Ebu Mansur el Maturidi'den sadece bize intikal eden iki eser var. Bunların biri akaid ile ilgili kelam ilmini içeren "Kitab-ı Tevhid", öbürü de tefsir ile ilgili "Te`vilatu`l Kur`an." Bunun dışında ona nispet edilen birçok eser bulunmakla birlikte, elimizde mevcut değildir. Delillere, yazılı iletilere bakmak, onları incelemek suretiyle söyleyebileceğim şeyleri aktarabileceğim ben ancak.
Bilindiği üzere İslam Dini Rasul-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin hayatında Arabistan yarımadasının içinde bulunduğu yarımadanın hemen her tarafı İslam'ı benimsedi veya İslam'ın getirdiği barış sınırları içinde yaşamayı kabul etti. Rasulullah'ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefatından sonra, dört halife döneminde İslami tebliğler büyük bir hızla devam etti. Daha sonra Emeviler ve Abbasiler döneminde devam etti. Bir buçuk asır içinde Ortadoğu ile az çok münasebeti olan hangi milletler varsa -Ortadoğu zaten kendisi İslam Dünyasına dâhil oldu- onlar İslam Dininin varlığından, mesajından haberdar olmaya başladılar. Dinler arası mücadele o dinlerin temel hükümleri, ana görüşleri arasında olur. Yani fıkıhla ilgili olmaz, hadisle ilgili olmaz ve Kuran-ı Kerim veya bu dini tebliğ eden peygamberle… Onu ilk dinleyenler Ashab-ı Kiram… Eski peygamberler kainat için, onu yaradan için, insan için, insanın kainatla, Allah'la (Celle Celalühü) ilgisi için ne söylüyor, nasıl bir bakış açısı sunuyor?.. Dinler arası mücadele budur. Bir dinin aslını öğrenmek, onun hakkında genel bir kültür vermek için bunları bilmek gerekiyor. Bu da aşağı yukarı kelam ilminin konusunu teşkil ediyor. Yani İslam Dininin inanç esasları büyük çapta bu… İnsanın tabiatla ve Allah'la (Celle Celalühü); o yaratan ve idare eden büyük varlıkla münasebeti nedir? Alanı bu… O açıdan düşündüğümüz takdirde, fetihler geliştikçe Kuzey Afrika gibi, Mezopotamya gibi, ondan sonra daha ileriye gidildiği takdirde Türk Dünyası ve ona benzer ülkelerde, eskiden süre gelen birçok inanışlar var; felsefeler var, görüşler var. Arabistan yarım adasında ise o kadar güçlü yayılan felsefeler yok. Ama buradan dışarıya açılınca, bir buçuk asır içinde İslam Dini yayıldı. Yayıldığı yerde İslam ile tanışan bu insanlar, bir kısmı öğrenmek için, merak ettiği için; bir kısmı da İslam Dini ile mücadele etmek ve bu dinin mensuplarının gücünü kırmak için bu dine yönelmiş oldular…
Karşılaşılan bu konularda, bu dinin iman esaslarına, dünya görüşüne, insan görüşüne, Allah (Celle Celalühü), insan ve kâinat münasebetine ilişkin bilgiler, kelam ilminin konusuydu. Bu konuda ilk defa dar çerçeveyi yırtıp genel hükümler söyleyebilen mutezile uleması olmuş… Fakat onlar biraz, İslam'dan, İslam'ın kendi içersindeki sistemden, bazı noktalarda uzaklaşmış; ben bu uzaklaşmanın o kadar fazla olduğu kanaatinde değilim… Ama o dönemde muhafazakâr ulemanın, -bunlar genellikle muhaddislerdir, fakihlerdir- böyle akla dayanılarak karşıdaki kişinin fikirlerini de göz önünde bulundurarak onların ileriye sürdüğü sorulara uygun cevaplar vermek gibi anlayışları olmadığından, mutezile dediğimiz bu fikrî mezheplere karşı tepkiler başladı. Daha sonra ilerleyen asırlarda hem akla önem veren hem de İslam'da naklin muhtevasına önem veren mezheplerin ortaya çıkması kaçınılmaz bir durum oldu. Kanaatime göre bu noktada ilk ortaya çıkan mezhep, İmam Ebu Mansur el Maturidi'nin mezhebidir. Ondan önce ise hicri 150 yılında vefat eden İmam-ı Azam Ebu Hanife'dir. Son yıllara gelinceye kadar Ebu Hanife'nin, hepinizin bildiği El-Fıkhu'l Ekber, El-Fıkhu'l Ebsat vb. başlıklarda risaleleri var. Bu eserler, Ebu Mansur el Maturidi'nin temel malzemesi veyahut da bakış açısı yapmak için istifade ettiği kaynaklardır. O açıdan düşünürseniz ilk fikri hareket, kelam, akaid alanında İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye ait ama bütün o eserleri toplasanız ancak baş parmağım kadar bir hacim meydana getirir. Fazla bir şey yok, birbirinin tekrarı gibidir. Fakat önemli bir bakış açısı var, önemli bir mantığı var. İşte Ebu Mansur el Maturidi ilk defa Ehl-i Sünnet İtikadını tesis etmiştir.
