Kevser Suresi Tefsiri, Efendimiz’in Soyu ‘Ehl-i Beyt’

Kevser sûresi Mekke’de inmiştir ve üç ayettir. Mekke’de inen sûrelere Mekkî, Medine’de inen sûrelere Medenî denir. Bu sûrenin münasebeti, Cenab-ı Allah cimrileri zemmederken Rasûlü’ne sahavet yani cömertlik emretmiştir. Bu cömertlik, özellikle insanların yanında kıymetli olan şeylerle belli oluyor. Onun için Cenab-ı Allah Rasûlü’ne deve kesmeyi emretmiştir. Çünkü deve, o zamanın en kıymetli hayvanıydı. Allah (cc) şöyle buyurmuştur:  

1 . Ayet “İnnâ a’taynâke’l-kevser”  innâ: muhakkak ki biz  a’taynâke: biz sana verdik  el kevsere: Kevser’i. Meali: “Muhakkak ki biz sana kevseri verdik” Ben sana Kevser’i verdim (Kevser; çok hayır anlamına gelir). Yani “Ya Muhammed! Ben sana çok hayırlar verdim.” (Bu hayırlar, dünya ve ahiret hayrını içeren, nübüvvet şerefi, amme riyaseti, dünya ve ahiret saadeti gibi. Bazıları dedi ki: “Kevser Cennet’te bir nehirdir. Öyle bir nehir ki baldan daha tatlı, sütten daha beyaz, buzdan daha soğuk ve kaymaktan daha yumuşak. Nehrin bir tarafı inci, diğer tarafı züberdeç taşındandır. Nehrin bardakları gümüştendir, sayıları da gökyüzündeki yıldızlar kadardır. Bu sudan içen ebediyen susamayacak. Bu nehre ilk önce Muhacirlerin fakirleri varacaklar. Onlar ki elbiseleri hicretten dolayı kirli, saçları karışık, hiç evlenmemiş ve hiçbir melikin kapısı onlara açılmamış. Çünkü bunlar gizli kalmıştılar, tanınmamıştılar. İhtiyaç sahibi oldukları, onlardan biri ölünce göğüslerinden belli oluyordu.” İbni Abbas, Kevser’i “çok hayır” anlamında tefsir etmiştir. Ona denildi ki, “Sen Kevser’i, çok hayır anlamında tefsir ediyorsun. Fakat bazıları, 'Kevser Cennet’te bir nehirdir' diyor.” İbni Abbas dedi ki; “O nehir de o çok hayırdan biridir.” Denildi ki; Kevser, Hz. Peygamberin çok evladı, etbaı, ümmetinin âlimlerinin çok oluşu veya dünya ve ahiret hayrını içeren Kur’an’dır. Peygamber Efendimiz (sav) buyurdu ki; “Ya Rabbi! İbrahim’i Halil’in; Musa’yı, Kelim’in kıldın. Peki beni neyle has ettin?” O zaman Duha sûresinin 6. ayeti nazil oldu: “Elem yecidke yetîmen feâvâ” Meali: “Seni yetim bulup da barındırmadı mı?” Yani, sen yetimken dedene teslim ettik, sonra amcan Ebu Talib’e teslim ettik. Rivayet olundu ki, Rasûlullah altı aylık cenin iken (yani annesi O’na 6 aylık hamile iken ) babası vefat etti. Altı yaşında iken annesi vefat etti ve ondan sonra dedesi O’nu himayesine aldı. 2 yıl dedesinin yanında kaldı. 8 yaşında iken dedesi vefat etti. Sonra amcası Ebu Talip O’nu himayesine aldı ve O’na hakkıyla baktı. İşte ayette geçen (âvâ) yani barındırması budur. Kuşeyri dedi ki: Ayette geçen (âvâ)’nın anlamı, “Allah (cc) O’nu himayesine aldı ve lütfunun inayetiyle onu besledi. Yetim kalmanın hikmeti Cenab-ı Allah kendisinden başka hiç kimsenin O’nun üzerinde minneti olmasın istedi.” Denildi ki; Araplar, birisinin misli olmayana “dürretün yetimetün” diyorlar. Buradaki yetimin anlamı benzeri olmayandır. Yani, “Ya Muhammed! Senin üstünlüklerinde, şerefinde hiçbir benzerin yoktur; ben seni himayeme aldım.” demektir. Rasûlullah bununla iktifa etmedi. Bu ayetten sonra Kevser ayeti nazil oldu, ama bununla da yetinmedi. (Yetinmemek O’nun hakkıdır. Çünkü Cenab-ı Allah’ın nimetleri çoktur. Bir nimetiyle yetinmek diğer nimetlerden mahrum kalmayı kabullenmektir ve bir halde kalmak o verilecek fazla nimetleri kesmek demektir.) Bunun üzerine Cebrail (as) indi ve Rasûlullah’a dedi ki: “Allah sana selam ediyor ve sana diyor ki, İbrahim’i Halil’im, Musa’yı Kelim’im, seni de Habib’im kıldım. Habib’i, Halil ve Kelim’den üstün tuttum.” Bundan sonra Rasûllullah durdu ve artık iktifat etti yani yetindi.

