri kalmışlığın suçunu, tevekkül anlayışına yükleme gayretine girdiklerine, zaman zaman şahit olmuşuzdur. Buna inanan müslüman varsa, gerçekten üzülürüm. Kendi adıma ise bu kafasızlık ve basitlik sergilenmelerine alışmışlığımdan dolayı sadece gülerim. Çünkü onların, sözde müslümanların geri kalmışlığının müsebbibini bulduk sanarak istihza ile sırıtmaları onlardaki cehalet ve akılsızlığın sırıtmasından vce komik bir görüntüsünden başka bir şey değildir. Bu manzaraya nasıl gülünmez.
İmam-ı Gazali (Radıyallahü Anh) ihya-u Ulumiddin kitabının tevekkül bahsinde, "Tevekkülü anlamak akıl ve yakın işidir. Bu noktada çok kişinin ayağı kaymıştır" buyuruyor. Gerçektende tevekkül, İslam Dini'nin akıl almaz ahlak güzelliklerinin bir tanesidir. Yüksek ahlak incilerinden bir incidir. Anlayanı hayrete ve hayranlığa sevkeder. Rabbisine imanını kuvvetlendirir.
Allah-u Teala Hazretlerinin yardımı ile bu zor mevzunun anlaşılmasına yardımcı olmaya çalışacağım. Ehil olmayanlar tarafından tevekkül tembellikle karıştırılır. Halta dünyadan zühd ederek çekilen bazı dervişlerin halleri de tevekkülün, dünya işlerinden çekilmek, yiyecek ve içecek peşinde koşmamak, bunları Allah (Celle Celalühu)'ın takdirine bırakmak şeklinde anlaşılmasını kolaylaştırıyor.
Halbuki bizim için bazı müslümanlar veya bazı dervişler kesinlikle ölçü olamaz. Ölçü ancak Kur-an, hadisler, sahabelerin sözleri ve bunların yolundan sapmadan gitmiş alimlerimizdir.
Ölçü Kur-an ise ona göre çalışmak emredilmiştir, farzdır. Hz. Ebu Bekir'in (Radıyallahü Anh) halifeliğinin yanı sıra ayrıca çalıştığını, mezhep imamı İmam-ı Azam Hazretlerinin ticaretle meşgul olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Dolayısı ile tevekkül ediyoruz diye tembelliğe dalan, yemeden içmeden kesilen, sebepsiz evlenmeyi terkeden insanların hallerini dervişlik sanmak, bunu İslâm'a yamamaya çalışmak, cehaletin ve din düşmanlarının oyununa gelmek ve Hıristiyanlık adeti olan ruhbanlığı İslâm'ın rüknü sanarak bid'at karanlıklarına dalmak demek olur.
Demek ki tevekkül etmek, sebeplere sarılmayı terketmek değildir. Dünyanın düzelmesi için Allah'ın düzeltmesini beklemek, hastalanınca doktor ve ilacı terketmekte tevekkülü yanlış anlamaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde; "Her derdin dermanı vardır, bilen bildi bilmeyen bilmedi" buyurdular. (Ahmet ve Taberani İbni Mesud'dan)
Aslında yanılgının başı işleri din işi ve dünya işi diye ayırmakla başlar, islâm'a göre herhangi bir fiilimiz veya fiilsizliğimiz, mübah, müstehab, helal, haram, mekruh kavramlarının dışında olabilir mi? O zaman bütün hareket ve hareketsizliklerimiz mükafat ve mücazattan veya haraptan hali değildir. Demekki dünya işi diye terk ettiğimiz işlerimizi ibadet şuuru ile yapılırsa ibadet olurlar, bunun tersi olsaydı. İslam Tarihi bu kadar zengin bir kültür ve sanat birikimi ile dolu olmazdı.
O halde tevekkül nedir? Tevekkül doğru manada, mümin kulun bir işin yapılmasında iradesini var görerek azami tedbirleri alması, bildiği bütün sebeplere sarıldıktan sonra, neticenin olumlu veya olumsuz görüntüsü hususunda kalbini tam bir itimat ve teslimiyetle Allah'a bağlamasıdır.
"Bir işe azmettin mi artık Allah'a tevekkül et" ayeti kerimesi tevekkülü en güzel şekilde ifade etler. O halde gerçek tevekkül ehlinde tevekkülden önce bir talep vardır. Tevekkül ehlinin tedbir ederkenki halini gören, bu ne tevekkülsüz adamdır, zannına kapılabilir. Çünkü o, hesaptan sorgudan korkar. İster ki ona şu tedbiri de alsaydın niye almadın sorusu sorulmasın. Bu halin ayeti kerime ile ifadesi ise şöyledir; "Bütün ihtiyat tedbirlerini alın" (Nisa-102). Sonrası ise tam bir rıza ve tam bir teslimiyettir.
Bilirki o çok merhametli olan Rabbi artık kendisi için hakkında en hayırlı olanı verecektir. Bu hayırlı şeyi onun nefsi istemese de ona acı gelse de bütün bunlardan tevekkülün imana bağlı olduğu açıkça görüldüğü gibi, günümüz toplumlarının da inanmaya ve tevekküle ne kadar acilen ihtiyaçları olduğuda görülüyor. Evet, öyle ihtiyacımız var ki tevekkülün huzuruna. Taklidi imanın kazandıracağı huzuru cennette miyim diye sanacak kadar.
