Değer Vermek Kendini Görmekle Başlar

Değer dediğimiz kavram, günlük hayatın her aşamasında kendisine kıymet atfettiğimiz, anlam yüklediğimiz, beğenerek takdir ettiğimiz ve sonucunu da olumlu veya olumsuz bir şekilde davranışlarımıza yansıttığımız tercihlerimizin bir tezahürü değil midir?

Gündelik hayatta biz, değeri iki şekilde görmekteyiz. Bunlardan en çok ileri çıkanı rasyonel değerdir. Yani bir şeyin maddi değeri, tüketimlerimiz ve aldığımız hizmet karşılığında ödediğimiz mali bedel. Bir de manevi değer var. İşte bunun bedeli ölçülemez, zira subjektif bir değerdir. Kimimiz için değerli olan bir husus, bir diğerimiz için hiç anlam ifade etmeyebilir. Bir ressamın tablosuna çoğumuz dönüp bakmaya biliriz, lakin bir başkası ona milyon dolarlar ödeyebilir. Kimi zaman da birisinin sevdiği, bir başkasının nefret ettiği olabiliyor…

Öyleyse manevi değerlerimizin ölçüsünü biz, inanç değerlerimizde, adalet ve insaf duygumuzda aramalıyız. Bu işin diğer bir kısmı da bilmekten geçmiyor mu, ne dersiniz? Bilmeyenin takdir edemeyeceği ve değer veremeyeceği gün gibi açık bir gerçektir! Diğer bir kısmı ise ilgi ve sevgiden geçer. Bir konuda sevginiz yoksa ve ilgi alanınıza girmiyorsa, insana ve insanın yaptıklarına verilecek değer nasıl ortaya çıkacaktır? Âmâ gözlere değeri nasıl öğretip takdir ettirebileceksiniz ki?

Biz, değerin yansımalarını da iki alanda pratikleştiriyoruz. Biri bizim değer verdiklerimiz, bir  diğeri de bize verilen değerle ilgili boyuttur. Sevdiklerimiz bizim için değerlidir. O zaman onlarla ilgili olan her konu, küçük bile olsa bizler için tam aksine, bir o kadar büyük önem kazanıyor. Sevdiğimiz kişi veya idealler için yapılan her gayret, anlamlı, değerli ve takdire şayan oluyor. 

Mesela Feyz Dergisi’nde görev yapan arkadaşlarımızın hepsi de çok şerefli ve kaliteli bir hizmet yürütüyorlar. Zamanlarından, imkânlarından ve rahatlarından fedakârlık ederek Allah davasını kapı kapı, cadde cadde gezerek yaymaya çalışıyorlar. İnsanlık adına bir kişiye daha ulaşabilmek ve İslam’ın temel ölçülerini onlara ulaştırabilmek adına yoğun çaba harcıyorlar. Kısacası hizmet etmek istiyor, düşünüyor, üretiyor, emek veriyorlar. Bu, bir değer göstergesi değil midir? Demek ki müminler seviliyor ve din kardeşliği sevgiye değer bulunuyor… Örnekleri çoğaltmak tabi ki mümkündür. Ancak esas olan, hizmet yürütenler kadar hizmet alanların da bunu görmesi gerektiği değil midir? Elbette hizmet edenler, insanlar bizi görsün ve takdir etsinler diye değil, bizzat Allah’ın rızasına layık olabilmek için bu yoğun çalışma temposunun içerisindedirler. Zor zamanda zor işleri yapmaya, bizzat gönüllü talip olmaktadırlar... 

Evet, her türlü çalışmanın ve hizmetin görülmesi, biraz da insanların değer-takdir duygusu veya ölçüsü ile doğrudan orantılı olmaktadır. Yaptıklarımız karşısında takdir edilmemiz, anlaşılmamız ve bizim adımıza ortaya konulan her bir fedakârlık, değerli görüldüğümüzün de bir ispatıdır. Aldığımız bir hediye, bize yaşatılan her bir güzellik, ayrı ayrı değerlidir ve beğeniye layıktır… 

Gündelik hayatta da düşünmek-düşünülmemek, anlamak-anlaşılmamak, görmek-görmezden gelinmek vb. hepsi de bizim yüklediğimiz ya da bize yüklenen değer kadar, olumlu ya da olumsuz olarak tepkisini buluyor. Kısacası, yapılan herşeyin değer olarak bir karşılığı bulunmakta. Mesela, bir yazının hazırlanması çokları için anlamsız ise de yazan ve yazının kıymetini bilen için çok önemlidir. Elinizdeki derginin sayısından belki de birçoğunun haberi yokken, bu sayının hazırlanmasında emek harcayanlar ve okurlar için her bir harfi büyük değerler taşımaktadır. 

