Günümüzde, İslam geleneklerine göre değil de, yöresel geleneklere göre hala devam etmekte olan bir sürü temelsiz örf ve adetlerin, yeni neslin başına türlü belalar açtığı, gelecek neslin önüne dikenli tel gibi gerilen kişisel saplantıların insan hayatını nasıl da çıkmaza sürüklediği, hatta hayatını tamamen söndürdüğü bir gerçektir. Evlilik müessesesinin kuruluş aşamasında da bu hatalı geleneklerin hala devam ettiğini üzülerek izlemekteyiz. Bu yazımda, birbirine bağlı yüzlerce konu ile adeta entegre (bütünleşmiş) bir yaşantı biçimi oluşturan evliliğe dair önemli konulardan birine değineceğim.
Her iki tarafın da (özellikle erkeğin) küçük yaşta olduğu "Erken Evlilik" ile başlamak istiyorum. Benim yüreğimi en çok sızlatan evlilik türüdür bu. Yazık ki yazık… Daha ömrünün ilkbaharında filiz halinde iken ve inanın hiç mübalağa etmeden söylüyorum, resmen "çocuk" diyeceğimiz yaştaki körpe yavruların zorla birbirine katılmaları inanın beni çok üzüyor. Bir örnekle izah etmek sanırım daha etkili olur. Tanıdığım bir müteahhit vardı, doğu illerimizden birindendi. Dediğine göre dokuz yaşında iken evlendirmişler. Evlendirdikleri kız da kendisinden üç yaş daha büyük, oniki yaşında bir kız. Adamın derdini deşmek istemedim, "senin için zor olmuştur herhalde" deyince, başladı anlatmaya;
"Abi, evlendiğimde ilkokul 3 deydim, ertesi gün utanıp okula gitmemiştim, öğretmenim evlendiğimi sınıftaki arkadaşlardan öğrenince çok kızmış, hemen mahalleye gelmiş. Beni sokakta tek başıma misket oynarken buldu, eve gelip anama babama da kızdı, sonra beni alıp okula getirdi ama nafile. Evlendiğimde okuldan çıkınca alışkanlıktan anamın evine giderdim, anam da geri kovalardı. Örneğin, kendim yıkanamazdım, beni karım yıkardı, kurulardı, saçlarımı tarardı, tırnaklarımı keserdi. Okuldan üstüm başım kirli geldiğim zaman karım beni hep döverdi. Kaçsam, yetişir yakalardı. Valla çaktığı gibi düşürürdü, kuvvetliydi benden, hem de uzundu. Ben de tamam abla, bi daha yapmıycam, dövme derdim. Çok güvenirdim ona. Birinden dayak yesem gidip karıma şikâyet ederdim, (iyi dövdüğünü bildiğim için) karım da gidip onu döverdi. Gece oturduğum yerde uyuklardım, karım kucağına alır, götürüp yanına yatırırdı. Sabah önlüğümü giydirir, elime bi parça ekmek verir okula gönderirdi. Tabi artık bunları ara sıra birbirimize hatırlatıp, kimisine güleriz, kimisine de gözlerimiz dolar.
Mesela, karım ekmek almaya yollardı, ekmeği alır yiye yiye gelirdim, arkadaşlarımı görünce eve gitmeyi unutur, sokakta oyuna dalar, ekmeği de bitirirdim. Beni arayıp bulur, kulağımdan tutar, tekme ata ata eve götürürdü. Gece yatınca n'apılır bilmezdik. Herkes başka bi türlü anlatırdı ne yapacağımızı. Ben bedenen buna hazır bir yaşa gelmediğimi bilmediğim için bunalıma girmiştim, bende bi rahatsızlık var sanmıştım. Birkaç yıl böyle evcilik oynadıktan sonra bi gün karı koca olduk tabi, fakat abi neler çektim…
Çocukluk bu ya, bazen gece uyurken altıma kaçırdığım zamanlar olurdu, kulağımdan tuttuğu gibi banyodaki leğene atardı beni, cıs cıbıldak soyardı üstümdeki giysilerin hepsini, bi yandan söver, bi yandan bacaklarımı cimcikler, bi yandan hamam tasını kafama vura vura yıkardı belimden aşağısını buz gibi suyla. Altımı bile temizlerdi yani.
Tabi ona karşı hiçbir zaman muhabbetim olmadı. Elbette çok severdim onu, ama… Hani Allah tabirimi affetsin de, abla gibiydi benim için. Nasıl muhabbetim olsun ki… Yani sosyal yaşantı açısından söylüyorum, aksi halde nikâhım düşer, biliyorum. (sonra derin bir oooof, of…! çekip devam etti.) Daha neler neler abi, zaman yetmez anlatmaya. Beğenmediğim yemekler olurdu da, bazen sakızla, oyuncakla kandırır yedirirdi, bazen de kafama kaşığı vura vura zorla yedirirdi. Bi yandan ağlar bi yandan yerdim. Bi yere gideceği zaman beni komşu teyzeye emanet ederdi. "Pazara gidiyom, ben gelene kadar kocama göz kulak" ol derdi. Önlüğüm yırtıldığı zaman dayak korkusuyla anama gider yalvarırdım, "ana n'olur bu akşam burada kalayım" derdim. Anam da önlüğümü diker geri yollardı eve.
