Alim Fazıl ve Veli Yahya El Abbasi Hz.’nin Ardından

1940 - 18 Ocak 2008
İsmi ve Lakabı
İsmi Yahya El- Abbasi El- Haşimi. Lakabı zeki manasına gelen el- Fatin'dir.

Nesebi
Annesi Seyyide yani Rasulullah Efendimizin neslinden, babası Abdurrahman Efendi ise Abbasi yani Resulullah Efendimizin amcası Hz. Abbas'ın soyundan gelmektedir.

Siması
Mütebessimdi. Nûranî idi. Beyaza yakın tenli idi ve mübarek kaşlarının arası açıktı. Heybetli bir duruşu vardı.

Ahlâkı
1987 yılında manevi diplomasını Seyyid Muhammet Raşit Hz.'den almıştır. İslam'ın ve ilmi ile amil olan âlimlerin hizmetçisi, Rabbil âleminin nuruna âşık olanların sevgilisi, yakîn makamına vasıl olanların ve bu yolda sülûk edenlerin mürşidi, gariplerin, tevbe edenlerin ve Allah (cc )'ın gazabından korkanların dostu, Allah (Celle Celalühü) Resulü'nün ahlakına ve tahir nefeslerine sahip olan...
Fazıl, kamil ve mükemmel...bir zattır.

Şemaili
Efendimizin Ahlakı'dır. Merhum orta boylu, beyaz tenli, dolgun yanaklı, uzunca kır sakallı, geniş alınlı, aralıklı kaşlı, irice başlı, sevimli, heybetli, güzel giyimli ve güzel kokuyu seven bir kimse idi. Güzel bir bastonla dolaşırdı. Keskin bakışlı ve hafızası çok kuvvetli birisi idi. Daha ilk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir hali vardı. İnsanlara karşı güleryüz gösterir, gönül alırdı.
Mürşidine olan muhabbeti
Kendi mürşidi olan Gavs Hz.'ne ve Muhammed Raşit Hz.'ne fevkalâde saygılı ve bağlı idi. Gavs Hz.'ne olan sevgisini şöyle anlatmıştı; " Bir gün beni yapmadığım bir davranıştan ötürü Gavs Hz.'ne şikâyet etmişler. Mübarek de bana ziyadesi ile kızdı ve evine gitti. Ben kış günü sabaha kadar onun kapı-sından ayrılmadan bekledim. Ben bili-yorum ki ben hak-lıyım ama o benim mürşidim, mutlaka benim nefsimi terbiye için yapmıştır." diye hiç itiraz etmedim."

Ev hayatı
Özel hayatında ev halkına karşı çok merhametli davranır, bütün torunları sıraya girer, dedelerinin ellerini öper ve hediyelerini alırlardı. Kendisi Abbasi olduğu halde Ehl-i Beyt ailesine mensup birisi ile evli olan kızının seyyid çocuklarının evde önceliği vardı. İkramlar önce onlara yapılırdı. Eve gelen ihvanın ise çocuklara ikram ve hediyeler alması kesinlikle iki tarafa da yasaklanmıştı. Çocukları çok severdi. Elinden tövbe etmek isteyen çocuğa, gülerek "senin ne günahın var, yok biz senin elinden tövbe edelim, yoksa çok mu yaramazlık yaptın" diyerek, çocuğa "Ya rabbi ben pişmanım keşke annemi babamı üzmeseydim. İnşallah bir daha annemi babamı üzmeyeceğim" diye telkin ettiğinde, bütün cemaat de gülerek neşe-lenmişti. Hatta bir gün torunları onun salıncağa binmesini istemişlerdi de, onların hatırını kırmamıştı. Dergâhına her gelene mutlaka ikramda bulunur, yemek yedirirdi. Özellikle uzaktan gelenlere ayrıca bir ihtimam gösterirdi. Hatta çoğu zaman kendisi de misafirleri ile beraber yerdi. Yemekte ise "dostlarla yenen yemekten sual yoktur, yiyin için, çok çok zikredin" derdi.

İslam prensiplerine olan hassasiyeti
Dergâhta kalan talebelerin yiyeceklerinden, Abbasi ve Seyyid olan torunlarına özellikle tembihte bulunur; "Bir zeytin bile buradan yemeyin, ola ki burada zekât vardır. Ehl-i Beyt'e zekât haramdır" diyerek İslam prensiplerine olan hassasiyetini her zamanki gibi gösterirdi.
İbadetlere düşkündü
Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet eder, talebelerini de bunlara teşvik eylerdi. Kerametleri zâhir olduğu halde, devamlı surette 'sâdatlardandır' derdi. Bir gün Kasım Efendi kendisine, "siz ne güzel şeyhsiniz, ilim erbabına yakışıyor" dediğinde, "Efendim ben şeyh değilim, benim şeyhim var, şeyh ben değil, o idi" diyecek kadar da fevkalâde mütevazı idi.
Herkesi ziyarete gider, kendisini her zaman bir ihvan gibi görür ve öyle davranırdı. Bu davranışı ile makamını ve kemâlini büyük bir maharetle gizlerdi.

