Tebliğ; insanları İslamın doğru ölçülerine davet ederek, bu ölçüler etrafında birleşen insanların çoğalmasını ve ideal ahlak düzeyine ulaşmasını sağlamak amacıyla yapılan bir davettir. İlk Peygamber Adem (as)'den başlayarak ilahi vahye muhatap olan tüm Peygamberler, kendilerine vahiy edilenleri insanlara ulaştırmak ve bildirmekle görevlendirilmişlerdir. Kur'an-ı Kerim, bu davet görevini tebliğ olarak tanımlamaktadır. Nitekim bu hususta yüce Allah (Celle Celalühü); "Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah (Celle Celalühü) kâfirler topluluğuna hidâyet etmez." (1) buyurarak tebliğin peygamberliğin bir gereği olduğunu bildirmektedir.
Dinimizde tebliğ etme görevi, bizzat Allah (Celle Celalühü) tarafından emredildiğine göre hiç şüphesiz bu görevin ilk muhatabı peygamberlerdir. Sonra da Peygamberlerin mirasçıları olan alimler, bu görevi yürütmektedirler. Peygamberler ve alimlerden sonra ise her insan, bildiği doğruları çevresinden başlamak üzere insanlığa tebliğle yükümlüdürler. İnsanların hakka, doğruya ve güzel ahlaka çağrılması demek, fertlerden başlayarak toplumların sükuna ermesi demektir. Her iki cihan saadetini yakalamak açısından da tebliğ, son derece önem arzetmektedir. Aksi halde; bu görev yerine getirilmemiş olsaydı, Allah davasının bitmiş olması gerekirdi. Böyle bir durumu kabul etmek ise dünyanın varlık sebebinin bir anlamı olmayacağı sonucunu ortaya çıkarırdı…
Öyle ise, dünya var olduğu sürece tebliğ vazifesini yerine getiren insanlarda olmaya devam edecektir. K. Kerim; "İçinizden, hayra çağıracak, iyiliği emredecek ve kötülükten sakındıracak bir cemaat bulunsun" (2) buyurmak suretiyle insanların tebliğ ve davet ile vazifeli olduklarını bizlere emretmektedir. Şayet bu görevi bizler yerine getirmezsek; elbette bir başkaları yerine getirecektir. Zira, Allah'ın dini sahipsiz değildir..! Dünya durduğu sürece insanlık da bu davetle buluşmaya devam edecektir. Yüce kitabımız, "emri bil mâruf ve nehyi anil münker" görevini terk eden toplumların kötü akıbetlerini bizlere açık bir şekilde haber vermektedir.
Bu nedenle her mü'min, kendisini iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak ve insanları hakka ve doğruya çağırmakla görevli bilmelidir. Aksi halde, Allah'ın (Celle Celalühü) bizi mesul tutacağının farkında olunmalıdır. Nitekim, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hadisi şeriflerinde; "Hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz."(3) buyurarak, yükümlülüklerimizi bizlere hatırlatmaktadır.
Tebliğ görevinin yerine getirilmesiyle, hem dinimizin emir ve yasaklarının bizzat tebliğci tarafından yaşanması mümkün olacak, hem de İslam'ın tatbiki noktasındaki doğru ölçülerin toplumda bilinmesi ve uygulanması sağlanmış olacaktır. Bunun getirisi olarak da tebliğ görevini yapan kişi sadece mesuliyetten kurtulmakla kalmayıp kendisinin ilmi, ameli ve ahlaki gelişimine de katkı sağlayacaktır. Ayrıca, " Sebep olan yapmış gibidir" (4) kaidesi gereğince bir insanın hidayetine vesile olan yada güzel ahlak kazanmasına sebep olan kişi, elbetteki bunun karşılığını misliyle alacaktır.
Tebliğ görevi çok faziletli bir sorumluluk olmakla birlikte, aynı zamanda çok da zorlu bir hizmettir. Böyle ulvi ve zor bir görevi yerine getirmek için çaba harcayan kimselerden, pek tabii ki şeytan rahatsız olacaktır. O davetçinin, Allah'ın dinine davetini engelleyebilmek için, avenelerini de seferber ederek çeşitli iftira, hased, düşmanlık vs. gibi birçok sıkıntıyı üzerimize göndereceği kaçınılmazdır. Bu nedenlerden dolayı, sözkonusu sıkıntılara göğüs germek ve bu zor görevi yerine getirmek her babayiğidin harcı değildir..
Nitekim, Efendimizin tüm hayatı, bunun en canlı örnekleriyle dolu değil midir? Taif bunun en canlı örneği değil midir? Yine; Uhud, Bedir, Hendek gibi savaşlar bu davanın karşısında olanların yaşattığı en büyük sıkıntılardan değil midir? Mademki tebliğ etmek demek sıkıntı demekse, elbette tebliğcinin karşısına da Uhud dağları, Bedr'in sıkıntıları, geçilmemesi gereken sınırlarımız olacak ve önümüze Hendekler konacaktır!
İnsanlara bir konuda sohbet ederken veya iyiliği tavsiye, kötülükten men ederken davetçinin tebliğine tabii ki herkesin yaklaşımı da aynı biçimde olmayacaktır. Kalabalık ortamlarda ortamın tadını kaçırmak isteyenler olabileceği gibi, nefs yapanlar ve ego tatmini peşinde koşanlarda bulunacaktır. Diğer insanların istifadesini engellemeye yönelik gelişebilecek bir takım olumsuzlukların yaşanması da muhtemeldir! Çünkü, hakkın rızasını kazanmaya vesile olan bu hizmetinizi engellemekle vazifeli şeytan, hep devrede olacaktır... Böyle istenmedik durumlara karşı hazırlıklı olunmalı ve ne şekilde hareket edileceği önceden tahmin edilmelidir. Yani yapılan tebliğin seyrine zarar vermeyecek bir şekilde, ortamın nabzı elde tutulmalıdır.. Ve unutulmamalı ki, Hz. Mevlana'nın ifadesiyle; "Sen ne kadar bilgili olursan ol, bilgin karşındakinin anladığı kadardır" gerçeği göz ardı edilmeden kişinin ihtiyacı doğrultusunda bilgilendirme yapılmalıdır.
