Nasıl Müslüman Oldum (Avukat Ebu Bakr Rieger)

Feyz: Sayın Ebubekir Bey, İslam dinini seçmeden önceki hayatınızdan biraz bahseder misiniz?

Ebu Bakr Rieger: Kısaca şöyle özetleyebilirim; benim İslam ile tanışmadan önceki ki hayatım şu anki halimin zıttı bir hayat idi. Yani şahadet getirip huzurlu bir hayat yaşadığım şu an ki güzelliklerin tam tersi bir hayatı yaşıyordum. Hayatımızda din kavramı yoktu. Bir yaratıcı kavramı da yoktu. Almanca da "Es gibt kein Gott" (Friedrich Nietzshe'ye ait) diye bir söz vardır.

Nietzshe 'ye göre, günümüzün insanı kendini Nihilizm'den, hiçlikten kurtulabilmek için yeni bir yol bulmalıdır. Nihilizmin kaynağı geleneksel değerler olduğuna göre, yeni ahlâk değerleri bularak içinde bulunduğumuz nihilizmden kendini kurtarmalıdır. Bana da dense dense Nihilizme inanan bir inançsız denebilirdi. Esasen Avrupalı bu kültürle yetişiyor. Hıristiyanlık gerçek bir din anlayışı içermiyor. İsmi din ama algılaması ve yaşantısı din dışı olduğundan benim hayatımda da hiç bir önemi kalmadı. Bu durumu geçen yıllarımda tecrübe ettim. Ayrıca kültür ve ulus ananemi tamamı ile kaybetmiştim. Tanrı tanımaz (ateist) biri idim. Bundan dolayı benim inançsız biri olduğum söylenebilir.

Ben aslında hiçbir şeye inanmazdım. Buna İslam da dahil. Çünkü Avrupa'da İslam hep yanlış algılanmıştır. Ben de bunlardan biriydim. Ama anladım ki, İslam'a zannettiğimden çok daha yakınmışım. Bu durumu Avrupalı Müslümanlar ile tanıştığımda anladım. O an benim için bir dönüm noktası oldu ve ne kadar da şanslı olduğuma inanamıyorum. Ya Müslümanlar ile karşılaşmasaydım? Avrupalı Müslüman kardeşlerim. Bana "Neye inanıyorsun" diye sordular. "Es gibt kein Gott" ben hiç bir şeye inanmam" dedim. Nihilizme inanıyorum dedim. Onlar da bana: "Bak bu iyi ‘La ilahe İllallah' kelime-i tevhidin ilk bölümü olan ‘Allah'tan başka ilah yoktur' manasına denk geliyor." dediler. Bende tamam o zaman ortak bir noktamız var dedim. İşte ben bu vesileyle ilk İslam ile tanıştım. Avrupalı Müslüman kardeşlerimin samimi yaklaşımları ve sıcaklıkları ile adım adım hiç bir şey anlamadan bilmeden doğru yola İslamiyet'e yaklaşıyordum. Bu gayretli Avrupalı Müslümanlar sayesinde oldu.

  Feyz: Peki, sizin Müslümanlığı seçme sebebiniz neydi, hangi olay bu süreci başlattı.

  Ebu Bakr Rieger:İnançsız birisiydim. Eğer sabırlı ve bana İslam'ı anlatma gayretinde olan Müslümanlar olmasaydı. Gerçekten İslam'ı seçmem çok güç olurdu. Bundan dolayı izah edilebilecek bir nedeni de yok aslında. İçinde bulunduğum bunalımı sözlere dökmek hiç kolay değil gerçekten... İçimde bir karmaşa, bir kaos yaşadım. Bu dönemde Avrupalı Müslümanlarla tanışmakla hayatımda çok büyük değişimler yaşadım. Müslümanlarla tanışmak çok güzeldi lakin bir yandan bir karmaşa içindeydim. Bunun benim için kaçırılmayacak bir şans olduğunu düşündüm. Böylece içimden gelen sesi dinledim ve tercihimi bu yönde yaptım. Benim yanıma kadar gelmiş bu kapıyı açmalıydım, görmeliydim o öteki âleme açılan bu rahmet kapısını.

