Kimdir Asrın İnsanı?

Herkes asrın içinde yaşıyor, dışında yaşayan yok. O halde herkes asrın insanı mı? Peki ama öncelikle asr nedir? Okullarda öğretildiği gibi sadece yüzyıllık zaman dilimi mi?       

Kısaca lügatte zaman anlamına geliyor asr. Geçmiş zaman olduğu gibi, “zaman-ı kül” yani âlemin başlangıcından sona ermesine kadar geçen zaman, “dehr” manasına geliyor. Zaman, gözle görülmeyen elle tutulmayan, içinde yaşanan ama her an yok olan, sürekli akıp duran gece gündüz, hiç kesintiye uğramayan ACEBÜL ACAİBAT (şaşılacak şeylerin en şaşılanı) olan bir mesele.

Zaman; her insana, her hayvana, her bitkiye, her varlığa bahşedilen bizler için hem kârlı, hem zararlı geçebilen, bazen daralıp bazen genişleyen, hastalık , sağlık, zenginlik, fakirlik, sevinç, keder, varlık, yokluk gibi her türlü zıtları içerisinde toplayan, Yaratıcı’nın kudretine delâlet eden, her türlü gariplikleri içeren EBÜ’L  ACEP (acaibin babası).

İşte bu zaman içerisinde insanı ilgilendiren en mühim nokta kendi ömrü, ömür süresi olsa gerek herhalde.

Çünkü Efendimiz hadis-i şeriflerinde “İnsan ölünce kıyameti kopar.” buyuruyor. Dolayısıyla insanın ömrü en kıymetli sermayesidir. Son nefesindeki  insana “Sana birkaç saat daha vereceğiz, karşılık olarak servetini verirsen.” dense “Ömrün yanında servetin ne kıymeti olur ki!” der herhalde...

Sermayenin üzerine her an biraz daha ekleyip ebedi hayattaki ömrünü keyfü sefa ile geçirebilirsin veya da eksiltip o sonsuz ömrünü azaba çevirebilirsin.Yani asr, ya iyiye gebedir ya da kötüye...

Kıymeti en zor anlaşılan şeylerden biridir zaman. “Bir dere kenarına otur da ömrün geçişini seyret.” diyor Hafız-ı Şirazi. Gerçekten öyle değil mi? O kadar hızlı akıyor ki zaman bazen günleri karıştırıyoruz, bazen “Aaa... ne çabuk hafta sonu geldi, bir yıl ne kadar da çabuk geçti.” diye şaşırıp kalıyoruz. Çocuklar bir an önce yıllar geçse de büyüsem genç olsam derken, orta yaşlılar artık eksik söylemeye, yuvarlamaya başlıyorlar.Çünkü artık her geçen günün ömürden eksilttiğini çok iyi görüyorlar.

Televizyonda yayınlanan “Ömür dediğin” programını izlemeyen pek yoktur herhalde... Her program birkaç dede veya nine anlatıyor; “Gençliğimde şöyle güçlüydüm, böyle becerikliydim, ne sıkıntılar çektim, ne mutlu günler yaşadım, çocuklar büyüttüm, yollar yürüdüm, hiç bitmeyecek sandım, hiç de birşey anlamadım, nasıl geçti bilemedim, Allah’ın bu gününe şükür, Allah imandan ayırmasın... Bazısına tebessüm ediyoruz bazısına da iki damla göz yaşı döküveriyoruz. Ama mutlaka kalplerimiz yumuşuyor ve “ömür olursa biz de mi böyle olacağız?” diye düşünmeden edemiyoruz.

Benim vaktim, benim ömrüm dediğimiz ama aslında bir anının bile sahibi olmadığımız, bir anını bile geriye çeviremediğimiz veya “Ben bu anı yaşamak istemiyorum.” deyip terk edemediğimiz veya “Ben bir an önce şu vakitte yaşamak istiyorum.” deyip de hızlandıramadığımız “zaman”. Bunun içindir ki hep bir zaman makinesi icat etme sevdası vardır insanoğlunda...

Bizim için bu kadar önemli iken zaman, Rabbimiz de yüce kitabında yemin ediyor onun üzerine: “Ve’l Asr, asra yemin olsun ki.” diyor. Neden yemin eder ki zamanın ve her şeyin Rabbi olan ALLAH? Herhalde yine Rahman Rahim ismi şerifi sırrı gereği, yine bize merhametinden, yanlış bildiğimizi düzeltmek, eksiğimizi tamamlatmak, konunun önemine dikkatimizi çekerekten odak noktasını, kayıp ya da kazanç noktasını göstermek istediğinden.

