Feyz: Düzenlemiş olduğunuz Helal Gıda Fuarı’na odukça büyük ilgi vardı. Siz, helal gıda sertifikası da veriyorsunuz. Bu konuda şahsınız ve çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?
GİMDES derneğinin baş denetçisi, hanımlar komisyonu başkanıyım. Kendi mesleğim gıda mühendisliği ve yaklâşık bir yıldır Gimdes’le birlikteyim. Bizler denetçi eğitimleri aldık. Şu ana kadar Gimdes olarak üç kez denetçi eğitimi gerçekleştirdik ve önümüzdeki haftalarda da dördüncü denetçi eğitimimizi gerçekleştireceğiz. Denetçi eğitimlerine katılan ziraatçılar, gıda mühendisleri, kimyagerler, biyologlar ve birçok meslek dalından teknik elemanlar beş günlük bir eğitime tabi tutuluyor. Bu eğitim içerisinde fıkıh eğitimi, standartlar, denetime gidildiğinde nelere dikkat edileceği gibi birçok konuda bilgi veriliyor ve eğitimin sonunda bir sınav yapılıyor. Bu sınavı geçen arkadaşlarımız stajyer denetçi sıfatını alıyorlar ve baş denetçi arkadaşlarımızla birlikte beş kez denetime çıkıyorlar. Bu denetimlerde başarı gösterirlerse kendilerini baş denetçi konumuna getiriyoruz.
Feyz: Bu zamanda Müslümanların belirli bir hayat standardının olması gerekir, özellikle gıda sektöründe… Bir firmanın ürünlerine Helal sertifikası vermek için hangi işlemleri yapıyorsunuz? Bir Müslüman için doğumundan ölümüne kadar HELAL dairesi içerisinde yaşamak en önemli hedeftir. Bu hedefinin en önemli halkası ise HELAL lokmadır. Boğazından geçecek her lokmanın hesabını Allah’a vermek zorundadır. Bu sebeple bir Müslüman’ın yediği içtiği her lokmanın mutlaka HELAL olması şarttır. Maddi ve manevi hayatının sağlıklı ve feyzli devam edebilmesinin en önemli güvencesi de HELAL lokmadır. Biz asla, firmalara gidip “Biz size Helal sertifikası verelim.” demiyoruz. Burada firmaların kendilerinin Helal sertifikası almaya karar vermiş olması gerekir. Çünkü bu uzun süreçte kendilerinin düzeltmeleri gereken durumlar oluyor, bazı değişiklikler yapmaları gerekiyor. Bunu kabullenip halledebileceklerine, bunu başarabileceklerine inandıkları zaman başvurularını yapıyorlar. Başvurularında bize ne ürettiklerini, hangi ürünlerine sertifika almak istediklerini, ham maddelerinin ne olduğunu anlatıyorlar ve biz o ham maddelerin içeriklerini kontrol ediyoruz. Bu amaçla “Şu ham maddenize Helal sertifikası almanız lazım, şu maddelerin analizleri gerekiyor.” gibi bir ön çalışma yapıyoruz. Bu arada da danışman arkadaşlarımız helal güvence sistemi için onlara yardımcı oluyor. Yani sertifika verdikten sonraki sürecin, sertifika kapsamı boyunca doğru bir şekilde ilerlemesini sağlayacak, sistemi kontrol edebileceğimiz bir düzen oluyor. Bunlar oluşturulduktan sonra denetime çıkılıyor. Denetimde arkadaşlarımız belge denetimi ve saha denetimi olmak üzere iki ayrı işlem yapıyorlar ve rapor hazırlanıyor. Bu raporlar Gimdes derneğindeki bilim kurulu ve politika kurulu heyetlerine iletiliyor ve burada ortak bir karar alınıyor. Olumlu veya olumsuz olan bu kararı firmaya sunuyoruz. Eğer olumluysa bir