Kabir ziyaretine önem verirdi
Kendisi bütün sâdat-ı kiramların kabirlerini ziyaret etme imkânı bulmuştur. Özellikle Mevlâna Halid-i Bağdadî Hz.'ne çok muhabbeti vardı. Hatta bir talebesini Şam'da eğitim için bırakmış ve ona şöyle tembihlemiştir. "Mevlâna Halid-i Bağdadî Hz.'ne devamlı ziyarete gideceksin ve benim selamımı söyleyecek, banada dua edeceksin..."

Sohbet ve hizmetleri
HİKEM-İ ATAİYYE dersleri talim mahiyetindedir. Hadis-i şeriflerden bahseder, Peygamber sevgisini ve Sahabe sevgisini işlerdi. O, İstanbul'da samimi gayretleri sayesinde, tasavvufa girmiş olan birçok hurafe ve bidatlerle mücadele etti. Yanına gelenler kendilerini gül bahçelerine gelmiş gibi hissederler ve kendilerinde bir rahatlama olurdu. Bir defasında sorunları olan ve tedavi gören bir genci yanına götürdüğümde, teveccühte sarılarak ağlamıştı. O genç, Yahya el Abbasi Hz.'nin kalpten gelen ihlâs nefesi ile canlandı ve on yıldan beri de o nefesin sıcaklığı ile yaşıyor. Teveccühleri manevi bir ziyafet şeklinde geçerdi ki; "Medet ya Hz. Fâtımâ, biz çok günahkârız, himmetini bekliyoruz" sesleri hiç unutulacak cinsten değildi. Sofiler ruhlarında hala O'nun nefeslerini hissederek cezbelenirler. İnsanları İslam'ın marifetullah ve muhabbetullah yoluna çağırıyor, aşk ve cezbe ile günahlardan kurtulmalarına vesile oluyordu. Bir nevi, yanına gelenlere üşenmeden ve sıkılmadan bir ömür boyu, onlar namına sorunlarını düşünmüş, akli ve manevi olarak hepsine yol göstermiştir. Sorayım size, evinize bir akrabanız gelse, ertesi gün, üçüncü gün bir başkası daha gelse, eminim birçoğumuz; "olur mu canım bu kadar da…" deriz. Ama o Allah insanının misafirleri, gecesi gündüzü ile bir ömür boyu onun kendi özel hayatı oldu. Ne evinden misafiri ne de müridanı eksik oldu... Bu ne zor bir yol, ne çetin bir yol rabbim!
Kapısına gelen bir kimsenin, 'iman meselesi' diyerek, terbiyesi için büyük bir sabırla çalışırdı. Kusurlarına müsamaha eder, daima nasihat ederdi. Dostlarına vefası emsalsiz idi. Onları ziyaret eder, arar sorardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara hiç bir yardımı esirgemezdi.

Dünya için verdiği örnek
Dünyaya bağlılık hususunda devamlı olarak Şeddad bin Ad adında dünyaya hâkim olmuş birisinin vasiyetini anlatırdı. "Benim adım, Şeddad bin Ad. İrem bağları ve imad sahibiydim. Bin sene yaşadım. Bin şehir kurdum. Bin kız ve hizmetçiyle yaşadım. Bin kantar altına sahip oldum. Binlerce askerim vardı. Şarkın ve garbın saltanatına sahip oldum. Ne dünya bana kaldı, ne de ben dünyada bâkî kaldım. Dünya hayatı o kadar kısa geldi ki, bir ağacın gölgesinden geçiyormuş gibi... Benden sonra kimse dünyaya mağrur olmasın."

Seyda Hz. nin devamlı üzerinde durduğu konular
Yahya el Abbasi Hz.'ne göre sofi olmanın temel şartı kısaca şöyle özetlenebilir; ana babaya saygı, kul haklarına riayet, namazlara devam ve tasavvufta hatme, zikir, rabıta, âhireti dünya malına tercih etmeyecek bir kalp ve ilahi muhabbetullah. O'na göre tasavvuf, İslâm yaşantısını hayata geçirmek için günahlardan uzak kalarak ihlâsı elde etme sanatıdır. Bu da marifetullah ve irfandır.
İnsanın yaptığı her işte kalbine dikkat etmesi, özellikle de nefisle mücadele içersinde olması gerektiğini söylerdi. Yahya el Abbasi Hz.'nin hayatı ve yaşantısı "İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî" (Allahım! Maksadım sensin ve isteğim senin rızandır) sözüne göre idi.