Şayet açmasaydım, kendime karşı dürüst davranmış olmazdım. Ben sağduyulu birisiydim. Aslında çok da üzerinde durmuyordum. Ne var ki tasavvufla tanışana kadar bütün anlatılanlar bir yana, tasavvufun üstümdeki tesiri bir yana. O zamana kadar bu süreç normal seyrinde gidiyordu. Tasavvufla tanıştıktan sonra büyük bir ivme kazandı diyebilirim.

Tasavvufla tanışınca İslam'ın Hıristiyanlık gibi bir kültür olmadığını anladım. İslam çok farklı idi. Bütün dünyada Müslümanların olduğunu gördüm. Avrupalı, Asyalı, Amerikalı ve Afrikalı gibi birçok farklı insanlar olduğunu görünce benim inancım daha da güçlendi. Gördüğüm bu insanlar benim için bir örnekti. Evet, bende hayatın anlamını anlayabilirdim. Sonra büyük âlimler ile tanışma fırsatını buldum. Mesela büyük âlimlerden Şeyh Abdulkadir Es Sufi (Shaykh Dr. Abdul Quadir As-Sufi) ile tanışma bahtiyarlığına eriştim.

Burada biraz da olsa Abdulkadir es-Sufi'nin ilginç hayat hikâyesinden bahsetmeliyiz. Önceki adı Ian Dallas'dır. 1967 yılı Ramazan'ında Fas'ın Merakeş kentindeki Karaviyyun Camiinde İslam'a girer ve Abdulkadir adını alır. Kısa süre sonra Fas'ın Meknes kentinde Şazeli tarikatının Darkavi kolunun mürşidi Şeyh Muhammed Habib ed-Darkavi'ye intisab eder. Şeyh tarafından kendisine ''es-Sufi'' Iakabı verilir. Abdulkadir es-Sufi sıkı bir nefsi ile mücadeleye girer. Devamlı uzlette zikirle günlerini geçirir. 1970 yılına gelindiğinde tarikat içinde icazet alır. Es-Sufi, İngiltere'de yaptığı "çalışma" sonucu dört Avrupalıyı daha İslam ile tanıştırmıştır. 1970'te ABD'ye gider ve ardından bütün Avrupa, Güney Afrika, Nijerya, Malezya, Endonezya ve pek çok Arap ülkesini dolaşır. 1971'de tebliğini kabul ederek tarikata alınan insan sayısı onaltıya ulaşmıştır. O yıl dört müridi ile beraber Şeyhi ile buluşmayı da planladığı Hacca gider. Ancak Şeyhi Hac yolunda iken Cezayir'de vefat edince bu görüşme gerçekleşemez. 1974'de ABD'nin Kaliforniya eyaletinde verdiği ve batılıları İslam'a davet için organize edilen seminer notlarından oluşan Muhammedî Yol adını taşıyan kitabı yayınlanır.