senelik GİMDES imzalı sertifikaları veriliyor. İlk sene için bir yıllık sertifika veriliyor. Bu tanışma sürecinde iki taraf da birbirinden memnun olursa bir senenin sonunda, iki sene olmak üzere süreyi uzatıyoruz. Daha sonra, eğer olumsuz bir durum varsa bunu düzeltmeleri için ne yapmaları gerektiğini de içeren bir raporla firmaya bildirim yapıyoruz. İlk insan ve ilk peygamberimiz olan Hz. Âdem ve eşi Havva anamızın, Allah tarafından kendilerine yasaklanmış ağacın meyvesini, şeytanın aldatması sonucu yemeleri, onların imtihanı kaybetmelerine ve Cennet’ten çıkartılmalarına neden olduğu gerçeğini düşündüğümüz zaman, helal lokmanın bütün insanlar için ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Yüce Allah (cc), birçok ayet-i kerimede hem insanlığa hem iman edenlere ve hem de bütün peygamberlere seslenmiş, onların helal, hoş, sağlıklı ve temiz gıdaları tüketmeleri ve pis, zararlı, çirkin ve haram olan herşeyden uzaklaşmalarını emretmiştir “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin; eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’na şükredin.” (Bakara, 2/172)
Feyz: Hangi sektörlere bu sertifikayı veriyorsunuz?
Bizim sağlığımızı etkileyecek bütün sektörlere diyebiliriz. Helal, sağlıklı olandır. Çünkü Allah’ın bize yasakladığı maddeler, vücudumuz için zararlı olan maddelerdir. O yüzden bir ürüne Helal sertifikası verdiğiniz zaman bunun kanserojen içermeyeceğini veyahut da standartta belirtilen şekilde olduğunu anlamak gerekiyor. Şöyle örnek vereyim: Salam ve sosislerde nitrit, nitrat denilen bir madde vardır. Bu, özellikle salam sosis teknolojisinde, pembemsi et teknolojisinde kullanılması gereken bir üründür -o ürünleri pişirdiğinizde bile kırmızılığını kaybetmez sadece rengi koyulaşır işte onu sağlayan katkı maddesidir- ve baktığınızda kanserojen etkisi vardır. Kullanılan kimyasal ürünlerin sağlığa zarar vermemesi için kullanımda belirli dozajları var ki bu çok önemli. Siz bu oranın üzerine çıkarsanız insan sağlığına zarar verir. İnsanlarda ortaya çıkan gıda hastalıklarının yüzde 75’i herhangi bir hayvandan ya da hayvansal üründen bulaşan patojenlerden kaynaklanmaktadır. Bu üretimin denetimini yapmazsanız, bilinçsiz kişiler tarafından çok yüksek miktarda da kullanılır. İlaç gibi düşünün. İlacı dozunda içerseniz size sağlık verir, çok içerseniz sizi öldürür. Bu kanserojen maddeler vb. için de böyledir. Eğer vücudunuza düşük miktarlarda alıyorsanız belki hiçbir etkisi olmayacaktır ve vücudunuz bunu atmakta zorlanmayacaktır. Ancak, bu maddeleri vücudunuza sürekli alıyorsanız ve yüksek oranlarda alıyorsanız hâliyle bünyede büyük zararlara yol açacaktır. Bu durum sizde, başka bir insanda gösterdiğinden çok daha hızlı etki gösterip kansere yol açabilir. Biz bunlara hep dikkat ediyoruz. Yani sadece domuz eti hassasiyeti değil. Özellikle katkı maddelerine dikkat ediyoruz. Çünkü kanserojenlik, katkı maddelerinde çok fazla söz konusu oluyor. Dolayısıyla bu konuda da derin araştırmalar yapıyoruz.