Bazı sözleri
"Cenab-ı Mevla'ya şükürler olsun. Allah (Celle Celalühü) bizi insan olarak yarattı, Müslüman olarak yarattı. Ehl-i sünnet olarak yarattı, tasavvuf ehli olarak yarattı. Amelimizle cenneti kazanmamız mümkün değil, AncakAllah'ın rahmeti ile..."
"Borçlanmayın, borçlarınızı ödemek için niyet edin, Allah (Celle Celalühü) ödemeyi nasip eder. Borçlarınız hususunda gevşeklik göstermeyin, kul hakkı ile yaradanın karşısına çıkmayın."
"Ben parası çalınan birisinden çok çalanın haline acıyorum, ne olacak senin halin. Mülk Allah'ın, nereye gitsen her yer onun. Ahiretini az bir dünyalığa değişiyor, ben bundan dolayı hırsızın haline çok üzülüyorum."
"Allah kardeşlerimize mal versin, evlat versin, afiyet versin. Sakın başkasının elindekilere haset etmeyin."
"Günahlardan sakının, çünkü bela geldiği zaman sadece günah işleyenlere değil, herkese geliyor. Buna çok dikkat edelim."
"Ne yapacağız Sofiler? Kalbimize Allah sevgisini dolduracağız."
"Evli olanlar ailesinin hakkını gözetsinler, çocukları ile ilgilensinler. Özellikle dervişler hanımları ile ilgilensinler, hanımlardan bu konuda çok şikâyetler geliyor."

Yahya Hz.'nin Sabrı
Bir gün Yahya el Abbasi Hz. ile pikniğe gitmek için yola çıktık. Önce Simav Yeni Cami'de öğle namazını kıldık. Dışarıda onu gören yaşlı bir kişi içeriye girdi. Yahya el Abbasî Hz.'nin yanına oturdu. Fark ettik ki, bu yaşlı kişi sarhoştu. Kendisinde ne sakal ne bıyık vardı. Bu adam bir şekilde kendisinin de Müslüman olduğunu, annesinin ne kadar dindar olduğunu, Kur'an dinlemeyi sevdiğini anlatmaya çalışıyordu. Bu konuşma o sarhoş kişi ayılana kadar devam etti. Ona, "Evet sen öylesin, tabi… tabi…" diyerek tasdik ediyordu. Bir ara Yahya El Abbasî Hz., "acaba onun sarhoş olduğunu anlamadı mı?" diye tereddüt ettik. Çünkü muhatabını çok dikkatli bir biçimde dinliyordu. Bize ise her geçen dakika saatler gibi geliyordu. Artık kendi aramızda söylenmeye başlamıştık bile. Şimdi anlıyorum ki sadece anlatmak değil, dinlemek de hizmetmiş. Şimdilerde ise hizmet ettiğini söyleyen beyler, çocuklarının annesini bile dinlemeye tahammül edemiyorlar.

Neler var neler, onunla ilgili anlatılacak…
Hasaneyn (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin) Camii'nde birçok ilginç olayla karşılaşmak artık normal hale gelmişti. Bir gün, yeni intisap etmiş bir kişiye neyi nasıl yapacağını anlatıyordum. Kendisinin yeni geldiğini zannediyordum, çünkü yeni intisap etmişti. Düşündüğümün aksine; "Hayır hayır, ben bir yıldan beri geliyorum buraya. Bizim çocuğumuz olmuyordu. Tedavi olduk fakat fayda vermemişti. Sonra Yahya El Abbasî Hz.'ne geldim, bana bazı dualar verdi ve söylenileni yaptım… 18 yıldan sonra çocuğumuz oldu, yeni doğdu… Ben de buraya geldim, bu güzel yoldan istifade etmek istedim." demişti.

Yahya Efendi'ye bir akrabamı getirdim, çok etkilendi ve bana şöyle anlattı; "Seyda Hazretleri'ni görür görmez sanki kalbim alnımda attı, tam alnımın ortasında. Bu hal 3 gün devam etti. Çok şaşırdım. Şimdi hatırlamak bile istemediğim kötü alışkanlıklarımı yıllarca terk edememiştim. Hepsinden vaz geçtim, şimdi namaza başladım."
Bir Arkadaşım rüya görmüştü. Rüyasını Seyda Hz.'ne anlattım. Yahya El Abbasî Hz. bana önce, "Namazdan sonra konuşalım" dedi. Namaz kıldık, sonra beni yanına çağırdı. Rüyanın ikaz nitelikli bir rüya olduğunu ve arkadaşımızın tövbe etmesi gerektiğini, halinin iyi olmadığını, dikkat etmesi gerektiğini söyledi.