2. Ayet “Fesalli lirabbike venhar” fe: artık, o halde  salli: namaz kıl lirabbike: Rabbin için venhar: ve kurban kes 

Meali: “O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” (Fesalli’nin) başındaki “Fe” sonraki cümleyi önceki cümleye bağlamak içindir. Yani, “Önceki zikredilen nimetlere ve mükafatlara karşı namaz kıl, deve kes.” anlamındaki ayet nazil oldu. Buraya kadar zikredilen, Allah’ın peygambere verdiği o nimetler hiç kimseye verilmedi ve verilmeyecektir. İşte bu nimetler bu emri gerektirir. (Cenab-ı Allah’ın, sana verdiği büyük nimetlere karşı namaza devam et ve deve kes.) Arapların en seçkin mallarından olan (deve kes) ve muhtaçlara dağıt… Çünkü o zamanda Araplar deve kesmiyor ve fakirlere de dağıtmıyor; yararlanmalarından mahrum bırakıyorlardı. Atiye diyor ki: Namazdan maksat cemaatle sabah namazı kılmaktır. Venhar (kesmek) ise Mina’da kurban kesmektir. Bazıları dediler ki: Namazdan maksat bayram namazıdır. “Venhar” da kurbandır. Bazıları dediler ki: Namazdan maksat herhangi bir namazdır. “Venhar” ise namazda sağ eli sol el üzerine göğüs altına koymaktır. Denildi ki; “Venhar” elini tekbirde göğsüne kadar kaldırmaktır. İbni Abbas diyor ki: “Nahr” namazda göğsünle kıbleye dön demektir. Fera ve Kelebi de öyle demişlerdir.

3. Ayet “İnne şânieke huve’l-ebter” inne: muhakkak  şânieke: sana buğzetti huve: o el ebteru: ebter, soyu kesik

  Meali: “Şüphesiz ki asıl soyu kesik olan, sana buğuz edendir.” Yani “Ya Muhammed! Senden yüzçeviren kim olursa olsun işte zürriyetsiz odur. Ancak, senin zürriyetin, şanın ve o üstün eserlerin kıyamete kadar kalacaktır. Çünkü senin soyun devam edecek, ümmetin de devam edecek. Minberlerin üzerinde zikrin, âlimlerin lisanı üzerinde anılman kıyamete kadar devam edecektir.” demektedir. Minberler üzerinde her âlim Allah’ı zikredecek ve seni övecektir. Ahirette de senin için açıklanması mümkün olmayan nimetler vardır. Ya Muhammed, senin gibisine “ebter” denilmez. Gerçek ebter, dünya ve ahirette ismi unutulandır. Denildi ki; (huve’l-ebter) ayeti, As bin Vail hakkında nazil oldu. Peygamber Efendimiz’in oğlu Abdullah vefat edince As b. Vail, Hz. Peygamber’e “ebter” dedi. As b. Vail bir gün Hz. Peygamber’le karşılaşınca kendisine, “Kiminle karşılaştın.” diye sordular. O da “Ebterle karşılaştım.” dedi. Bunun üzerine Kureyşliler de Hz. Peygamber’e “ebter” dediler. Allah’ın laneti üzerine olsun. Kâb b. Eşref Mekke’ye gelince Kureyşliler Peygamberimiz’i O’na tanıtıyorlardı ve diyorlardı ki; “Biz şikâyet ehliyiz, biz Kabe ehliyiz, sen de Medinelilerin büyüğüsün. Biz mi iyiyiz, yoksa bu topluluktan kopan yalnız ve zürriyetsiz mi iyidir?” Kâb dedi ki: “Elbette siz iyisiniz.” Sonra Kâb b. Eşref hakkında Nisa sûresinin 51. ayet-i kerimesi indi. Mealen: “Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar ‘cibt’e ve ‘tâğut’a inanıyorlar. İnkar edenler için de ‘Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadır’ diyorlar.” Kureyşliler hakkında da (huve’l-ebter) ayeti indi. Bu sûre bize şunu işaret ediyor: Ey Peygamber’den sonra gelenler! Siz de O’nun ahlakıyla ahlaklanın ve O’nun izinde yürüyün. Size de Allah o hayırlardan versin. Allah’a namaz kılın, heva ve nefsinizi kesin. Sizlere darılanlar zürriyetsizdirler, ama sizin zikriniz daimidir. Sizin hayatınız kesilmez, çünkü takva ehlinin hayatından sonra yokluk kalkar. Allah’ın salât ve selâmı Peygamber Efendimiz’in üzerine olsun. Allah’a emanet olun...