1976 yazında Londra'daki ünlü Hyde Park'ta insanları açıktan İslam 'a davet etmeğe başlarlar. Aynı yıl bağlıları ile beraber Londra'nın kuzeydoğusunda yüz mil mesafedeki Norfolk'ta, on yıl kadar yaşayacağı ''Müslüman Köyü"nü kurmağa başlarlar; 1970'lerin sonunda cemaatı, bu köyde İslam kültürünün ve yaşayışının hakim olduğu bir yerleşim yeri kurar. Buraya yerleşenlerin sayısı Müslümanlığı seçmiş ikiyüz aileye kadar ulaşır. Bu topluluk ortaya çıkan bazı güçlükler üzerine bizzat, Abdulkadir es-Sufi tarafından yavaş yavaş dağıtılır ve nihayet 1987 sonlarında İspanya'nın Granada şehrinde kendi cemaati etrafında teşekkül eden Müslüman topluluğun yanına hicret eder. Oradan da yine bazı sıkıntılardan dolayı Afrika'ya hicret eder. Bu arada Müslümanların iktisadi olarak neler yapabilecekleri konusunda seminerler verir ve "altın İslam dinarı"nı yeniden gündeme taşır. Abdulkadir es-Sufi bir Avrupalının kafa yapısının algılayabileceği İslami gelenekler arasında bir bağ kurmuştur. Biz Alman Müslümanız. İslam dini bütün kültürleri filtre eden bir dindir. Bizim geç Müslüman olmamızın sebebi değişik kültürleri din gibi zannetmemizden kaynaklanıyor. Ben Alman bir Müslüman olarak İslam ile tanışınca ev hayatımda küçük değişiklikler oldu, onun dışında kültürel yaşantıma aynen devam ediyorum. İslam da buna müsaade ediyor. Size şöyle örnek verirsem daha iyi anlaşılacak. Ben Müslüman olmadan önce evimde köpek besliyordum, Müslüman olunca köpeği bahçeye aldım. Sofralarımızda helal gıdalara dikkat ediyoruz, yemeklerimiz ve alışkanlıklarımız aynı. Giyinişimde de hiçbir değişiklik olmadı. Siz şayet önce Arap veya başka bir Müslüman toplumun kültürünü din diye sunarsanız, bu İslam'ın evrenselliğine aykırıdır. Avrupalının İslam'la geç tanışmasında bunun büyük bir rolü var. Bize hemen soruyorlar biz sakal bırakmak, sarık takmak, çarşaf giymek ve cübbe giymek zorunda mıyız diye.

Üç milyon Türk otuz yıldır Avrupa da ama kaç kişinin İslam ile tanışmasına vesile oldular, bu konuyu düşünmeleri ve kendilerini sorgulamaları gerekir. Abdulkadir es-Sufi gibi bir insanla tanışmak benim İslam'a yaklaşma sürecimi daha da hızlandırdı ve derinleştirdi. Bir Avrupalı olarak bütün sorunları entelektüel bir şekilde şöyle anlattı. "...Bizim mücadelemiz, işte bu sosyal yolun ve eylemin kaidesini, sosyal düzenin zahiri görüş alanı dahilinde yükseltmek içindir, ve yine, Yaratıcı'nın huzurunda rükuya varma, secdeye kapanma gibi vecibeleri yerine getirmek suretiyle aynı görüş alanı dahilinde bâtinî yaşantımızı derinleştirmek içindir." Kendine ait bir yöntemle bize konuları tek tek anlatması bizim üzerimizde çok etkileyici oldu.

  Feyz: Siz Müslümanlığı seçtikten sonra ailenizin ve arkadaşlarınızın size bakış açısı nasıl oldu?

  Ebu Bakr Rieger:
Arkadaşlarımın çoğunun büyük bir şok geçirdiklerini söyleyebilirim. Çünkü karşılarında bir insanın, birden çok değiştiğini ve yeni bir biçim aldığını görüyorlardı. Eskiden kalma birçok "şey" artık yoktu. Arkadaşlarımın arasından sadece birkaç kişi bu değişimi benimle paylaştı. Tabiî ki İslam konusunda insanların çoğu bilmediklerinden tepkili davranıyorlar. Bizden korkuyorlar. Esasında bizden de değil gerçeklerden ve gerçekler ile yüzleşmekten korkuyorlar. İslam'ın sorduğu; "Varlığın anlamı nedir? Ölüm nedir? Ölümden sonra ne olacak? İnsanoğlu niçin dünyaya geldi? Gibi bütün bu sorulardan cevap vermeyerek kaçıyorlar. Benim arkadaşlarım da bu soruları duymak istemedi ve kulaklarını tıkamayı yeğlediler. Ama bugün geçmişinde Hıristiyan, şimdi ise Müslüman olmuş ve Alman kültürüyle yaşayan Avrupalı arkadaşlarım var. Arkadaşlarım cevaplayamadığı bazı sorularını bize sormaya geliyorlar.