Biz alışa geldik, son yıllara kadar İslam Tarihinde, sünnî ilm-i kelamın kurucusu Ebu'l Hasan Eş'ari olarak söylemeye; lakin o değil. Neden, Eş'ari doğduğu zaman Ebu Mansur el Maturidi 25 yaşında bir gençti ve Eş'ari 40 yıl mutezile içinde bulundu. Eş'ari çocuktu, tahsilini yaptı ve âlim olacak mertebeye geldiği zaman, ehl-i sünnete karşı münazaralar yaptı. Ancak hayatının son 20-25 yılını ehl-i sünnete dönerek yaşadı. Eş'ari, mutezileden ayrıldığı zaman, İmam Mansur el Maturidi, 70 yaşlarında bir alim idi. Kitab-ı Tevhid'i mutlaka o dönemlerde yazmıştır kanaati var bende. Çünkü daha sonra yazdığı ve bizim neşrine çalıştığımız 17 ciltlik "Te`vilatu`l Kur`an", ancak ondan sonraki döneme sığabilir. Benim tespitlerime göre -elimde belgeler de var- evvela "Kitabı- Tevhid'i" yazmıştır. Ondan sonra da tefsirini yazmıştır. Nitekim son ciltlerde biz metinleri okuyoruz; bir yerinde, Ahkaf Suresi'nin bir ayet-i kerimesinin izahında, Kitab-ı Tevhid'e atıf yapılmaktadır. Buradan da anladık ki, evvela "Kitabı Tevhid'i" yazmış. Bu tefsir yazılınca, bir üst mertebede bir kelamcı olarak "Te`vilatu`l Kur`an'ı" yazmış İmam Maturidi... Binaenaleyh benim "Kelam İlmi Giriş Kitabı'm" var. Ders kitabında da hocam gibi yazdım, eskiden alışılagelmiş şey buydu. Önce Ebul Hasen Eşari gelir, sonra da Maturidi gelirdi aklımıza. Halbuki bu dünyaya gelişleri, çalışmaları, sünniliğe hizmet etmeleri, matematiksel olarak bu sıralamadaki tarihlere aykırı. Bu sebeple bugün dünyadaki müslümanların yüzde 90-93'ü, yapılan araştırmalara göre sünnî kelama mensuptur, yani dört mezhebe bağlıdır. Hanefi, Şafii, Malikî; üç mezhep diyelim, Hanbeli'yi ayıracağız, seleftir. Selefin mezhepler tarihindeki yüzdesi 1.5 tur. yüzde 90'ın üstünde olan sünni Müslümanların Hanefi, Şafii, Malikî mezhebine bağlı olanlarının bütün akidesi İmam Mansur el Maturidî'ye bağlanıyor. Bu binayı ilk kuran odur. Ancak İmam Maturidî'nin Maveraünnehir gibi uzak bir yerde bulunmuş olması nedeniyle, hadisenin böyle anlaşılması gibi bir durumla karşılaşmamıza sebep olduğu kanaatindeyim.
İmam El Eşari, ondan sonra bu mezhebin kurucusu. Kendisinin Ebu Mansur el Maturidî'den mutlaka etkilendiği ve bazı konularda kendisinden istifade etmiş olduğu kanaatindeyim. Hiç onda şüphe yok, ama neyi nasıl aldıkları konusuna gelince; bu alana yeni girdiğimiz için mukayesesini yapabilmiş değiliz. Sadece bu görüşümüzü beyan etmekle iktifa edelim.
Şimdi o halde Maturidi bugün, tekrar ediyorum, İslam dünyasındaki Müslüman nüfusun en az yüzde 90' ının imamıdır. Nerede? Akidede imamıdır. Şunu ifade edeyim ki, Semerkant'ta doğdu, büyüdü, tahsilini orada yaptı ve orada ilmi faaliyetlerini yürüttü. Orası bir Türk diyarıdır. Tabii olarak kendisi Türk olabilir. Ama eserlerini Arapça yazmıştır. Baktığımızda Osmanlı uleması da eserlerini Arapça yazmıştır. Yani Arapça yazmış olması Türk olmadığına delil değildir. Ben şahsen İmam Maturidi'nin eserlerinden 100 kadar cümle tespit ettim ki, -şayet devam etseydim 500 kadar cümle tesbit ederdim- İmam Ebu Mansur el Maturidi, eserlerini Arapça yazıyor ama cümlelerin kuruluşu Türkçe… Birçok yerde gördüm bunu. Arapça'da böyle cümle kurulmaz. Bu tespitlerim vazgeçilmez bir belgedir.