Feyz: İnsanların tüketmiş olduğu gıda ürünleri içerisinde çok kullanılan ve tüketicilerin muhtevasını merak ettiği maddeler var. Bunlardan birisi de gıda sektöründe kullanılan jelatin maddesi. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Jelatin, normalde protein yapısında olan bir maddedir. Annelerimiz kemiğin suyunu kaynatır ve çocukların kemik iliği gelişsin mantığıyla hepimize yedirirdi. Jelatin tamamen hayvansal kaynaklı bir maddedir ve endüstriyel bazda, hayvanların kemiklerinden ve derilerinden elde edilir. Önemli olan jelatinin nereden elde edildiğidir. Jelatin, eğer helal hayvanların kemiklerinden elde ediliyorsa bu helaldir. Fakat jelatinde şöyle bir sıkıntı var: Türkiye’de jelatin üreten bir fabrika şu anda yok, fakat kurulum aşamasında olanlar var. Dolayısıyla bu ürün yurt dışından getiriliyor: Arjantin’den, Almanya’dan... Biz Müslüman bir ülke olarak böylesine çok fazla tüketilen bir maddeyi neden üretmeyelim? Bizim çalışmalarımız neticesinde bu konular Türkiye’nin gündemine gelmiş ve insanımızı müspet arayışlara sevk etmiştir. Bizim, halkımıza şüphe salmak gibi bir derdimizin olmadığını da açıkça söylemek isterim. Tam tersine bizim derdimiz, Allah’ın helal ve temiz kıldığı besinlerin insanımız tarafından tüketilmesi, bu konuda insanımızı bilinçlendirmek ve insanımızın gönül rahatlığıyla beslenmesi için, oluşabilecek şüpheleri ortadan kaldırmaktır.
Feyz: Yurt dışından ithal edilen birçok ürün var. Bu konuda neler yapıyorsunuz?
GİMDES’in yurt dışında akreditasyonu olduğu birçok kurum var. Oradan kardeş derneklerimize, kurumlarımıza yazı yazıyoruz. Çünkü bizim karşımıza farklı ürünler de çıkıyor, jelatinli ürünlere sertifika vermiyoruz açıkçası. “Durumu nedir? Bir gidin denetleyin.” diyoruz, onlar da bizim adımıza denetliyorlar. Ürünün üzerindeki etikete “Domuz ve domuzdan gelen ürün yoktur.” yazabiliyorsunuz, ama kullandığınız ürünün ham maddesinin kaynağının ne olduğunu araştırmıyorsunuz. Üretici firmalar buna dikkat etmek zorunda. Çünkü tüketici bilinçleniyor.
Feyz: Türkiye’de helal gıda denildiği zaman biraz yadırganıyor ve pek dikkate alınmıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de, çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede yaşadığımız için böyle bir yaptırıma ihtiyaç yokmuş gibi görülüyor. Biz zaten Müslümanız diyorlar, ama işin içine para girdiğinde işler değişiyor. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının son yaptığı araştırmayı biliyorsunuz. Hastalıklı etleri insanımıza nasıl yedirdiler!.. Biz, helal lokma konusunda hiçbir zaman taviz veremeyiz. Bu, hem bizi hem de yeni nesilleri etkileyecek bir durum. Ayrıca lokmalarımızın da hesabını vereceğiz. İşte biz, o lokmaları üreten kişilere güvenmek istiyoruz.