Şu anda insanlık, bir cenderede yeni bir doğumun sancılarını yaşıyor. Dünya hayatını herşey sanan insanlar, işsizlikten, geçim sıkıntısından ve her türlü çaresizliklerden dolayı, düştükleri ümitsizlik girdabında kafayı yememek için büyük bir savaşın içindeler. Stres, hastalıklarımızın arasından tırmanarak birinci sıraya yerleşmiştir. Psikosomatik hastalıklar hiç olmadığı kadar yayılmış, imanlarından ve onun tesellisinden uzak insanlar, teselli arayışı içerisinde, Budizme kadar düşmüşler. Onca çelişkilerine rağmen, Hıristiyanlık bile inatla yaşanır ve savunulur durumda.
Çünkü biraz iman, ruhla biraz barışmak demek ve biraz huzur demek. Dolayısı ile insanlık İslâm'ın arayışı içinde. Kendilerini mutlak huzura, dolayısı ile gerçek İslam'a, hakiki imana ulaştıracak rehberlerin, dünya ve ahiret sıkıntılarına çare olacak, tevekkülü öğretecek alimlerin gelmesini bekliyorlar. Evet dertlerimizin devası ortada... Tevekkül.
Tevekkül ise direkt imanla bağlantılı. İman ise mertebe mertebe. İlmel yakin iman, aynel yakin iman, hakkel yakin iman. İmanımız kadar tevekküllü, tevekkülümüz kadar huzurluyuz. İmanda mertebe kazanmanın yolu ise Kur-an'daki şu ayeti kerime ile belirtilmektedir, "Dikkat edin, kalpler ancak Allah'ın zikriyle mutmain olur" (Ra'd-28).
Kur-an'dan alınan bu metodun yaygın olarak kullanıldığı yerler ise herkesin malumu olduğu gibi tasavvuf okullarıdır. O zaman ne duruyoruz. İnsanlığın mutluluğu için inanmayanı an elimizdeki Kur-an ile imana, inananları ise "Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne hakiki manada iman edin" (Nisa - 125). Ayeti Kerimesi ile hakiki imanı elde etmeye çağıralım. Ve hakiki imanın da ancak hakiki imanlılar sayesinde verilebileceğini artık anlayalım ki, İslam tarihini süsleyen onbinlerce evliyayı bir çırpıda atmak küstahlığından kurtulup tarihi, ilmi, hatta İslam'ı görmemezlikten gelmiyelim.
Daha mı açık konuşalım, peki, kim diyebilirki Yunus, Mevlana. Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbani ve daha binlercesi hiç yaşamadılar? Bunlar spor olsun diye yaşadı kim diyebilir. İslam'da evliya diye bir grup olmadığını tabi hiç kimse diyemez... O zaman ne tarihi nede elimizde olmadan İslam'ı inkar etmeden evliyaya koşalım. Çünkü evliyayı inkar etmek küfür, yani evliya yoktur demek insanı dinden çıkarır ki Kur-an ve sahih hadislerle evliyanın varlığı sabittir. O zaman evliya vardır ve islam durdukça var olacaktır. Elhamdülillah. İslâm var evliya vardır. Ve onlar lüzumsuz değildir. Onları lüzumsuz görmekte Allah'a abeslik isnad etmektir ki bu da küfürdür.
O zaman demekki Allah dostları var ve lüzumsuz değil, hemde öyle bir lüzumlu ki bu zaman, bu bunalım ve stres zamanının tek ilaçları onlar. Hala anlamadıysak bari en yakin psikoloğa gidelim diyelim. Başka çaremiz kalmıyor. Avrupa'da artık psikologlar bakkallık yapıyor. Papazlar onların yerini çoktan kaptı. Eee, bizim müslümansa kolay mı, entel takılıyor. Velinin adı hacı emmi, cahilin adı doktor bey, hastanın adı ise bu zamanda münevver ve lider oldu. Sakın yanlış anlaşılmasın, biz ne tıbba, ne doktora, nede aydınlarımıza sataşmıyoruz. Biz sadece Allah'tan korkuyor, okuyucumuzu da bu konuda uyarıyoruz. Hem görmüyor muyuz herşey ne kadar açık, kalplerimiz mühürlü, gözlerimiz kör, kulaklarımız sağır değilse ki bu müslümana yakışmıyor ama, kulaklarımız sağır olmasada tıkalı. Kalplerimiz mi? o da sanki yok. Gözümüz ise sadece uzağı görüyor.
Burnumuzun dibindeki evliyayı bırakıp Farabilere, Aristoloro veya bilmem kimlere bakıyor. Veya görmek istediği yerlere. Bu gidiş kötü, böyle giderse dünya dev bir tımarhane, insanlarda zavallı, çaresiz hastaları olacak. Kalbimizi zikirle silip, gözümüzü fikirle açıp, artık anlıyalım ve anlatalım, evliyaları ve onların tek kurtuluş yolu olduğunu.
Feyz Araştırma Gurubu