Dünya Nereye Gidiyor...?

Hz.Ademle başlayıp, kıyamet ile noktalanacak olan insanlık tarihi belirli evrelerden geçerek, günümüz dünyasında bizleri de kervanına katarak yolculuğuna devam etmektedir. İnsanlığın bu yolculuğu salt kendi iradesiyle belirlenmiş değildir. Nasıl ki cinsiyetimiz, hayat süremiz, anne babamız... vs. kendi irademizle değilde yaratıcı irade ile belirlenmişse benzer şekilde külli bir irade, insanların cüz'i iradelerini kullanabilecekleri şekilde eşya ve olayları tanzim etmektedir.

Dünyadan maksat imtihandır, insana kendisinin gösterilmesi olayıdır. Bilinmezler alemine doğru yapılan bu yolculuk pusulasız olamazdı. Nitekim yaratıcı kudret bu yoluculukta insanları başıboş bırakmadı ve yol gösterici olarak peygamberler silsilesini insanlığa kılavuz olarak gönderdi. İnsanlığın önünde iki seçenek vardı: Hayır ve Şer!... Bir başka deyişle "vahiy merkezli" bir hayat görüşü benimsemek yahut "insan merkezli" beşeri bir sistemin zebunu olmak. Birinde "saadet", diğerinde "şekavet" yolcuları.

Bir kısım insanlar dünyaya niye geldim? Nereye gidiyorum? Kim gönderdi?, gibi birtakım ulvi sorulara cevap arar, ötelerin ötesini araştırır, ilericiliğin en güzel örneğini verirken, bir kısım insanlar da mutlak ilgilenilmesi gereken bu sorularla hiç ilgilenmeyip yalnızca dünyada günümü nasıl gün ederim mantığıyla süfli gayeleri peşinde gericiliğin en çirkin örneklerini sergilemişlerdir.

İnsanlık tarihi öze indirgenerek açıklanacak olursa olay bundan ibarettir. Fakat, özümseyebilmek, kavrayabilmek, ders çıkarabilmek için denklemi açmakta yarar vardır. Vahye dayanmayan, felsefe ürünü beşeri sistemler, istenmeyen mevcut sisteme reaksiyon olarak şekillenir. Bu yüzdendir ki, felsefi sistemler tarihine bakıldığında, birbirleri arasında büyük çelişkiler, farklılıklar, uçurumlar olduğu görülür.

Her biri diğerinin enkazı üzerine inşa edilmiştir. İşin garip tarafı her biri kendisini "evrensel doğrular bütünü" olarak lanse eder. Doğru, "tek" olduğuna göre, bunca farklılığın var oluşu bunların herhangi bir kıymet-i harbiyesinin olmadığına açık delil teşkil eder. Bu gelişimin tabii sonucu olarak; bugün cari olan felsefi görüşler yarın çürüyecek demektir, oysa "ilahi mesaj" hiçte böyle değildir. 

İnsanlık tarihi boyunca bütün çağlara meydan okuyabilen böyle bir sistemi kim örnek gösterebilir. Bu özelliği dahi onun doğruluğunun delilidir. Bütün sistemlerin aradığı güzelliklerin toplandığı, aynı zamanda görülmek istenmeyen bütün çirkinliklerin yok edildiği bir sistemdir bu.

Böylesine bir girişten sonra bu değerlendirmeler ışığında günümüz dünyasını inceleyelim: 21. asra girerken şu anki durumu itibarıyla dünyamız, sonu ışık olan karanlık bir dehlizde seyr halindedir. Büyük sancılar yaşanmaktadır. Sancılar doğumun arefesinde olduğumuzun belirtileridir. Küfür kelimenin tam manasıyla altın çağını yaşamaktadır. Fakat unutmamak gerekir ki "her kemalin bir zevali vardır". Daha yakın zamana kadar iki sistemin -kapitalizm, komünizm- çarpıştığı bir arena olan dünyamız bugün ideolojilerin iflas ettikleri bir tefessüh dönemi yaşamaktadır. Çökmüş bulunan bir sistemin ayrıntılarına girmemize gerek yok. Ancak bu çöküşün direkt, indirekt yararlarından bahsetmek zaruridir.

Madde alemi dengeler üzerine oturtulduğu gibi sosyal, siyasal ve ekonomik hayat ta dengeler üzerine kuruludur. Komünizmin çökmüş olması mevcut dengeleri altüst etmiştir. Kapitalizmi ayakta tutan komünizm çökünce A.B.D. başta olmak üzere peykleri denge arasıyı içerisindedir. Son zamanlarda sıkça adını duyduğumuz "yenidünya düzeni" "Globalleşme" veya karşı bloktan gelen "Glasnost-perestroika" gibi politikalar bu arayışın ürünüdür. Körfez savaşım da bu arayışın bir parçası olarak görmek mümkündür.

İnsanların ölümü olduğu gibi sistemlerin, devletlerin ölümü de kaçınılmaz bir akıbettir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. En son komünizmde olduğu gibi. Bilim adamları gözleri kamaştıran batı medeniyetine de artık ömür biçmeye başlamışlardır.