Sohbet edilecek ortam, yer, kişi, konu ve çevre dikkate alınmadan yapılacak bir sohbetin, menfaatli olacağını kim akıl edebilir ki? Her insanın meşrebi herkesle örtüşmeyeceğinden, herkesin, herkese sohbet etmesi de tesirli olamaz…
Her konuda olduğu gibi tebliğ konusunda da Peygamber Efendimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tebliği bize en güzel örnektir. O hiçbir zaman hak bildiği davasından vazgeçmemiştir. Müşriklerin yaptıkları zulüm ve işkenceler, yapılmak istenen pazarlık ve teklifler, ona geri adım attırmadığı gibi davasından da döndürmemiştir. Kendisine zulüm eden halkın cehaleti karşısında, onlara dua ve merhametten vazgeçmeyen rahmet peygamberi, tebliğ görevini yerine getirirken sabır ve merhametli olmamız noktasında bize en güzel örnek olmuştur. Hadisi Şeriflerinde (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Uyuşun, ihtilafa düşmeyin. İnsanlara yumuşak davranın, şiddet göstermeyin." (5) şeklinde emretmişlerdir. Yine; İbn Abbasdan (ra) rivayet edilen bir hadisi Şerifte de (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); "Küçüğümüze şefkat etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen, iyiliği emredip kötülükten de nehyetmeyen bizden değildir." (6) buyurmak suretiyle, tebliğde başarılı olabilmenin yöntemini ve anahtarını da bizlere böylece göstermektedir.
Günümüzde de tebliğ vazifesini en güzel şekilde yerine getirenler, elbetteki Peygamberi ahlaka en yakın derecede ki Allah (Celle Celalühü) dostları olan evliyalardır. Onların etrafındaki insanların bu denli fazlalığı tıpkı; bala koşan arı ve karıncalar misalidir. Şayet bu görevi layıkı ile yerine getirmemiş olsalardı ve insanlar onlardan manevi bir menfaat elde etmeseydi, hiç kimse sırf adet yada ziyaret olsun diye bu mübareklerin halkasında yer almak için çaba gösterirler miydi?
Onlar, insanların sadece dış cephesine hitap etmekle yetinmeyerek, ruh dünyalarına da hitap etmektedirler. İnsanımızı çelişkilerden kurtarmak için iç alemleriyle de barışık olmalarını sağlayacak bir yöntem ve derinlik içerisinde davetlerini sürdürmeleri, kendilerini farklı kılan en bariz özellikleridir…
Aksi halde tertip edilen toplantı, konferans, seminer ve basın yayın organlarından yapılan yayınlarla insanlığın çoktan ihya olması gerekirdi. Elbetteki bu tür etkinlik ve yürütülen çalışmaların müspet etkileri ve bir çok faydası bulunmaktadır. Fakat, nihai noktada fayda sağlayan yol ve yöntem, Peygamberimiz'in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yöntemidir. Efendimizin tebliği insanların gönül ve ruh dünyalarına hitap edebilen ve manevi tasarrufları ile etki eden samimi ve özden olan bir davet yöntemidir…
Zaman çarkı, günümüz insanlığını dünyalık geçim kaygılarının arasına sıkıştırmaktadır. Kalpler, günahlarla taşlaşmakta ve binbir fikir bombardımanına tabi görüş ve düşüncenin tesirinde kalan akıllar, curcunaya dönmektedir. Böyle bir ifsada uğrayış karşında, manen ayakta kalabilmek ve yapılan sohbetlerin kalbe tesir edebilmesi için manevi tasarrufla birlikte olması kaçınılmazdır. Başka türlü kalbin yumuşaması ve manevi anlamda derinleşmesi mümkün olamamaktadır.
Çünkü; insanoğlu ömrü boyunca bir çok bilgi ile buluştuğu halde bunlardan sadece bazılarının kalıcı olması, bazı kuru bilgilerinde uçup gitmesi bunun açık bir göstergesidir. Sözlerin akla girmesi ve orada yer tutabilmesi için de kalbe inmesi şarttır. Maneviyat ikliminde yapılan tebliğin, üzerimizde sıfatlaşarak ahlak halini alması, tebliğden beklenen faydanın maksimum düzeyde gerçekleştiğinin açık bir ispatı olacaktır…
İşte, Feyz Dergisi; bu manada "200 ay"dır basın yayın hayatında önemli bir boşluğu doldurmakla kalmayıp, "emri bil mâruf ve nehyi anil münker" vazifesini titizlikle yerine getirmek için büyük çabalar harcamaktadır. Bu görevin yerine getirilmesinde çok sayıda insanın yetişmesine ve istikamete girmesine vesile olmuş bir tebliğ kurumu olarak, hizmetlerinin artarak devam etmesini temenni ediyor, nice Feyzli yıllar diliyorum… Feyz"inizin hiç eksik olmaması dileğiyle...
İsa DİKMENLİ / e-mail: isadikmenli@hotmail.com
KAYNAKLAR:
1- Mâide Sûresi (67)
2- Ali İmran (104)
3- Buhârî, Cum'a (11)
4- Ebu Davud, Tirmizi
5- Müslim (3263)
6-Ahmed, Tirmizi, İbn Hibban