Bir bayrama daha kavuşmak üzereyiz. Genelin tabiri ile "bir TATİLİ daha" diyelim. Bir yıl içinde o kadar tatil varken, iki tanecik kutsal bayramımıza tatil gözü ile bakmanın ne denli büyük bir hata olduğundan bahsetmek istiyorum. Cumartesi ve pazarlar, resmî bayramlar, yıllık izinler, raporlar, evlilik izinleri, mazeret izinleri, aşırı soğuk hava tatilleri, hatta öğretmenler için ilave edebileceğimiz yaz tatilleri ve sömestre tatillerini de eklediğimizde, yılın üçte ikisinin tatil olarak yaşandığı bir devlette yaşadığımız halde ve gerçekten dünya ülkeleri içinde en fazla tatil günü olan devlet olma rekoru bizde olduğu halde, Ramazan ve Kurban Bayramları daha gelmeden bir ay öncesinden hemen takvimleri karıştırıp "Acaba hafta sonuna mı denk geliyor, ohhh, hafta sonu da dâhil dokuz gün tatiliz…" diyerek hemen tatil programı yapan bir toplum haline gelmemizin sebebi, elbette ki müslüman olarak bayram kültürümüzün yozlaşmasından başka bir şey değildir.
Bayram, Allah Resulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nün getirdiği ve içinde çok önemli mesajların olduğu, maddi ve manevî olarak gerçek manada dinlenmenin uygulandığı ve sadece müslümanlara özgü bir kısa süreçtir. Ramazan ve Kurban Bayramları tatil değil, adı üstünde "Dînî Bayram"dır. Bayram ise müslüman için "sıla-i rahim" dediğimiz, akraba ve yakınları, komşuları, hastaları ve sair büyükleri ziyaret, hediyeleşme ve dua alıp verme günleridir. Bu alışveriş her müslüman için nefes alıp vermek kadar önemlidir. Küslerin barıştığı, yoksulların sevinmelerine vesile olduğu, bîhaber olduğumuz insanlardan haberdar olunduğu, nice çocukların sevindirildiği, nice güzel insanla tanışmaya vesile olunduğu, hatta bu yeni tanışmalarla yeni rızk kapılarının açılmasına da vesile olduğu, Allah (Celle Celalühü)'ın rahmet ve bereketinin de oluk oluk akıtıldığı kutsal günlerdir. Müslüman için bayram budur, bu olmalıdır. Başka bir şey değil.
Ama şu işe bakın ki, sadece müslümanlara ait olan bu bayram, artık tatil beldelerinde para harcama, kumsallarda yarı çıplak uzanıp güneşlenme, yeni masraflar çıkarma, ibadeti askıya alma ve bir o kadar da yorgunluk çekme eziyeti haline dönüşmüş durumdadır. Öyle bir yorgunluk ki, yol yorgunluğunun bitmediği, paraların hesapsız harcandığı, ezan sesinin bile duyulmadığı beldelerde haramlarla iç içe yaşandığı, kalabalık trafikte gidişinin ya da dönüşünün belli olmadığı, tatil bitişinin işe başlama saatine kadar değerlendirildiği, tatilden sabahın köründe döner dönmez daha eve bile uğramadan işe giden ve bunun adına da dinlenmek diyen müslümanlar haline geldik.
Her Cuma Namazı hutbesinde hiç aksatılmada okunan "Allah (Celle Celalühü) akrabaya yardımı emreder" ayeti, sadece maddî yardımı değil, manevî yardımı da içerir.Bu manevî yardımın en güçlüsü de bayram ziyaretinde gerçekleşir. Kabir azabının üç sebebinden birinin "sıla-i rahim'i terk etmek" olduğunu biliyor muydunuz? Zaten yıl içindeki koşuşturmadan ötürü akrabaların yüzünün bile unutulduğu bir hayat içinde, akraba ziyareti yapmak için tek fırsat olan bayramları bu şekilde katletmenin, Allah'ın rızasını böylesine zayi etmenin adına tatil denir oldu.
Daha dün biri ile yaptığım konuşmada bunu net olarak yaşadım. Kendisi Alanya'da tatilde olduğunu söyleyince, ramazan gününde tatilde ne işin var, nasıl rahat olabilirsin ki dediğim zaman, bana verdiği yanıt çok üzücüydü. "Tatil sürem olan on gün içinde oruç tutmuyorum, yoksa tatilin zevki çıkmıyor" dedi. Hem orucu, hem namazı ve belki de daha başka neleri sırf tatil yapmak için terk etmek zorunda kalan bir müslümanın tatil anlayışını bu hale getiren sebeplerin içinde elbette ki ciddi bir tatil kültürü yozlaşması olduğu açıktır. Bir müslüman tatil ve bayram kültürünü bu kadar yozlaştırabilir mi? Bayramlarla ilgili hadis ve ayetleri yazsam, kaynaklardaki faziletlerinden bahsetsem sayfalar yetmez. Nice çocukları sevindirecek olan o fuzulî giysilerin, nice mağdurlara ilaç olacak olan o israfın adı elbette bayram olamaz. Yok, buna bir kılıf uydurup ille de bayram diyeceklerse… Onlara her gün bayram.
İnsanlar, hayatının devamı için elzem olan konuları günlük yaşantılarında aksatmadan yapar. İsteyerek veya istemeyerek yaşantısından eksik etmez. Yemek, giyinmek, çalışmak, uyumak, aile ilişkileri, bir tiryakinin çay sigara içmesi bile hep o yaşantının bir parçası olarak ille de yapılır. Bunlar, dünya yaşantısı için programını bozmadığımız davranışlarımızdır. Dünya ve ahiret için yaptıklarımız, birbirini bozan ya da düzelten bir doğru orantıya sahip. Dünya yaşantısındaki düzgün gidişat bozulduğunda, ahiret yaşantımızla ilgili dengemiz bozulduğu gibi, ahirete yönelik yaşantımızın bozulması da aynı şekilde dünya yaşantımızdaki dengeyi bozuyor.
Oysa asıl olan ahiret yaşantısını sabit tutacak kuralları koyup, bunları istismar etmeden, her hal ve durumda elimizden geldiğince sosyal yaşantımızın gereği olan ilişkilerimizi de yerine getirmeye çalışmak gerekir. Elbette tatil de yapmalıyız. Ama tatil için ayırdığımız günlerde bunu yapmalıyız. Bayramlarda değil. Apartman çağında yaşadığımız halde, yüzünü bile senede bir defa gördüğümüz komşumuzun bayramını kutlamadan, varsa bir küslük, en azından gönül alıp "düşmanın değilim" mesajını komşumuza vermeden kaçar gibi bir gün öncesinden bavulu alıp ortadan kaybolmanın adı bayram olamaz. Bayramı yaşatmadığımız zavallı çocuklar, zavallı yaşlılar, zavallı akrabalar… Ve onları zavallı eden zavallı bizlere yazıklar olsun. Önümüzde Allah nasip ederse Ramazan Bayramı var. İnşallah bu konuyu herkes bildiğince ve içinden geldiğince çevresindekilere anlatırsa belki önümüzdeki bayramı müslüman gibi edâ etme imkanımız olur. Bu kültür bizim kültürümüz, bizden başka kimse sahip çıkmaz, belki yok etmek ister. Allah Rasulü (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nün emanetine sahip çıkmak için geç bile kaldık.
Biliyorsunuz ki "Unutulmuş bir sünneti ihya edene yüz şehit sevabı vardır." Tüm müslümanların bu rahmet günlerini gereği gibi yaşamaları duası ile Allah'a emanet olunuz.