Medyadaki Ayrımcılık ve Ayrıcalık

  Yaşama hakkı uluslararası hukukla koruma altına alınmıştır. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun tüm insanlığın yaşam hakkı bu hukukla garanti edilmiş ve de istismarını önleyici tedbirler alınmıştır (kâğıt üzerinde). Aynı zamanda bu hukuk üzerinde açılacak her yırtıkla yapılan ayrımcılık ve ayrıcalıklar dünya milletlerinin huzur ve yaşamlarını dinamitlemekten başka bir işe yaramamıştır ve yaramayacaktır da...

Son zamanlarda yoğun bir şekilde görsel ve basılı yayınlarda da gözlemlediğimiz haberlerin temelinde bu ayrımcılıklar ve ayrıcalıklar yok mudur? Her şeye rağmen insanlığın huzur kaynağı olması gereken bu hukuk yine de ideolojik esaretten kendini kurtaramamıştır. Senin düşüncen kötü benim düşüncem iyi, sen kötü yaparsın ben iyi yaparım gibi bencil ve egoist yaklaşımlar insanlığın barış ve kardeşliğine nasıl katkı sağlayabilir ki?

Burada kabahat hak ve hukukta mı yoksa onu uygulamakla yükümlü olan insanda mıdır? Kendi kendine katl yapan bir silah var mıdır veya kendi kendine kesen bıçak duydunuz mu hiç? Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Hakkın ve hukukun istismarı ancak ve ancak insan eliyle olur. İyi olmaya yöneldiğinde çok şerefli olabilen insan, menfaatperest ve bencilliğe meylettiğinde bir o kadar da seviyesiz olabilmektedir. Hiçbir mutluluk başkasının kederi üzerine bina edilemez. Çünkü "Zulm ile abâd olanın akibeti berbâd olur". Hakkın ve hukukun herkes için gerekli olduğunu ifade etmekte ne kadar güzeldir şu atasözü; "Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner." Bir başkasından esirgenen hak, hukuk bir gün esirgeyenlere de lazım olmayacak mı? "Bugün bana yarın sana" cümlesi hakikati özetlemiyor mu? 

Nasıl ki her insan hayatı boyunca mutlu olmak ister ve bu konuda da kendisini engelleyecek tüm olumsuzlukları bertaraf etmek isterse, aynı iyi şeyleri başkaları içinde arzu etmesi bir erdemdir ve kişinin müspet manada kendini ortaya koymasıdır. Çeşitli kılıflar altında sergilenen bencillik ve hak tanımamazlık ne kadar vahşice bir yaklaşımdır ve tesir edilene de zulumdür.
İnsan hak ve hürriyetinin sınırı bir başkasının hakkına tecavüz ihtimalinde biter. Artık orada durmak gerekir. Ancak bu sınırın aşıldığının anlaşılması ve algılanması meziyet gerektirir. Hiçbir bahane insanın en doğal hakkı olan özgür yaşam hakkına müdahalede, müdahil olanı haklı çıkarmaz, masum yapmaz.

Azeri şairin şu sözü ne kadar da güzel ifade eder cıvık ve seviyesiz diyalogdan yılmışlığı...

"Kalleş dosttan canım yandı, mert düşmanın aşığıyam"

Her Müslüman tahiyyata oturunca "Rabbimiz dünyada da ahirette de bize güzellikler ver ve bizi ateşin azabından uzaklaştır" der. Müslüman için sadece dünya hayatı yoktur, dünya hayatı ahiretin ekin tarlasıdır. Dünyada eker, hem dünyada hem de ahirette biçersin. Dolayısıyla zerre kadar hayır işlersen mükâfatını görürsün, zerre kadar şer işlersen de karşılığını görürsün. Herkes hakkına düşeni alacaktır gerçek dünyaya göçtüğü zaman. Bunun idrakinde olan insan haksızlığa meyil edebilir mi? Yaptıklarının yanına kar kalmayacağını bilen insan adaletten zerre kadar ayrılmaz, ayrıldığında da başına geleceklerin idrakindedir.

Ağzı olanın konuştuğu şu ortamda, her şey uzmanına danışılıp, uzmanından fikir alınırsa en isabetli sonuca ulaşılır. İlaç yaptıracaksanız eczacıya veya kimyagere, mobilya yaptıracaksanız marangoza, motor tamir ettirecekseniz motor ustasına ihtiyacınız vardır. Eğer ki bir gareziniz yoksa tüm bunları yaptıracaklara da uzmanına ulaşmaları için fikir verirsiniz. Şu usta çok iyi, falanca mühendis çok süper, filanca doktor harika, teşhis ve tedavide çok isabetli gibi yönlendirmelerde bulunuruz. İkisi de aynı meslek grubunda olmasına rağmen prostat hastasını göz doktoruna yönlendirmeyiz. Hasbel kader söz konusu durumlarda biraz fikriniz varsa, seviyesince yardımcı olmaya çalışırsınız. Ama aymazlıkla ve ukalaca sanki "o işin en iyi bileni benim" gibi bir iddia içerisine de girmezsiniz.
Bilgisinin az olduğunu bir konuda otoriteymiş gibi ahkâm kesmesi kişiyi ne kadar rezil eder, ne kadar ahmak pozisyonuna düşürür tahmin etmek zor olmasa gerek. Üstelik bu kişi çok doğru olduğunu da iddia ederse o zaman sirkteki palyaço bile daha ciddi kalır yanında.

zını açanın fetva verdiği ülkemizde, devletimizin, insanımızın dinini daha iyi öğrenmesi, soru ve sorunlarını da çözmesi için bir kurumu da vardır. Ama ne hikmetse kimse de buraya soru sorup cevabını almaz veya sormayı akıl etmez. Ya da uç bir şahıs bulup sordukları soruya paralel bir cevap almak isterler. Cevaplar da sorular altında ezilerek alınır. Hoşlarına gitmeyen cevabı duymak bile istemezler. Her ne kadar kendi çaplarında aydın olarak bilinseler de...

Yunus'un da dediği gibi;İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, en kendini bilmezsen, bu nice okumaktır.

Dünya hayatı ile alakalı işlerimizde bu kadar dikkatli ve hata yapmaktan çekinirken her ne hikmetse ahiret hayatı ile alakalı mevzularda bu kadar aymaz ve telaşsız oluyoruz anlamak hakikaten çok güç. Falanca adam çıkıyor, dinde şu yok, filanca çıkıyor dinde bu yok. Adama soruyorsun ilahiyat profesörü müsün, yok, din alimi misin, yok, "otuziki farz'ı" bilir misin?

YOK…  

hyalcay@gmail.com