Ailem ilk başlarda ufak bir şok geçirdiler. Ben Alman Müslüman bir bayanla evliyim ve beş çocuğum var. Ailem için bu büyük bir değişimdi. Hanımım ve çocuklarım burada doğup buranın kültüründe yetişmiş insanlar. Nasıl olur da yeni bir yaşam tarzına geçeriz diye kendilerine sorular sormaya başladılar. Ama ne var ki bir kültür değişiminin olmadığını ve sadece Müslüman olma farklılığını anlayınca rahatladılar sanırım. İslam dini, çocuklarımla bir bağ kurduğundan ötürü bugün ailem bizim İslam dininden olmamızdan gayet memnunlar.

Feyz: Sizi objektif bir Avrupalı olarak tanıdık, önceden Hıristiyan asıllı şimdi ise Müslüman biri olarak Hıristiyanlığı değerlendirir misiniz?

  Ebu Bakr Rieger:Benim şu anda Hıristiyanlara karşı Negatif bir duruşum yok. Çünkü Maria Rinde'nin bir sözü var. "Hıristiyanlık dini soluk bir yıldız gibidir". Hıristiyanlık dininin insanlar üzerinde cılız bir yön belirleme özelliği var. Ama bir sıcaklık yok. Bunu şöyle ifade edersek daha kolay anlaşılır.

Hıristiyanlık Allah'ın son bildirisi değildir. O yüzden bu zamanda incilin veya Hıristiyanlık dinin, cevaplayamayacağı birçok soru var. Bütün bu soruların cevaplarını Kur-an'ımız da gayet açık bulabilirsiniz.

  Feyz: Gerçekte hak din olan Hıristiyanlığın, yüzyıllar boyunca bozula bozula ne hale geldiği ve gerçek din ile bir ilgisinin kalmadığı ortada…

Ebu Bakr Rieger:Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Meryem oğlu Mesih (Hazret-i Îsâ) ancak bir Peygamberdir. O'ndan önce nice Peygamberler gelip geçti. Annesi de sıddıka'dır. Her ikisi de yemek yerlerdi." (Mâide, 75) Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kesinlikle Allah katında Îsâ'nın örneği, Âdem'in örneği gibidir. O'nu (Âdem'i) topraktan yarattı. Sonra O'na 'ol' dedi (ruh verdi) O da (insan) oluverdi." (Âl-i İmrân, 59) Babasız dünyaya gelen Hazret-i Îsâ'ya Allah'ın oğlu diyen ve O'nu ilâhlaştırıp Allah'a ortak koşanlara, yüce Allah Hazret-i Âdem'in yaratılışını örnek veriyor. Ve yüce Allah şöyle buyuruyor: "And olsun ki, Allah üç'ün (üç ilâh'ın) üçüncüsüdür diyenler kâfir oldu. Gerçek şu ki, bir tek ilâh (olan Allah)'tan başka ilâh yoktur." (Mâide, 73)

Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil'e gelince!.. 30 yaşında peygamber olan ve 33 yaşında göğe kaldırılan Hazret-i Îsâ'ya, 3 yıllık peygamberlik döneminde, çok az sayıda kişi iman eti. Hazret-i Îsâ'nın göğe çıkışı ile etrafa dağılan havâriler, Yahudîler'in ve Romalıların ağır baskısından dolayı, o dönemde hak din olan Hıristiyanlığı gizlice yaymaya çalışıyorlardı.

Gizlice yürütülen bu Hıristiyanlığa davet eden havariler, İncil'den bölümler okuyor, bunların yorumunu yapıyor, Hazret-i Îsâ'nın sözlerinden, yaşantılarından örnekler veriyorlardı. Ayrıca kendileri de bazı öğütlerde bulunuyorlardı.

Hıristiyanlığı kabul edenlerden bazıları, havarilerden dinlediklerini, yani İncil'den okunan bölümleri, bunların yorumlarını, Hazret-i Îsâ'nın söz ve yaşantılarından örnekleri ve havarilerin öğütlerini karmaşık bir şekilde yazmaya ve yazdıkları bu kitaplara İncil adını vermeye başladılar.