Feyz: Büyük firmalar var…
Ben size bir olay anlatayım, bölge ve isim vermeyeceğim. Gıda mühendisi bir arkadaşım bir otelde çalışıyordu. Bize de derneğe sürekli gıda ihbar raporları gelir ki bir tane gıda raporu kitabımız var, onda da bu ihbar notlarından birini yayınladık. Yeni gelenlerden biri şöyle: “Artık dayanamıyorum! Bunu paylaşmam lazım, en güvenilir sizi gördüm, bir şeyler yapın.” diyor. Firmalar, turistlik otellerin çevrelerindeki yakın otellerden birer oda kiralıyor ve bu odaların içine dondurucular yerleştirip domuz etlerini o donduruculara yerleştiriyorlar. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığından veya denetime gelindiğinde üretim alanında domuz eti göremiyorsunuz; çünkü başka bir otelin odasındaki derin dondurucuda yatıyor. Bu ürünler geceleyin saat üç dört gibi çöp konteynırlarıyla getiriliyor ve pişirilip mutfağa sürülüyor. Bu ürünlerin karkaslı olmasına veya kemiksiz olmasına göre fiyatı değişiyor. Ee, siz kilosunu otuz liraya alırken oteller bu ürünleri dört liraya alıyorlar; büyük oteller yapıyor bunu.< Durum böyle. O kadar sıkıntılı noktalar var ki insanlar et yemeyince helallik konusu tamam sanıyor. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın yaptığı araştırmada yirmi sekiz üründe jelatin çıktı, yirmi sekiz markada. İşte biz o jelatinlerin sağlıklı olmasını ve çocuklarımıza güvenle yedirmeyi istiyoruz. Bazıları da kızıyor bize. Bize değil, helali haramı bilmeyen, dikkat etmeyen üreticiye kızın ve onu zorlayın, helal jelatin alması için. Hatta “Seni boykot ederim, şayet senin ürünlerinde haram çıktığını duyarsam.” deyin… Şimdi de koruyucuları araştırıyoruz sağlık açısından. Helallik konusunda araştırmalarımız hâlâ devam ediyor. İnanın her gün yeni bir üretim teknolojisi çıkıyor, alkol de var işin içinde. Biliyorsunuz, koruyucuların çoğundaki sıkıntı, kanserojen etkilerinin oluşudur. Fakat şunu da söyleyelim ki katkı maddeleri kötüdür demeyelim, bu çok yanlış bir şey. Çünkü insanlar katkı maddesinin tanımını bilmiyorlar. Müslüman olarak bizim cebimizdeki paranın da doğru harcanması gerektiğine inanıyorum. Katkı maddesi kötü diye bir şey yok. Baktığınızda, tuz da bir katkı maddesidir. Yani, siz yemeğinizi yaparken baharat koyarsınız; o baharat da bir katkı maddesidir. Önemli olan onun ayrımını doğru yapmak. Hadi, bu katkısız, buna bir dünya para verelim demek sağlıklı ürün yedim, helal ürün yedim anlamına gelmiyor.
Feyz: Kullandığımız kimyasal içerikli kozmetik ürünler var. Bu konuda ne dersiniz?
Kimyasalların da elde edilme yöntemleri var. Elde edilmelerinde alkol vs. kullanılmadığı kısmı var. Bir de vücuttaki etkisi, sağlık yönü var. Bazılarının vücutta kanserojen etkisi var. Bazen de kimyasal olan maddeler vücutta bir sıkıntı yapmıyor veya şu an araştırılanlarda bir sorun yok. Fakat Mono Sodyum Glutamat denilen bir katkı maddesi var. “Çin restoranı sendromu” diye bir hastalık yapar, tat algınızla ilgilidir, et ve et ürünlerinde kullanılır. Bazı hazır çorbaların, et bulyonların arkasını döndürün bakın, msg diye yazar. Msg, yani Mono Sodyum Glutamat. Benim tezimdi bu konu. Sağlıkla ilgili yapılan o kadar çok araştırmalar var ki ama hâlâ bir sonuç alınamamış. Öyle ki nörolojik hastalıklardan tutun da hormonsal birçok rahatsızlığa, çocuklarda ciddi rahatsızlıklara yol açması, sinir bozukluğu, asabiyet, uykusuzluk, tat almanızda sıkıntı yapması gibi birçok zararı var. Fakat bunlar göz ardı ediliyor. Neden? Çünkü çalışmalar hâlâ devam ediyor, deniliyor. Sonuçlandırılmıyor ya da sonuçlansa da açıklanmıyor. Kanserojen etkisi olduğu belli. Avrupa’da da kullanımları ya çok aza indirilmiş ya da yasaklanmış, ama biz hâlâ kullanıyoruz.