Kıymetini bilmeyip zamanı öldürmek aslında insanın kendine en büyük zulmü, en acı darbesi. Yine de rahmetinden ümit kesilmez, birçok katledilen zamanın içerisinde değerlendirilen bir anın her şeyi silip süpürmesi, insanı adam etmesi, ebedi cennetleri kazandırması da mümkün. Bişri Hafi’nin hayatında gördüğümüz gibi. İşte bu da insanın yaşadığı ömrün her saniyesinin bir fırsat olduğunun en büyük kanıtı değil mi?

“O, öğüt almak isteyen ve çok şükredici olmayı dileyen kimseler için geceyi ve gündüzü birbiri ardınca getirendir.”                                                                                                                                   (Furkan, 25/62)

Zamanı boşa geçirmek bir yana bir de zamandan şikayet eden, hatalarının sonucunu içinde yaşadığı zamana yükleyerek kendini rahatlatmaya çalışan, uğursuz sayan ve hatta küfreden insanlar var.

“Ne yapalım bu zamanın şartları böyle gerektiriyor; faiz artık normal, evlenmek gereksiz, her şey müsait, eş çoluk çocuk kahrı çekilmez!”

“Zaman bozuldu. Gençlerin abuk subuk kıyafetleri, hareketleri, zevkleri de ondan…”

Ne kandırıyorsunuz kendinizi, suç atacak mercilere gerek yok. Asıl suçlu olan, asıl şerli olan, asıl uğursuz olan insanların kendileri. Ki Rabbim’in yemin ettiği şey şereflidir, nimettir. Yasin suresi 18. ve 19. ayette, kendilerine gelen elçileri uğursuzlukla suçlayan kavme karşı onlara cevap veren elçiler de aynı şeyi söylerler: “Sizin uğursuzluğunuz kendinizdendir.” Yani sizin yamukluğunuzdan, küfrünüzden, bozuk düzeninizden doğan, imansızlığınız sonucu sizi daraltan, boğan uğursuzluğunuz. Hiç boşuna uğraşmayın, halinizden başkasını sorumlu tutmayın, mesele sizin Allah’ı bilmeyişiniz. Allah’tan uzak olan, her zaman hüsrandadır, bunalımdadır. Hep mutlu olmak için uğraşır, didinir, daldan dala gezer ama bu gidişatla sonu helaktir. 

Bu konuda Peygamber Efendimiz “Dehre küfretmeyin, çünkü dehr Allah demektir.” buyuruyor. (Ahmet bin Hanbel)

Bir başka hadis-i şerifte de Efendimiz,  kaybedildikten sonra değeri anlaşılan hususları sayarken bunlardan birinin de zaman olduğunu söylüyor.

Müminin içinde bulunduğu her şey kıymetlidir: yürüdüğü toprak, uyuduğu uyku, oturduğu ev,  geçirdiği vakit... Onun içindir ki bir mümin öldüğü zaman yerler gökler ağlar, onu kaybetmenin acısını yaşar. Çünkü o, Rabbi’nin rızasına uygun, O’nun istediği gibi kullanır her emaneti. Ve mümin için karşısına çıkan her şey nimettir. “Bil ki müminin yaşadığı her gün ganimettir.” diyor Sabit bin Cübeyr (ra).

Tasavvuf erbabı; “ibnül vakt” (vaktin oğlu) olmalıdır. Yani ömrünün, özellikle de vaktinin, hatta ânın kıymetini bilmeli, ahireti için kâr etmeye çalışmalıdır, derler. Mümin zamanın elinde oyuncak olmaz, savrulup gitmez. Bilakis zaman müminin eline verilmiştir. Zamanı kullanacak olan mümindir. Bunun için de iyi bir fırsatçı olmamız şart. Allahu Teala bize 5 vakit namazı vermiş ki günü buna göre değerlendirelim; bir ay oruç farz kılmış ki yılı ona göre yaşayalım diye. Aslında  bu hayat tarzı en güzel zaman idaresi veya moda tabirle “zamanı yönetme” sanatı değil midir?

“Gün bugündür. Ne yapacaksak şimdi yapalım, eğlenelim, bi daha mı geleceğiz dünyaya.” diyenler ise zamanla birlikte geçip gider ve kaybolurlar. Evet gün bugündür ama zarar için değil kâr için gün bugündür; Rabbin rızasını kazanmak için gün bugündür; ahiret gününde toplayacaklarını ekmek için gün bugündür.

“Dün geçti, bugün amel, yarın emeldir.” diyor Sırrı Sakati (ra). Allah hepimize pişman olmadan geçirilen vakitler nasip etsin.