Halihazır duruma baktığımızda manzara-i umumiye hiçte iç açıcı değildir hatta bazı gerçeklerin farkında olmayanlar için ümitsizlik kaynağıdır: İslam alemi paramparça olmuş, emperyalist güçlerin uşağı durumuna getirilmiştir. Büyük bir kimlik krizi yaşanmaktadır. Ekonomileri, politikaları basın-yayın hayatı, eğitim sistemleri emperyalist güçlerin dümen suyundadır. Bu dümen suyundan çıkmak isteyenler alabora olmaya mahkumdur. Telekomünikasyon hizmetlerinin, kitle iletişim araçlarının, uyduların... etkisiyle dünyamız çok küçülmüştür. Ekonomiler ulusal ölçekten çıkmış uluslararası boyutlara ulaşmıştır. Dünyanın neresinde bir kriz varsa öbür ucunda etkisi hissedilmektedir. Böylesine entegre bir yapı içerisinde baş kaldıranın başı gider. Kültür emperyalizmi sayesinde uluslar kimlik krizine girmiştir. Sömürgeci güçlerin, yaptığı ilk şey, o toplumu kendi değerlerine yabancılaştırmak, ikinci aşama olarakta kendi değer yargılarını idealize ederek empoze etmektir.

Böyle bir tablo çizmemden maksat ölmüş-bitmişlik edebiyatı yapmak değildir. Bu, kendine güvenini, mücadele azmini kaybetmiş, kişiliksizlerin işidir. Bizim gayemiz; tedavi olmanın yolunun, hastalığın teşhisinden geçtiğini göstermektir. Hastalığımızı tesbit ve tahlil etmeden nasıl tedavi olabiliriz?

Bütün bunları sıraladıktan sonra bir de madalyonun ikinci yüzünden bahsedelim: Batı medeniyeti "madde" üzerine inşa edilmiştir. "Materyalist mantalite" dediğimiz bu sistemde esas itibariyle madde ötesi şeylere yer yoktur, insan, hayvan derekesine indirilmiştir, "însan ekonomik bir hayvandır". Herşey ekonomi içindir. (Homo economicus) Her şey para için, şehvet için, şöhret içindir. Bu yüzden batı medeniyeti çelişkilerini kendi özünde barındırmaktadır. Sistemin asıl zaafı da buradan kaynaklanmaktadır. Her şeyin insana hizmet etmesi gerekirken o hale gelmiştir ki, insan, makinanın bilim ve tekniğin kölesi haline getirilmiştir. İnsanın, maddenin yanısıra ruhtan mürekkep olduğu gerçeği gözardı edilmiştir.

Neticede ortaya çıkan bilanço çok ağırdır: Ekonomik, politik gelişmeyle beraber büyük bir sosyal çöküntü, ahlaki erozyon. Eldeki veriler, bulgular, sosyal konjonktür istikbal açısından batı toplumlarını kara kara düşündürmektedir. Bir devlet ki insanları dejenere olmuşsa teknikte ne kadar ilerlemiş olursa olsun geleceğine güvenle bakamaz. Çünkü devletlerin bekasında esas unsur; insandır, "insanını söyle, istikbalini söyliyeyim" denilebilir.

İnsanlarının neredeyse üçte birinin cinsi sapık olduğu, suç oranının ayyuka çıktığı, akıl hastanelerinin tıka basa dolu olduğu, uyuşturucunun ahlaksızlığın, intiharların artık umur-u adiyeden sayıldığı, bencil, duygusuz, canavarlaşmış bir toplum. İşte materyalizmin fiyaskosu. Dışımda; gözler kamaştıran büyük bir madde medeniyeti, içimde; müthiş bir yalnızlık, yabancılaşım, mutsuzluk, doldurulamayan bir boşluk, işte batı insanının portresi... İstemem onların olsun. Aslında kendileri de istemiyor. Arayış içerisindeler. Nerede hata yaptık diyorlar. Bütün dünyada ideolojilerin iflas edip dinin tekrar ön plana çıkışı, bunun açık göstergesidir.

Bazı kaideler vardır ki insana doping etkisi yapar. Ümitsizlikleri yılgınlıkları atar, pembe ufuklara doğru kanat uçurur. Bunlar aslında sosyolojik gelişmeleri açıklamada da esas alınabilecek genellemelerdir: "Gecenin en zifiri olduğu an, aydınlığın başlangıcıdır." "Kemal, zevalin habercisidir." "Zirve, inişin ilk basamağıdır" gibi.

"Batıl" her yönüyle kemal bulmuştur. Zevali yakındır. Çıkabileceği en yüksek (çukur) noktaya çıkmıştır, inişi muhakkaktır. Bütün bunlar aydınlık bir geleceğin sosyolojik bazda delilidir, habercisidir. Ayrıca, bu durdurulmaz, kaçınılmaz gelişmeyi, o mutlu geleceği biz yalnızca bu gelişmelerle görüyor değiliz.
Kainatın yüzü-gözü hürmetine yaratıldığı, söylediği her sözün, haber verdiği her olayın gerçekleştiği, hiçbir şeyin kendisini yalanlayamadığı bilakis doğruladığı Resulullah (SAV), bu gelişmeleri 1400 yıl öncesinden bizlere haber vermiş ve istisnasız olarak söylediği her söz çıkmış, vuku bulmuştur, bizi rahatlatan asıl delil budur.

İşte Allah Resulü (SAV), "ahir zamanda" olarak nitelendirdiği günümüz dünyasının karanlık sayfalarım bizlere bir bir haber verirken aynı zamanda zulmet döneminin arkasından belli bir saadet döneminin de geleceği müjdesini vermiştir. Dünyamızda meydana gelen her türlü gelişme O'nu her bakımdan tasdik ve teyid eder mahiyettedir. Bizlere düşen o günlere hazırlıklı olup, meskenet adamı değil, aksiyon adamı olmaktır.

'Saddakte Ya Rasulüllah" diyor o kutlu kadroyu, o kutlu günleri intizarla bekliyoruz.

  Saliha İlhan