Feyz: Halkımızın bir bilim adamı gibi herşeyden şüphelenmesi gerekmez. Çünkü vesvese ve dedikodularla amel edilmez. Haram olduğu kesin olmayan ürünleri tabi ki kullanacağız. Ama bilim adamlarının araştırmaları için şüpheci yaklaşması doğal. Bu konuda herşeyi karalamadan ve insanları paranoyak seviyesine çıkartmadan bilgilendirmek, zararlı üreticiler konusunda uyarmak gerekiyor... Bu bağlamda içeceklerin durumu hakkında bilgi verir misiniz?
Ben seminerler de veriyorum. Bizim bir görevimiz de halkı bilinçlendirmek. Şunları söylüyorum. İçindeki bütün ham maddelerini bırakın, karbondioksit denilen şeyi hepimiz bir şekilde öğrendik. Bizi Hz. Allah öyle yaratmış ki yediğimiz yiyeceklerin bize yaraması için havadan aldığımız oksijeni vücudumuz yakıyor, hücreler de dışarıya karbondioksit atık olarak veriyor. Solunumun temel prosesidir; vücuda oksijen girer, karbondioksit çıkar. Siz bu içeceklerle ne yapıyorsunuz? Karbondioksiti vücuda ürün olarak alıyorsunuz, nasıl bir faydası olur ki bunun? Karbondioksit gazlı içeceklerin hepsinde var. O kabarmasını, fışkırmayı sağlayan, içtiğinizde o gaz hissini veren karbondioksittir ve tüm gazlı içeceklerde vardır. Bunun A markası, B markası, C markası yok yani. Ben bir sağlıkçı değilim, sağlığa zararlı demiyorum; ama biraz önce dediğim mantığı kuruyorum. Bakın şimdi, mayalanma teknolojisi ayrı bir konudur. Yani fermantasyonu sağlayan mikro organizmalardır; çeşitli organizmalar vardır, bakteriler vs. Bunların hepsi alkol üretmez. Son ürün olarak kimi laktik asit üretir, kimi sitrik asit üretir, kimi alkol üretir. Yani bunun fermantasyon durumuna bağlı. Her mayalanan üründe alkol vardır diye bir şey söyleyemeyiz. Baktığınızda üzümü fermante edersiniz, önce alkol oluşur; alkolü fermante ederseniz, sirke oluşur. Yani ikisindeki mekanizma çok farklıdır. Bu çok teknik, bilimsel bir konudur ama yanlış bir algı var bu konuda.
Feyz: Şu anda dünyada geçerli olan Koşer sertifikası da var değil mi? ar tabi. Koşer, Musevilerin kendilerine ait olan ve çok eski zamanlara dayanan bir sertifika. Yalnız bizim farklarımız var. En büyük farkımız biz Müslümanız, onlar Musevi. Bizim, bir Musevi’nin çıkardığı sertifikaya itimad etmememiz lazım; itimad edersek ayıp bir şey. Ancak, eskiden insanlar, yurt dışında Helal sertifikası olmadan önce ona da rağbet ederlermiş; ama İslami değil. Sadece belli bir ihtisasları var diye onlara yönelmek olmaz. Koşerle Helal sertifikalarına baktığınızda çok farklılıklar da var zaten. Koşer, bizim için asla yeterli olamaz. Biz “Koşer sertifikası var, yiyelim.” dersek yanlışa düşeriz. Bugün Koşer sertifikasının çok büyük bir pazarı var, sayıları az olmasına rağmen. Çünkü Müslümanları pazarlarına dahil etmiş durumdalar. Zamanında Müslümanlar Helal sertifika bulamadıklarında Koşer’e güvenip yiyorlarmış, Helal sertifika çıkmadan önce. Fakat biz çoğunluğu Müslüman bir ülkeyiz. 