İnşallah bu çalışmalarım biterse o konuda bir makale yazmayı düşünüyorum. Ebu Mansur el Maturidi'nin mahareti, nakle takva derecesinde bağlı olmak. Bir taraftan Allah (Celle Celalühü) ne buyuruyor ona bakıyor ve ona bağlı kalmak şartıyla hiç bir zaman aklı devre dışı bırakmıyor. Bir taraftan da, birçok yerde yapılan bazı yorumları söz konusu ederken, "her ne kadar böyle bir yorum yapıldı ise de bu akılla bağdaşmamaktadır, akıl bunu kabul etmez" diyor.
Temel İslami ilimler alanında çalışma yapan eski ulema tarafından yazılmış bir çok eserler var. Nedir bunlar; tefsir, hadis, fıkıh, kelam. Daha sonraki asırlarda tasavvuf da zuhur etmiş, onun da kendine has bir felsefesi var. Burada mühim olan, bir alim bu ilimler hakkında, biri birşey yazınca, o ilmin heyet-i mecmuasına (tefsir, hadis, fıkıh, kelam) bakış yapabilmesidir.
Şöyle bir kapısından girip bazı güzel şeyler söyler, çok hoşumuza gider ama iş ondan ibaret değil, onun tümüne bakması lazım; heyet-i mecmuasına bakması lazım. Her ne söyleyecekse hepsiyle ilgili olarak söylenmesi gerekiyor ki, işinde tutarlı olsun… Maturidi'nin üstünlüğü buradadır. Onun pek hacimli bir kitabı var. Bu kitabında da en hakim bakış açısı, yine akaid konusudur. Fıkıh ve fıkıh usulüne de zaman zaman bakış yapıyor. Kuran-ı Kerim'de malumunuz olduğu üzere geçmiş peygamberlerin ümmetleriyle ilgili ayet-i kerimeler var, "Kısas-ı Enbiya" diyoruz. Bir peygamber geldi şöyle dedi, onlar şöyle cevap verdi, Ashab-ı Kehf şunu söyler, Hz.Nuh kavmi için bunu söyler, şeklinde…
Bu tür rivayetlerde genelde onun tekrar ettiği bir cümle var: "Bu işin mahiyetini bilmeye ihtiyacımız yok." Acaba Ashab-ı Kehf kaç kişi idi. Zaten Kuran-ı Kerimde tartışılıyor ama yine de bir sayı vermiyor, bunun da bir hikmeti var yani. Kuran-ı Kerim tarih kitabı değildir, matematik kitabı da değil. Bizim Hz. İbrahim'in nasıl ateşe atıldığını, bunu bilmeye ihtiyacımız yok ama bu hadise vuku buldu, bunun mesajı nedir? Bu söylenen şeyler bize neyi öğretmek istiyor? Nasıl bir mesaj vermek istiyor? Allah peygamberler gönderiyor, onlarla kullarına mesaj gönderiyor. İnsanlar buna karşı... Hz. Nuh'un 950 sene yaşadığı Kuran-ı Kerim'de bildiriliyor. Ondan sonra ne oldu da o millete "Nuh tufanı" oldu. Yani helakin hikmetini ve yaratanın mesajını almamız gerekiyor, önemli olan budur.
İmam Maturidi'nin eserlerine baktığımızda usul, prensip, fıkhî kaide olacak şekilde bakış yapabilen bir insanı müşahede ediyoruz. Kitab-ı Tevhid'i neşrettik. 500 sayfa, 500'e yakın ayet-i kerime indeksimiz var. Biz şimdi bir ayet-i kerimeyi tefsir etmek isteriz, zorluk çıkıyor karşımıza. Bakarız ki o kelime Kuran'da başka nerede geçmiştir, orada ne manaya geliyor, oradan bir fikir alırız. Bunu yapmak zor bir şey değil veyahutta bu konuyu işleyen başka ayet-i kerime var mı, orada ne diyor, bunu nasıl anlasak şeklinde… Şimdi maddi hiç bir ip ucu olmadığı halde bir çok defa İmam Maturidi, ayetin üslubundan -ayette bir üslup var, anlatış tarzı var- bir öteki ayet ne dedi, bu ne diyor, bundan sonraki ne buyuruyor, bunlara bakmak suretiyle diyor ki, "buradaki mana şudur." Zira filan filan yerde de aynı kompozisyon ve üsluptaki ayetlerin manası zaten budur, orada ihtilaf yok diyor. Defalarca ayetten delil getiriyor.