Yakın çevremizde olup yanımıza gelip giden bir arkadaşın bazı kötü alışkanlıkları vardı. Bırakmak istiyor ama bir türlü bırakamıyordu. Seyda Hz.'ne götürdük, onun yanında tövbe etti. Üç ay gibi bir süre içinde Hacca gitti ve yaşantısında büyük değişiklikler oldu. Fakat bu sefer de karısı dergâha gitmesine mani oluyor, evde huzursuzluk çıkarıyordu. Karısına; "Ya hu! Ben önceden seni aldatırdım bu kadar kızmazdın, şimdi dergâha gidiyorum küplere biniyorsun, bu ne iştir anlamadım" dedi. Karısı "Keşke oraya gitmesen de istediğini yapsaydın" dedi. Bu cevap üzerine durumu Seyda Hz. anlattı. Yahya Hz. ona, "Karına ilişme, sen ona çok çektirdin. Onun sana bu kadar tahammül ettiğine dua et. Ona karışma, ileride iyilikte seni geçecek" dedi. Yaklaşık 8-10 yıl sonra o tanıdığım bana bir telefon açtığında; "Hocam, ben karımdan ümidimi kesmiştim ama Yahya Hz.'nin sözü olduğu gibi çıktı, karım Kur'an öğrendi ve bütün mahalleye de Kur'an okutuyor." dedi. Sabırla bir yuva daha kurtuldu. Şeytan ve yardımcıları sevinemedi. Burada büyük bir hikmet var. Allah'ın en sevmediği helal, boşanmadır. Şüphesiz eşlerimiz bizim için imtihandır. O imtihanı kazanmasını bilmeliyiz.

Bilindiği gibi Doğu illerinde kan davası illeti yaygındır. Yahya El Abbasî Hz.'nin bu konuda adaletli ve sözü dinlenir, güvenilir bir eşraftan olması, kendisini bu anlamda da bir cazibe merkezi haline getirmişti. Çocukların yetim kaldığı, kadınların ise evinin di-reklerinin yıkıldığı çok üzücü kan davalarının çoğu, onun müdahalesi ve mahareti ile son bulmuştur diyebilirim.

Japonların Müslüman olması
4 Japon kendisini ziyarete gelir. Seyda Hz., onlara İslam'ı anlatır. Bu Japonlar daha önce Müslüman olmayı red-detmişlerdi fakat Yahya Hz.'ni görün-ce İslamı seçtiler. Onun yaşantısı, insanları manen çok etkiliyordu.

Sigarayı bırakması
Yahya el Abbasi Hz., gençliğinde sigara içtiğini söylerdi. Birgün bir bakkaldan sigara ister ve yakar. Satıcı onun simasının çok güzel olduğunu, böyle bir insana sigarayı yakıştıramadığını söyleyince; "utandım" der sonra da "Düşünmeye başladım. Benim iradem bu kadar zayıf mı, acaba benim sigara değil de başka bir alışkanlığım olsa, onu da mı bırakamayacaktım." diye düşünür ve o paket, son aldığı paket olur.

Onun Mirası Hamid Efendi
Seyda Hz. ile beraber idik. Bana, bundan 5-6 yıl kadar önce Suriye'den Abdulgani Efendi'nin bir sözünü nakletti. Abdulgani Efendi, Şah-ı Hazne'nin en küçük evladıdır. Aynı zamanda Yahya el Abbasi Hz. ile de ahiret kardeşidir. Abdulgani Efendi ona, "Benim dünya kadar mirasım olacağına, senin oğlun Hamit gibi bir evladım olsaydı daha iyi olurdu" dediğini nakletti. Tabi daha o zamanlar Hamid Efendiye henüz icazet verilmemişti.

Medine'den gelen selam
Hasaneyn Camii'nde kendisinin sohbetini dinlemeye gitmiştik. Medine'den henüz gelmişti. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizi ziyaret etmişler… Kendisi orada manevî bir hal yaşamış. Efendimizin, "Cemaatine benden selam söyle" demesi ile bütün cemaat kendini tutamayıp ağlamıştı. Nasıl ağlanmaz… Yahya El Abbasî Hz. gibi kılı kırk yaran bir âlimle gelen kutlu mu kutlu bir selam... Böyle bir selamı alanlar çokça şükretmeli ve salâvatı dillerinden eksik etmemeliler.