Mademki böyledir, o zaman ortaya konulan çalışmalar ve sizin için yapılan hizmetler, sırf eleştiri olsun diye eleştirilmemeli. İyi veya kötü yapılan her türlü çalışmanın, bir emeğin ürünü olduğu hatırdan çıkartılmamalı. Özel ve genel tüm sahalarda, daha iyisi olsun diye yapılan eleştirileri makul görebiliriz. Lakin sırf menfilikten, sırf haset ve kıskançlıktan, sırf karalamak için ve laf olsun diye söz söylemek adına ortaya konulan bir değersizleştirmeyi kabullenmek imkânsızdır.

Aslında kendine değer vermeyen insanların işidir böylesi yaklaşımlar. Kendine değer vermesini bilmeyenler, bir bakıma kendini değersizleştirmiş olan insanlardır. Kişi kendi gözünde kendisini küçük ve değersiz görüyorsa hangi değerli şey onun için değer anlamı kazanabilir ki? Siz, dünyanın tüm harikalarını onlara sunsanız da bir kıymetinin olmayacağı ortadır. Çünkü o kendi değersizliğinin farkındadır! Bu yüzden herşeye de değersiz bakacaktır. İnsanın kendini değersiz görmesinin sebebi ise yaptığı hatalar, sevgisiz yetişme, komplekslilik, zillet ve yetişirken de yetişkinken de kendine değer verilmemiş olmasıdır. 

Halbuki Allah (cc) kullarına değer vermekte, bizleri muhatap almakta ve imtihana tabi tutmaktadır. Cennet ve Cehennem’i bizler için yaratmaktadır. Çünkü kullarına değer vermekte, meleklerden üstün düzeye çıkabilecek meziyetlerle donatmaktadır. 

Tevbe ve dua kapısı bizim için açılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de, “(Ey Muhammed!) De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!...” (Furkan, 25/77) ihtarı ile bizleri bu konuda uyarmaktadır. Allah bize değer veriyor, yeter ki ona yönelelim ve değerli olduğumuzun farkında olalım!

Evet, Allah (cc) bize öyle kıymetli nimetler vermiş ki onların hepsini fark edip saymaya takat yetiremiyoruz. Kıymet bilmek sadece anlamakla da olmuyor elbette. Nimetlere karşı bir şükran ifadesi olarak salih amel işlemek gerektiği, bizzat Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde bizlere hatırlatılmakta. Sevgili Peygamberimiz (sav) mübarek sözlerinde; “Beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bil: İhtiyarlıktan önce gençliğin, hastalıktan önce sağlığın, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin ve ölümden önce hayatın kıymetini bil!” (Ebu Nuaym) buyurarak bize ikram edilen her güzelliğin fark edilmesini, takdir edilmesini istiyor ve zamanı geçmeden gereği gibi kullanılmasının önemine dikkat çekiyor. 

İşte bu nimetlerin her birisi,  bize verilen değerin bir göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Öyleyse bu noktada kula düşen nedir derseniz; bize verilmiş olan bu değerliliğin hem zahiri hem de batıni manada kıymetini bilmek, nimeti vereni şükür ve zikirle anıp kul olarak gerekenleri yapmaktır. Bu da değer-takdir ahlakımızın bir ölçüsü olarak duruşumuzu ele verecektir.

Keşke, düşünmeden kaybettiğimiz nice maddi, manevi ve duygusal değerlerin farkında olabilseydik!

Keşke, farklı düşünmeyi öğrenebilseydik. Keşke, empati yapmayı, karşıya geçip bakabilmeyi ve bencilliklerden kurtulmayı başarabilseydik.

O zaman böyle mi olurdu dünyanın hali?