İslam düşünce geleneğinde hikmet kavramının çok boyutlu bir yapısı olduğunu görüyoruz. Özellikle aklın dengeli kullanımı ile hikmet arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? İfrat ve tefrit noktalarından uzak, dengeli bir aklın hikmete ulaşmadaki rolünü açıklar mısınız?
Öncelikle “Hikmet” kavramını gündeme aldığınız için hem size hem dergi yönetimine teşekkür ediyorum.
Sorunuza gelince, evet, “Hikmet” kavramı İslam düşünce geleneğinde anahtar bir kavram olarak kullanılmıştır. İslam filozofları, mutasavvıflar, kelamcılar, fakihler, muhaddisler ve müfessirler mezkûr kavramı yoğun bir şekilde ve farklı anlamlarda kullanmışlardır. Özellikle ahlak âlimleri hikmeti akıl kuvvetinin denge durumunda ortaya çıkan fazilet anlamında kullanmışlardır. Biz de kitabımızda bu noktaya odaklandık ve İslam ahlak âlimlerimizin bu yaklaşımlarını hadislerle karşılaştırdık.
Aklın dengeli kullanımı ile hikmet arasındaki ilişkiye gelince, İslam ahlak âlimleri malum olduğu üzere bütün fazilet ve erdemleri dört ana başlık altında toplamışlardır. Onlara göre insanlarda bulunan akıl kuvvetinin dengesinde hikmet, şehvet kuvvetinin dengesinde iffet, öfke kuvvetinin dengesinde şecaat, bu üç kuvvetin birlikte dengesiyle adalet meydana gelmektedir. Dikkat edilecek olursa hikmet erdemi, akıl kuvvetiyle birlikte zikredilmiştir. Çünkü hikmetin ortaya çıkmasında aklın önemli bir işlevi vardır. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken önemli nokta, aklın tek başına yeterli olmamasıdır. Âlimlerimizin de ifade ettiği gibi aklın ifrat ve tefrit noktalarında ahlaki hastalıklar ortaya çıktığı gibi akıl kuvveti, öfke ve şehvetin etkisinde kalırsa yanlış yerlerde kullanılır ve fayda yerine zarar verir.
Râgıb el-İsfahânî hikmeti, akıl ve ilimle eşyanın hakikatine ulaşmak olarak tarif etmiştir. Şimdi bu tanımda vurgulanan şeyler akıl, ilim ve eşyanın hakikatidir. Akıl, Allah Teâlâ’nın insana verdiği en önemli cevherlerden bir tanesi ve çok büyük bir potansiyele sahip...
Yazının tamamını dergimizden okuyabilirsiniz.