Hastalığı
Onlar da beşerdir, insandır. Âdetullah onlar için de geçerlidir. Kaderi Yahya El Abbasî Hz.'ne de bir ağ örmüştü. Birkaç senedir doktor kontrolünde idi. Yaşı 63'e geldiğinde bütün aileyi yanına toplamış ve onlara bu yaşın Efendimizin dünyasını değiştirdiği yaş olduğunu, ailesinin de kendisinin ölümünü metanet ile karşılaması gerektiğini söyleyince, tüm aile fertlerinin gözyaşları sicim gibi akmaya başlamıştı. Ne deselerdi… birşey de diyemediler. Fakat hanımı dayanamayıp; "Allah gecinden versin, sen daha çok hizmetler edeceksin." deyiverecekti…

Aramızdan ayrılışı
O güzelim baharlar gelir geçer, tekrar gelir, ama bir âlim gitti mi, çok ama çok özlenir. Yahya el Abbasi Hz. birçok ahlakî özellik ve manevî feyzi ile hayatımızın her alanında vardı. İçinden çıkamadığımız fıkhî sorular olunca soluğu onun kapısında alırdık. Çünkü zamanımızda, değişen şartlar içinde verdiği cevaplara güve-nebileceğimiz ilim erbabı azalmıştı ve bu konuda onun ismi 'güvenilir ve temiz' bir kaynak anlamına geliyordu.
İnsan onun yokluğunda acı hasretini çekiyor. Zamanı gelince, ne bir an önce ne bir an sonra, Rab-bimizin isteği za-mandır ölüm anı. Sevenlerine Allah'tan sabr-ı cemîl diliyoruz. Onun ölümü bizim de ölümlü olduğumuzu hatırlattı bir kez daha, hem de o kalın idrak perdelerimizi yırta yırta... Hiç gerçekleşmeyecekmiş gibi yaşadığımız şu dünyada, ölüm o kadar yakın ve gerçekleşmesi o kadar basit ki…

Şimdiden sizi çok özlüyoruz
Bir gün Yahya El Abbasî Hz.'ne üzgün ve kederli bir şekilde gitmiştim. Kendisine bir çocuk gibi ağlayarak, "Efendim, ben Rahmetli Muhammed Raşit Hz.'ni çok özlüyorum" dediğimde beni teselli edecek sözler beklemiştim. Ama o da bana "Ben de çok özlüyorum. Seyda'mı da özlüyorum, Gavs'ımı da özlüyorum… " demişti. İnanın, ben de bu yazıyı yazarken ağlayarak yazıyorum; "Efendim ben şimdiden sizi çok özlüyorum, kadere razı olmakla birlikte sizinle nice hizmetler düşledim hep hayalimde." (İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn.) demekten kendimi alamıyorum.

Metanetli olmalıyız
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin "Ölmeden önce ölünüz" hadis-i şerifi gereğince yaşamanın ne kadar önemli olduğunu şu an daha da çok hissediyorum. Hayatta yaşama gayemi tekrar sorguluyorum. Öfkelerimin, ihti-raslarımın ve tûl-i emellerimin sarsıldığı gün bugün… Bu halimle Yaradan'ın karşısına nasıl çıkarım? Daha yapmak isteyip de ertelediğim o kadar çok şey var ki... Şu anda şeytanın ve nefsimin analizini yapmak daha kolay oluyor. "Eyvah tuzağa düşmüşüm…" Evet, Âlemlerin Efendisi'nin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) karşısına böyle çıkmak istemiyorum. Bir telaş ve panik her yerimi sardı. Aklıma ilk gelen; "Ancak şehit olmak beni kurtarır, ama o da nasip… Peki, başka ne yapabilirim. Peygamberimizin 'Ehlibeytim, Nuh (as) gemisi gibidir.' sözünce amel etmeliyim. Evet, unutulmuş bir dua bu, hemen bu duaya sarılmalıyım. Sonra 2008 yılının bir planını yapmalıyım. Şu kokuşmuş dünyaya baktığımızda her zamankinden kötü olduğu gün gibi açık. Zaman, ahir zaman. Dolayısıyla bütün dualarımı, fiillerimi buna göre tanzim etmeliyim. Anladım ki, her zamankinden daha çok hizmete ve feyze ihtiyacım var."

Ruhun şad olsun
Üstadım gönüllerimizin isini-pasını silen sen oldun! Unutulmayacak anılar bıraktın. Ruhun Şad olsun, makamın yüce olsun...