Sonradan gelenler, kulaktan duyma her çeşit hurafe ve efsaneleri de bunlara ilave edince, birbirinden farklı ve çelişkili yüzlerce kitap (İncil) ortaya çıktı ve kitap kargaşası başladı. Kur-an'da her şey gayet açık bir şekilde yer alıyor. Ayrıca Kur-an'ın 'sosyal hayatı' nasıl mükemmel bir şekilde şekillendirdiğini düşündüğümüzde İslam dininin ne kadar önemli olduğunu anlarız. Ku-an'ın her zamana tesir eden bir kitap olduğu inkar edilemez bir gerçektir.

Bu yaşadığımız zamana ait bizi çok ilgilendiren önemli konular yine Kur-an'da mevcuttur. Kur-an insana ve insanlığa ait ne varsa hepsiyle ilgileniyor. Kutsal kitabımız Kur-an'ın, İncil'in tersine bütün soruları çok net cevaplaması beni çok etkiledi. Bütün bunlara cevap vermesi ve akla düşünmeye hitap etmesi çok etkili ve reel olduğu için Kur-an'ı çok aktüel yapıyor. Bu yüzden Hıristiyanlık dini benim için uzak bir akrabalık gibi… İnsana inancın özünü veremiyor. Şu anda bir Müslüman olarak Hz. Muhammed hak peygamberdir ve Hıristiyanlıktan daha somut ve gerçek bilgileri İslami kaynaklarda bulmak mümkün…

  Feyz: Avrupa'da ne kadar kişi İslam dinini seçiyor, yeteri kadar tebliğ yapıldığına inanıyor musunuz?

Ebu Bakr Rieger:
Gün geçtik sıra İslam'a olan ilgi artıyor. Eskiden yaşadığımız sorunlar değişti. Eskiden benim için en büyük sorunlardan biri, insanların çoğunun İslam hakkında bir şey bilmek istememeleriydi. Bizi dinlemiyorlar ve dinlemekte istemiyorlardı.

Bugün bunların tam tersine çok fazla kişi İslamı merak ediyor ve onlara nasıl daha güzel dinimizi anlatabiliriz diye uğraşıyoruz. İslamı öğrenmek, İslam hakkında bilgilenmek, bilinçlenmek istiyorlar. Bunların arasında komşular, öğrenciler, okullarda eğitmenlik yapanlar, yakın ve uzak akrabalar, aslında herkes İslam hakkında bir şeyler bilmek istiyor, öğrenmek istiyor. Bu aslında çok önemli bir konu… Aynı zamanda yapılması gereken zor bir çalışma.

Alman soydaşlarımız bazen bize değişik değişik sorular soruyorlar. Bizde onların algılayabileceği İslami cevaplar vermek için çalışıyoruz. İslam dini bilimin, ilmin babasıdır. Bu anlamda sorun bilgi ve bu inanılmaz derin bilgileri bu zamanda çözebilmek ve insanları İslam'la tatmin edebilmektir. Yoksa Almanya da İslam dinini yaymanın her ülkede olduğu kadar zor tarafları da var kolay tarafları da var. Bizim üzerimize düşen her zaman akla ve mantığa hitap eden misallerle güzel organizeler ve aktiviteler ile insanlara İslam'ın sorun değil sorunların çözümü olduğunu gösterebilmektir. Biz birlikteliğimiz ile Gazetemiz (Islamische Zeitung), pazar organizasyonlarımız vesilesi ile gençlere İslam dininin en zor sorulara nasıl cevaplar verdiğini anlatıyoruz. Çok kişiye ulaşıyoruz. Almanların ve Almanya da yaşayan Türklerin arasını pekiştirmek için biz Almanlar Türkçe ve Türklerin de daha iyi almanca öğrenmelerini öneriyorum.

Bu anlamda birlik ve beraberliğimizin Almanya'da İslam dininin yayılmasını daha kolaylaştıracağına inanıyorum.

Saygılarımla Ebu Bakr Rieger...