Biz âlimi, âlem olarak biliriz. Peygamber Efendimiz’in ifadesiyle söyleyecek olursak “Âlimler, peygamberlerin varisleridir.” En son peygamber, Efendimiz Muhammed Mustafa’dır (sav); O’nun geride bırakmış olduğu ulema ve âlimler de peygamberlerin görev ve misyonlarını devam ettiren insanlardır. Dolayısıyla biz, bu âlim zatlarımızdan ne kadar bahsetsek de azdır. Hatta bahsetmenin ötesinde bu insanların yaşantısını, bu insanların eserlerini, mücadelelerini, davalarını çok iyi bir şekilde bilmek durumundayız. Aksi halde toplumda hiç görmek istemediğimiz hadiselerle karşı karşıya kalabiliriz. Evet, biz Müslüman bir toplumda yaşıyoruz, asırlarca bu topraklarda Ehl-i Sünnet akidesi hep temsil edilmiş, yaşatılmış. Ancak, maalesef tanıyamadığımız şekilde fikirler ve insanlarla karşılaşmak durumunda oluyoruz. Bunun yegâne sebebi, ulema dediğimiz insanların kadrinin kıymetinin yeterince bilinmemesidir; ulemaların, âlimlerin düşüncelerinin, görüşlerinin yeterince takdir edilmemesi, gündemde tutulmamasıdır; eserlerinin okunup hayata geçirilmemesidir diye düşünüyorum.
Ahmet Davudoğlu Hocamız’ın yaşantısını incelediğimiz zaman görürüz ki fikir çilesi çekmiş bir insandır. Hakikaten inanmış olduğu davanın fikrinin çilesini çekmiş, adeta bedelini ödemiş bir insandır. Biz eğer bugün ondan bahsediyorsak onun eserleri bizler tarafından halen yâd ediliyorsa ve okunuyorsa bunun temel sebebi de bu şekilde bir bedelin ödenmiş olmasıdır.
Peygamber Efendimiz’in ifadesiyle, “İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat.” (Müslim) Ahmet Davudoğlu Hocamız’ın da böyle bir ameli olduğunu burada hatırlamış olalım.
Ahmet Davudoğlu Hocamız hadis ilmine çok hizmet etmiştir. 1960’lı yıllarda, İmam Müslim Hazretlerinin “El Camiu’s Sahih” isimli eserine bir şerh çalışması yapmış ve o ölümsüz eseri halen bizim ellerimizde. Bu eserle onu biz nasıl tanıyoruz, nasıl bir âlim, hangi incelikleri var, bu eserin ne gibi özellikleri var; bunlar üzerinde durmak istiyorum. Bir kere her şeyden önce İslam dünyası, Müslüman âlemi, uydurulmuş hadislerden daha çok mevcut hadislerimizin yanlış anlaşılmasından dolayı sıkıntı çekmiştir. Dolayısıyla bizim âlemimizin yanlış anlamadan, çok daha fazla muzdarip olduğunu söyleyebiliriz. Biz dinimizin naslarını yani hem ayetleri hem de hadis-i şerifleri doğru anlamak durumundayız. Eğer doğru anlaşılmazsa, Allah korusun, bugün kimi insanlar ayetleri ortadan kaldıramıyorlar ama hadislere karşı çıkabiliyorlar. Yani sahih bir hadisi inkâr etme cüretinde bulunabiliyorlar… Bunun sebebi o hadislerin doğru bir şekilde anlaşılamamasıdır. Geçmişteki ulemamıza baktığımız zaman, Ahmet Davudoğlu Hocamız da dâhil, ulemamızın yapmış olduğu eserler hep bu noktadadır, böylesi bir maksadı gerçekleştirmek içindir. Peygamber Efendimiz’in (sav) dâr-ı bekâya irtihalinden sonra hadislerin doğru anlaşılması için garîbu’l-hadis eserleri çıkmış ve bu ilim dalı haline getirilmiş. Muhtelifü’l-hadîs ilmi gerçekleştirilmiş, yani hadislerin içerisinde görünüşte birbiriyle çelişkili gibi olan hadisler varsa bunların nasıl anlaşılması gerektiği noktasında faydalı olan bir ilim dalı geliştirilmiş. Dolayısıyla hadis-i şeriflerin ve dinin naslarının doğru anlaşılması bizim için elzemdir. Bunu açıklayacak olan halk olarak bizler değiliz, âlim olan insanlardır. Bir hadis söz konusu olduğunda biz o hadis hakkında yorum yapmaya kalkışmamalıyız. Ömrünü ilme adamış bir âlimin o hadisle ilgili nasıl bir kanaate sahip olduğunu araştırmak bizim görevimizdir. Biz hemen bir hadisle ilgili yorum yapmaya ya da bir hadisle ilgili ahkâm kesmeye ya da fetva vermeye kalkışmamak durumundayız. Dolayısıyla her şeyden önce Ahmet Davudoğlu Hocamız’ın böylesi bir eseri bize böyle güzel bir yol açmış olmaktadır. Yani biz bu esere başvurarak hadisler hakkında nasıl bir kanaate sahip olmamız gerektiğini anlayabiliyoruz.
Ahmet Davudoğlu Hocamız’ın, Ehl-i Sünnet’i aslında bir mezhep olarak değil, İslam’ın sahih ve sağlam bir şekilde yaşanması adına ortaya çıkmış olan bir yol olarak gördüğünü anlıyor ve âlimlerden istifade ederken de bunu daha çok ön plana çıkardığını görüyoruz. Kimi zaman bidat fırkalara çok tesirli cevaplar verdiğini de bu eserde görebiliyoruz.
Ahmet Davudoğlu Hocamız hem hadis hem de sünnet kültürüne hizmet etmiş bir insandır. Özellikle Selef-i Sâlihîn’e göstermiş olduğu saygısı ve kadirşinaslığı vurgulanması gereken bir husustur. Hususen Hanefi ulemasının görüşlerine daha çok müracaat ettiğini de ifade edebiliriz. Hâsılı; yaşantısı, fikirlerinin çilesini çekmiş olması ve ilme adanmış bir ömrü ile o bir peygamber varisiydi.
Son sözlerimi, onun Müslim tercümesinin önsözüne yazmış olduğu sözlerle bitirmek istiyorum. Şöyle niyaz ediyor: “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir. Benim bu işten maksadım rıza-i İlahi ile Peygamber’in (sav) şefaatidir. Bu naçiz eserin bunlara vesile olmasını niyaz ederim. Cenab-ı Hak beni ve bilcümle din kardeşlerimi tevfikat-ı Samedaniyesine mazhar buyursun. Amin.”