Şeytan Bazen Sağdan Vurur

Her insanın ömrünün bir manası vardır. Ve herkes kendi hayatının manasını yine kendisi biçimlendirir. Bizim hayata bakışımızın, ideallerimizin, yaşananlara karşı aldığımız tavrın, ihmallerimizin, kazanımlarımızın kısacası hayat karşısındaki duruşumuzun tesiri ile anlamlanır hayat. Ve insanoğlunun hayattan beklentilerinin farkı kadar, her şahısta ömrün manası da farklılaşır.

Ama bilinen bir gerçek var ki çoğunluk hayata, mal ve mevki penceresinden bakar. Bu öyle bir hırstır ki, insanlar doğru olduğunu bildikleri halde, sırf makamlarından olmamak için "Muhammed'ül Emin" dedikleri Peygamber efendimizi yalancılıkla itham etmişlerdir. İslam'dan önceki hak dinler bile, mal mevki düşkünü adamlar tarafından tahrif edilmiştir. Elinde parası olanlar, toplumu yönetme alanlarını işgal ederek, sosyal düzeni kendi menfaatleri doğrultusunda düzenlemişlerdir. Hem de hak dinlerini tahrif etmek uğruna hiç korkmadan. Bütün insani hakları, azınlıkta olan kendi sınıflarına tanıyarak, diğerlerine sahip oldukları mallardan herhangi birisi muamelesi yapmışlardır. Ve şu anda dahi, dünyanın içinde bulunduğu halde, mal ve mevki düşkünü insanların rolü büyüktür.

Mal ve mevki hırsının esiri olarak hayatını bunun üzerine kurgulayan insanların halini Resul-ü Ekrem efendimiz şöyle tarif eder; ‘Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar, servet ve mevki düşkünü bir adamın dinine yaptığı zarardan daha büyük değildir.' (Ka'b b. Malik )

Hadis'te servet ve mevki düşkünlerinin aç kurda benzetilmesi de manidardır. Aç bir kurt bir koyun sürüsüne daldığında önce bütün sürüdeki kurtları boğar ve birini yer gider. Yani birini boğup karnını doyurmaz. Sürüyü tamamen telef eder önce.

Aslında bu hadis-i şerife bakınca insanların hak olan dinlerini nasıl bir tiyniyetle tarumar ettiklerini anlamak hiç zor değil. İnsanın gözünü servet ve makam hırsı bürüdüğünde, insanilik vasıfları yitirilip bir hayvanın sıfatlarına sahip olunduğu gibi, insanoğlu Allah'ı unutup O'nun hükmünü değiştirebilme adiliğini gösterecek kadar aşağılaşabiliyor.

Şöyle diyebilirsiniz; yok canım benim öyle bir hırsım yok. Şükürler olsun Allah'a inanıyorum, dinime bağlıyım. Hem multi milyoner de değilim ki, kendi yağında kavrulan bir garibanım işte, benim ne mal hırsım olacak? O zaman sorarlar insana; mademki mal biriktirme hırsın yoktu, niye para kazanacağım diye namazlarını ihmal ettin, bir ev sahibi olmak için ömrünü harcarken sana emanet edilen evlatlarına Allah'ın hükmünü öğretmeye niçin hiç zaman ayırmadın...

Emin olunuz ki adilane kendimize dönüp muhasebemizi yaparsak bu "niçin?" sorularının ardı arkası kesilmez. Çünkü hepimizin "şimdi ki ekonomik şartlar çok ağır, ekmek aslanın midesinde" gibi bahanelerimiz ve bu bahaneleri haklı gösterecek onlarca sebebimiz var. Kanaatimce bu sebepler şeytanın bize sağdan vurmasından başka bir şey de değil. Çünkü kulluğun ihmaline sebep olan her şeyde şeytanın parmağı vardır. Ashap'tan Salabe'yi de asr-ı saadette yaşamasına rağmen kulluğundan uzaklaştıran rızk endişesi, mal hırsı değil miydi?

Varlıklı bir kişi İbrahim Ethem'e yardım etmek istedi. İbrahim Ethem: "Yardımını gerçekten zenginsen kabul ederim." dedi. Adam gerçekten zengin olduğunu, bir şeye ihtiyacı bulunmadığını söyledi. Büyük veli sordu: ‘Ne kadar paran var?'

-Üç bin altınım var.
-Dört bin olmasını ister misin?
-Elbette isterim.
-Beş bin olmasını?
-İsterim.
-On bin altının olsa çok sevinirsin değil mi?
-Şüphesiz çok memnun olurum.

-Zengin olduğunu söylüyorsun ama, sen gerçekte fakir birisin. Sen, on bin değil yüz bin altının olsa yine kanaat etmez, fazlasını istersin. Kanaati olmayan insan zengin sayılmaz. Gerçekten zengin olsan, yardımını kabul edecektim.

İşte insan böyle. Doymak nedir bilmiyor. Her zaman daha fazlasını istiyor. Ve kanaatsizliklerimizin tetiklediği hırsla hayatımızı yaşamaya başladığımızda, kulluk bilincimiz de değişiyor. Kulluğun manasını sindirerek yaşanması gereken ömrümüz telef olup gidiyor. Amelden, tefekkürden, tevekkülden, hakikatten uzak…

Oysa bir Müslüman için bunlardan uzak olmak demek, manasız bir hayat demekten başka bir şey değil. Bir düşünün ömrünüzü, bir ev araba almak için ya da şirketinizi ayakta tutmak için harcayacaksınız, kulluk vazifelerinizi emeklilik dönemine, vücudunuzdaki bütün kemiklerinizin ağrıdığı, kaslarınızın gücünü yitirdiği döneme erteleyeceksiniz ve bir bakacaksınız ki, kazandığınız mal daha siz hayatta iken varisleriniz arasında konuşuluyor. Zaten ne evinizi ne de şirketinizi mezara götürme imkânınız olmadığını da daha yakinen fark ediyorsunuz. İşte o zaman ömrümüzü boş geçirmenin manasızlığı hakikaten ortaya çıkıyor.

Ne acı asıl hayata eli boş olarak gitmek!