Her insan yaşadığı müddetçe çeşitli sıkıntılara maruz kalabilir. Maddi ya da manevi. Bazen bu sıkıntılar insanı hakikaten çok hırpalar. Sıkıntılarımızın hiç bitmeyeceğini düşündüğümüz anlar olur. Dünyaya gelmiş olmaktansa hiç var olmamış olmayı arzu ederiz. Bu düşünceler aslında, bizim insan olarak acziyetimizin ifadesidir. Vardır bunda da bir hikmet diyerek gecenin sabahını beklemek yerine isyan bayraklarını kaldırdığımızda ise dünya ve ahiretimize dair hayırları bilmeden elimizin tersiyle çoktan itmişizdir.
Oysa Allah'u Teala ayet ve hadislerle imtihan gereği bizleri gücümüzün yettiğince sınayacağını defalarca belirtmiştir. Dahası yaşamış en güzide şahsiyetlerin hayatlarına baktığımızda dahi onların ömürlerinin de müthiş sıkıntılarla yoğrulduğunu görürüz. Hatta onların imtihanlarının çetinliği şahit olmamamıza rağmen bizi dahi sarsar.
Peygamberlerin dahi O'na ümmet olmak istedikleri, iki cihanın sultanı Resulü Ekrem efendimizin hayatına bir bakalım. Baba şefkatini hiç yaşamadı. Annesinin sıcaklığını daha çok küçük yaşlarda iken kaybetti. Ne zaman ki tebliğe başladı sıkıntılar onun hayatına tabiri caiz ise hücum etti. En yakın akrabaları dahi asla yalan söylemeyeceğini bildikleri halde sırf işlerine gelmediğinden O'nu adice yalanladılar. Kendisine inananları taşların altında ezdiler, kılıçtan geçirdiler, kazıklara bağlayıp gererek öldürdüler. O bütün bunların acısını yaşadı. Allah bir dediği için mübarek alnı secdede iken başına deve işkembesi koydular. Çok sevdiği, kendisine her zaman destek olan, cennet hanım efendisi Hz. Hatice'nin vefatıyla hüzünlerin en ağırlarından birini yaşadı. O evlat acısını yedi evladının vefatıyla en derininden yaşadı. Yıllar öncesinden üzerlerine titrediği sevgili torunları Hasan ile Hüseyin'in hunharca şehit edilecekleri haberini aldı. Kıymetli amcası Hz. Hamza akıllara durgunluk verecek şekilde, O'nun içini acıtarak şehit edildi. Öyle aç kaldığı zamanlar oldu ki, açlığını hissetmemek için midelerinin üstüne taş bağladılar. Taif'te çocukların kendisine attığı taşlardan açılan yaralarla ayakkabısının içi kanla doldu. Kısacası O ümmetinin fert fert yaşayabileceği sıkıntıların tamamını 63 yıl içinde yaşadı. Lakin hiç isyan etmedi.
Hz. İbrahim Can Pâresi
O'nun halkının inanmayanları çocuklarının biraz aklı ermeye başladığında ellerinden tutup Hz. İbrahim'in yanına götürür 'işte bu adam yalancıdır. O bizim atalarımızın Tanrılarını inkâr edip tek Allah'a çağırmakta sakın ona inanma 'diyerek Hz. İbrahim'e hor davranmalarını öğütlerlerdi. Yani Hz. İbrahim aynı manzarayı on defa, yüz defa değil belki de binlerce kez yaşadı. Bir de böyle bir halin insanda oluşturabileceği psikolojik tahribatı düşünün. Biz olsaydık ne kadar dayanabilir ne kadar tebliğe devam edebilirdik? Bir gün Hz. İbrahim öyle bir emirle karşı karşıya kaldı ki. Can pâresi, sevgili oğlu Hz İsmail'i kurban etmesini istedi yaratan. Ne çetin bir imtihandı o. Böyle bir imtihanın yükünü kaldırmak ne kadar zor! Ama O' -Yaradan'a işte böyle teslim olunur- dercesine emre itaatta zerre kusur göstermedi. Nemrut'un yaktırdığı, alevi yüzlerce metreyi bulan ateş, O'nun teslimiyeti, tevekkülü, her gelen Allah'tandır inancı karşısında yakıcılığını yitirdi. Sönmesi için günlerce beklenen ateşte Hz İbrahim'i secde eder halde görenler Allah için imkânsızın olmadığına hayretle şahit oldular. Ne yazık ki büyük bir bölümü yine inanmadılar.
Hz. Meryem'in Hayâsı
Hayânın iffetin temsilcisi. Allah'ın izniyle Hz. İsa'ya babasız hamile kalıp, O'nu dünyaya getirdiğinde, iffet abidesine çok çirkin iftiralarda bulunuldu. Halkın ileri gelenleri 'Ey Meryem! Sen gerçekten tuhaf bir iş yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi; ne de annen iffetsiz bir kadındı.'(Meryem suresi 28)diyerek, Hz. Meryem'i fütursuzca ayıpladılar. Hz. Meryem ise hiç konuşmadı ve kucağındaki bebeği işaret ederek onunla konuşmalarını istedi. Oradakiler bir bebek nasıl bizimle konuşur düşüncesiyle öfkeden deliye dönmüşlerken, Hz. İsa 'Bakın' dedi ve devam etti; "Allah'ın kuluyum ben. O bana ilahi mesaj bahşetti ve beni Peygamber yaptı ve nerede bulunursam bulunayım beni kutlu ve erdemli kıldı. Yaşadığım sürece bana salâtı, arınmak için vermeyi emretti ve annemi saygıyla gözetmemi. Ve beni merhametten yoksun bir zorba kılmadı. Bunun içindir ki, doğduğum gün selam benim üzerimdeydi; öleceğim gün ve hayata (yeniden) döndürüleceğim gün (yine benim üzerimde olacaktır) "(Meryem 30- 31- 32- 33)
Aslında bu misalleri çoğaltmak hiç zor değil. Hakikaten Peygamberlerin, ashabın veya da Allah dostlarının hayatına baktığımızda çok çetrefilli yollardan geçtiklerini görürüz. Aynı zamanda bu sıkıntıları esnasında, her gelen Hak'tandır diyerek metanetlerini yitirmeden hep ALLAH dediklerini de görürüz. Belki de içinizde onlar peygamberdi biz nasıl onlar gibi olabilelim diyenler vardır. Deriz ki Allah âdil. Hiç bir zaman biz onlarınki kadar ağır imtihanlardan geçmeyiz. Herkes kabı kadar sıkıntıya maruz kalır.
Ve unutmamalıdır ki nasıl dünyada var olan bütün nesneleri yaratan Allah ise etrafımızda cereyan eden hadiseleri de yaratan Allah'tır. Hiç bir hadise daha açıkça başımıza gelen iyi ya da kötü hiçbir şey kendi kendine Allah'ın iradesinden bağımsız olarak meydana gelmez. Yani saniye saniye bizim hayatımızda olan her şey Allah'ın yaratmasıyla vuku bulur. Belalara maruz kalan Müslüman isyan etmek yerine ben bu imtihandan Allah'ın rızasını kazanarak nasıl çıkabilirim diyebilmelidir.
Kaldı ki sabredip, kendi kıssamızdan hissemizi de çıkartabilirsek şerrin arkasındaki hayrı da zevkle temaşa edebiliriz.