"İnsana aklını kullanmaktan vazgeçmeyi telkin eden, şeytanî vesveseden başka bir şey değildir. Çünkü şeytan, kişiyi aklının semeresinden alıkoyar, iyi fırsatlara nail olmak ve istediğini elde etmek için güvencelerini sarsar. Aklı kullanarak eşyayı düşünmek, onun prensip ve sonuçlarından gizli olanları bilmek içindir. Sonra bunlarda, eşyanın hâdis olduğuna ve bunları yaratanın varlığına, nefislerini şehvetlerine uymaktan alıkoyanlar için deliller vardır. Bilinsin ki, aklı kullanmaya engel olan, şeytanın vesvesesi ve işidir" (Kitabu't-Tevhid s. 136).
Maide Suresi 54. ayet-i kerime Medine döneminde nazil olmuş. Müslümanlara hitap ediyor ki; "O gün için ey iman edenler, eğer siz bu İslam Dininden dönüş yaparsanız, şunu bilin ki, Allah (Celle Celalühü) ilerde öyle bir kavim getirecek ki, sizden çok daha iyi olacaklar - yani onun vasıflarını da sayıyor da ucu kaçmasın diye söylemiyorum.- Öyle bir millet Allah (Celle Celalühü) ileride getirecek ki, o kavmi sevecek o kavim de Allah'ı sevecek, birbirlerini sevecekler ve Allah (Celle Celalühü) yolunda dini yaymaya çalışacaklar. Kimsenin kınamasından korkmayacaklar." manasında bir ayet-i kerime…
Şimdi bazı âlimler bu ayeti -ilk dönem alimleri- Ebu Musa el Eş'ari'nin Eşariye kabilesi ile yorumlamışlar. Çünkü Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) döneminde Yemen'den gelmiş olan bu kavim o zamanki Medine hayatında, toplum hayatına bir canlılık, bir moral vermiş. O dönem için bunu söylemek mümkün, daha sonra bazı yorumlar yapılmış ama biz şimdi aradan 1400 sene geçmiş olan bir tarihe bakarsak; tarihte, Abbasiler döneminin orta yıllarından itibaren İslami askeri savaşlarda ve ondan sonra, Abbasi devletinin muhafız alayı olarak, hilafetin bekçisi olmuş, aradan fazla bir zaman geçmeden, Arap dili edebiyatı, lügati tefsiri ve benzeri hususlarda büyük gayretlerle İslam'ı evrensel din haline getiren gayri Arap unsurlardır. Bunu bilelim; onların da en kalabalık olanı ve dine en çok hizmet edeni Türk Milletidir. Şimdi benim, bir ilahiyatçı olarak ırkçı olmam mümkün değil. En değerli insan, Allah'a karşı Rasulullah'a karşı ve Müslüman topluma karşı en saygılı olan insandır. Üç büyük değer var; Allah, Rasulü ve Müslüman toplum… O da, kim olursa olsun, hangi ırka mensup olursa olsun…
Ama biz 1300-1400 sene sonra tarihe baktığımızda, İslam Dini Mekke'de doğdu, Medine'ye hicret edildi, orada gelişti. Ondan sonra Hulefa-i Raşidin dönemi, Emeviler dönemi, sonra fetihler oldu. Hadi Abbasilerin orta dönemine kadar iyi oldu, ondan sonra İslam'ın sancağını kim taşıdı; Karahanlısı nerde, Selçuklusu nerde, Osmanlısı nerde, dünyada kim neyi yaptı, dünya insanları bilhassa Avrupa, İslam'ı kiminle gördü, kimden öğrendi? Böyle bakacak olursak başka şeyler görülmüş olur.
Kitab-ı Tevhid müellifi, miladi 944'de vefat etmiştir. Ben şimdi tarafım, niye tarafım?.. -Maturidiye zulüm edildiği için, bu sebeple.- Irkçılık yok ancak ırkçılık yapıp İmam Maturidi'yi görmezden gelmek olmaz, bundan dolayı tarafım. İmam Maturidi maalesef gerektiği yerde değildir. Dünyada onun gibi kıymetli bir ilim adamının hak ettiği saygı yeteri kadar kendisine gösterilmemiş ve İslam'a olan hizmeti yeterince anlaşılamamıştır.