Askere giderken iki çocuğum vardı. Askerlik yaptım geldim, iş güç sahibi oldum. Şimdi yaşım 37, çocuklarımın biri üniversiteyi bitirdi, evlendi. Diğeri üniversitede, biri kolejde, biri ilkokulda. Benimse doğru dürüst okumam yazmam bile yok, eşim zaten hiç bilmez. Hep merak etmişimdir abi, insanın âşık olduğu biri ile evlenmesi ne kadar güzel bir şeydir kimbilir…
Birbirine denk sevgilileri el ele gördüğüm zaman nasıl imrendiğimi bilemezsin. Aklım başıma geldiği zaman iş işten geçmişti. Artık karımı boşayamam. Benim üzerimde o kadar çok hakkı var ki, belki ancak anamın o kadar hakkı vardır. Beni yetiştiren, büyüten… Belki sadece doğurmayıp geri kalan her şeyimin ona ait olduğu kişidir karım. Şimdi bana karşı çok saygılı ve sevgi doludur. O kadar dayağını yediğim halde bir fiske bile atmamışım ona inanır mısın? Çünkü büyüğümdü. Birbirimizi çok seviyoruz, ama… Bunun nasıl bir sevgi olduğunu anlatamıyorum abi, çok buruk bir sevgi, tuhaf bir duygu. İfade edebilmek benim için çok zor abi, cahilim, sen anla artık."
…Onu dinlerken kâh güldüm, kâh gözlerim doldu. Şimdi, erken evlilik ve zararları başlıklı bir makale yazıp sayfalar dolusu ilmî ve akademik bilgiler yazmaya gerek kaldı mı sizce… Ve daha buna benzer bir yığın örneği bulmak mümkün değil midir? Bu anlattığım sadece bir küçücük örnektir. Bir insanın hayatı nasıl böylesine harcanır, bir takım meşru duygu ve heveslerine nasıl da acımadan zincir vurulur, hapsedilir. Kimin aklıyla… Hangi kitabın ölçüsüyle… Ne hakla… Yüreğimin yandığı kadar varmış değil mi?
İmam-ı Azam Hazretleri bir gün İmam Ebû Yusuf'a, "Önce ilim tahsil et, sonra helal kazan, sonra da evlen" demiştir. Bu bilgiler yüzyıllardır varken hala oralara gitmemesi ne kadar utanç verici. Zira erken evlenen kişinin ev idare etme konusunda bilgisi yoktur, hele hele de kadını idare etmek gibi çok zor olan bu konuda hiç bir bilgisi yoktur. İhtiyaçları temin ve kullanma konusunda bilgisi yoktur, çocuk yetiştirmek ve buna bağlı sorunları üstlenecek sorumluluk duygusu gelişmemiştir, birbirlerini canlarının çekeceği cinsel duyguları bile yoktur. Bedenen henüz tam gelişmediği için cinsel merakın hevesi ve etkisi ile kısa sürede bitkin ve halsiz düşerek hastalanır, bedeni zayıf düşer. Erir gider. Her sorun çıktığında eşi ile kavga eder. Akıl ve beden olarak geliştiği zaman da, beraber bu hayatı yaşayabileceği kişinin nasıl biri olması gerektiğini gördüğünde pişmanlıklar, mutsuzluklar, gözyaşları ve ayrılıklar gelir peşi sıra. Bakın şu ana babaya ki, tarlalar yabancıya gitmesin, mal bölünmesin veya bilmem hangi üç kuruşluk dünyevi çıkar için iki kişinin birden hayatını karartmaktan hiç utanmayan, Allah'tan gafil, merhamet duygusundan yoksun birkaç cahilin (ki, kendileri de erken evlendirilerek bizzat bunun acısını çektikleri halde, her ne hikmetse,) yine de hiç ders almadan verdikleri bu cahilce kararla iki körpe yavrunun hayatını zindan edebiliyorlar. Hem de öz be öz kendi evlatlarının hayatını.
Sevgili din kardeşlerim… Nasıl ulaşacağız bu insanlara… Bu zulüm hala devam ediyor oralarda. Elden ele bayrak yarışı gibi dağıttığımız bu dergilerle inanın çok zor oluyor, yetişemiyoruz herkese. Baksanıza, kiminin okuma yazması bile yok. İlle de Allah'ın rızasını arayan gönüllü insanlara, merhametli yüreklere ihtiyacı var milletimizin. Herkes karınca kararınca elinden geldiği kadar insanları doğru ölçülerle bilinçlendirmeli.
Peygamber Efendimizin arkadaşları, atına atladığı gibi yönünü bile önemsemeden, atlarını çatlatacak kadar uzaklara sürüp Allah ve Resulü'nün getirdiğini haber vermek için her şeyini geride bırakıp, kimisi bir daha geri dönmemek üzere doğru ölçüyü anlatmak için dünyaya yayılmışlardı. Biz bu kadarını yapamasak bile, mutlaka yapabilecek olduğumuz bir hizmet vardır. Allah'ın (Celle Celalühü) rızasını kazanmak ümidi ile elimizden ne gelirse yapalım inşallah. Bir ölçü sohbetimiz, bir sülalenin hayatını kurtarır. Ve sülale kalabalık bir topluluktur.
Allah'a emanet olunuz.