Millet olarak ilk defa topluca Müslüman olduğumuz 926’dan beri Karahanlılar, Selçuklular, Osmanlılar döneminde Ehl-i Sünnet itikadını, Hanefi mezhebini medreselerde devlet ideolojisi olarak öğretmiş bir mazimiz var, böyle bir yapımız var. Bundan dolayı da birbirine bağlı bir topluluk olmuşuz. Timur yok etmek için geldiğinde bile kısa zamanda toparlanmışız, bu itikat birliği sayesinde. Çanakkale ve İstiklal Harbi gibi önemli sınavlardan geçmişiz. Günümüzde ise maalesef tarihteki bu yapımız değiştirilmek isteniyor. İslam âleminde çok karışık değişik fikirler at oynatıyor. Ben geçen senelerde Suriye’deydim. Orada değişik gruplar var değişik itikatlar var. Birbirlerine çok uzak insanlar, bu durum işleri daha zor hale getiriyor. Öncelikle şunu söyleyeyim İslam’da mezhep taassubu yoktur, biz bunu tarihimizde de göstermişizdir: Melikşah kudretli bir hakan olmasına rağmen Baş Veziri Ebu Ali el-Hasan et-Tusi’dir ki Nizamülmülk olmuştur ve Şafi imamlarındandır. Ülkemizde, insanımızda bin yıllık geçmişi olan itikat birliği, pratik birliği var, bu çok önemli. Irak’ta bu yok, Suriye’de bu yok, Mısır’da bu yok... Bundan dolayı da insanlar birbirlerine kaynaşmış değil, herkes birbirinin aleyhinde, bunu da İslam düşmanları istismar ediyor. İlim adamına, sen şu bahsi okuyacaksın şunu okumayacaksın denmez. İlim adamı her şeyi okur inceler, doğru bildiğini söyler.
Bayram namazına gelen bir insan bile saygıyla camide oturur, kimseyle tartışmadan namazını kılar ve sessizce gider. Ben Kahire’de bir öğle namazından sonra birbiriyle tartışan cemaat gördüm, her kafadan bir ses çıkıyor. Ülkemizde böyle karışıklık olmuyor. Ehl-i Sünnet itikadının medreselerde okutulması ve resmî ideoloji olarak Hanefi mezhebinin öğretilmesi birlik oluşumunda önemli bir faktör diye düşünüyorum.
Günümüzde televizyonlarda her kafadan bir ses çıkıyor. Mesela Mutezile fikirleri sanki Ehl-i Sünnet’in görüşüymüş gibi söyleniyor. “Bu, Mutezile mezhebinin görüşüdür. Ben de buna şu açılardan katılıyorum.” dese problem yok ama böyle söylemiyor. Bu şekilde söylese halkımız itibar etmeyecek, televizyonlar için de reyting olmayacak. Böylelikle gerçek gizleniyor. Aynı diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi dağınıklığa sebep olacak şekilde sunuluyor.
Şu konu da dikkatimi çekiyor. Televizyonlarda devamlı ilahiler, zikirler yayınlanıyor. Bir keresinde İspanya’ya gitmiştim, Elhamra Sarayı’na gittik. Endülüs Müslümanlarının yaptığı çok önemli bir eser. Bir tane Müslüman kabri yok, hepsini yok etmişler… Orada Rojel Karade’nin evine davet edildik. Kendisi, yazdığı kitaptan dolayı Yahudilerin suikastından korkuyor ve evde yok. Bundan dolayı hanımı bizi ağırladı. Eski Kurtuba’da ev almış, bir de üniversite kurmuş, beş altı öğrencisi var. Dedim ki fıkhî konuları konuşalım. Hanımefendi dedi ki, yasak… Peki, ne yapacağız? Dedi ki zikir edelim, ilahi söyleyelim. Yaşadığım olayı arz ediyorum. İspanya hükümeti sarıklı kabir taşına bile müsaade etmiyor, fıkıh sohbeti yasak ama zikir, ilahi serbest. Fıkıh, dinin özüdür temelidir. Şimdi de televizyonlarda ilahiler yayınlanıyor ama dinin özü olan fıkıhtan haber yok.
Ehl-i Sünnet alimlerinden Ahmet Davudoğlu Hocamız’ı anmak bu bakımdan çok önemli. Hocamız tarihi geleneğimize uygun olarak Ehl-i Sünnet âlimiydi, büyük bir fakih idi. Asla dinimizin hükümlerinden taviz vermezdi, itiraz ettiklerinde “olmaz be oğul” derdi. Kaya gibi Ehl-i Sünnet savunuculuğuyla çok büyük örnek olmuştur, hayatımız boyunca da biz onu örnek almışızdır. Bu nedenle de Türkiye’nin en batısı Edirne’ye sürülmüşüzdür, on dört sene sürgün hayatımız vardır. Elhamdülillah şuna şahit olduk. Selimiye Camii’nde ben on dört sene konuştum, cami doluyordu ve o gün meyhaneler kapanıyordu. Ben hocamızın izinden gidiyorum, Ehl-i Sünnet çizgisinde devam ediyorum. Dediler ki “Cumhuriyet tarihinde bu camiyi dolduran ilk adam sensin, meyhaneler bile kapanıyor… Bizim insanımız Ehl-i Sünnet mayasıyla yoğrulmuş olduğu için “Senin söylediklerin dedemin ninemin söylediklerine aynen uyuyor…” diyorlardı. Bu çok önemli, biz toplu yaşamasını bilen bir milletiz. Şimdi bizi de Irak’a Suriye’ye benzetmek istiyorlar.
Ahmet Davudoğlu Hocamız bizi güzel bir yola sevk etti. Biz de onun izinden giderek İmam Serahsi’nin 31 ciltlik fıkıh kitabı El Mebsud’u, fihrist ilave ederek bugünkü şartlara uygun bir şekilde basımını yaptırdık. Oradaki fetvalarla Ehl-i Sünnet ve Hanefi mezhebinin temelleri öğretiliyor.