2010 yılına gelmişiz, ne Koşer’i? Koşer’i geçtik zaten. Fakat Türkiye’de yaşayan Musevilerin Koşer istekleri var. Denetime gittiğimizde birçok firma karşımıza Koşer sertifikası çıkardı, bu yeterli değil mi diye. Biz ne yazık ki Helal sertifikasına 2009 yılında başladık. Fakat ne deniyor? “Biz Müslüman ülkedeyiz, insanların aklını bulandırmayın.” diyorlar. Bir kere Peygamber Efendimiz’e gelen ilk ayet oku emriydi. İlk olarak ne namaz dendi, ne zekat dendi. Önce oku dendi, üç kez üst üste. Bunun bir anlamı olmalı. Okumak, al da kitabı oku değildir, muhakkak çok manaları vardır. Bir Müslüman’ın önce araştırma yapması lazım, kendi aklını kullanarak. Hz. İbrahim aleyhisselam kendi aklını kullanarak Hazreti Allah’ı bulmuştu, düşünerek… Neden, niçin sormamız lazım. Bunlar naçizane bir üniversite öğrencisinin fikirleri. Yani üniversite okumuş, aklını kullanmayı, bir şekilde analitik düşünmeyi öğrenmiş bir insanın düşünceleri. Ben bu meseleye böyle bakıyorum. Bakın, şeytanın Hazreti Havva’yı ve Hz. Âdem’i nasıl kandırdığı ya da ne ile kandırdığı bu topluma hep anlatılmıştır. Bir baksanıza, boğazımızdan geçen lokma ile kandırılmışız ve hâlâ kanmaya da devam ediyoruz. Kimse yediğinin içtiğinin arkasını okumaya yeltenmiyor. Bunun için illa üniversite okumak illa lise bitirmek gerekmiyor. İnternet çağındayız artık, bütün evlere internet girdi; internete yazıp bu nedir diye sormaya bakar yani. Allah’a şükür artık Türkiye’de bu işi açıklamaya çalışan birileri var. Eminim, bizim gibi çalışıp da ortaya çıkmamış birçok dernek vardır. İnsanlarla bağdaşıp bunları ortaya çıkarmak çok zor değil diye düşünüyorum. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının yaptığı o araştırmada firmaları anlatmadılar, o 28 tane firmayı da söylemediler. Ayrıca domuz eti çıkan sucuk işletmesini de söylemediler. Hiçbir şey söylemiyorlar ki… Bu bizim araştırma yapıp dikkat etmemiz gerektiğini ortaya koyan en önemli nokta. Tüketiciye düşen çok görev var. Nasıl İsrail’i boykot ettik ve sonuç verdi. Mesela, çok satan bir marka eskiden ne kadar pahalıydı, ama şimdi Türk markalarından daha ucuz; neden? Çünkü alınmadı. Firmalara, “Sen ürünlerinde helale harama dikkat ediyor musun, etmiyor musun. Dikkat etmiyorsan almıyorum senin ürününü.” diyebilmeliyiz. Yemesek ölmeyiz, yemek amaç değil araç diye düşünüyorum.
Feyz: Tüketicilere neler tavsiye edersiniz?
Tüketicilerin en büyük hatası, “Fiyatı ucuz olsun alalım.” mantığı. Ancak, bir maliyet hesabı yapmak hiçbir zaman zor değil. En basitinden dışarıda yediğimiz bir dönerden bahsedelim. Gidiyorsunuz dışarıda yarım ekmek döneri iki liraya yiyorsunuz. Etin kilosuna bakın otuz lira. Bir yarım döner ekmek en az yüz gram et içermesi lazım, elli gram bile içerse maliyeti zaten size üç lira. Yani hiç pişirmeseniz çiğ eti koysanız üç lira… Biz böyle yapmaya devam ettiğimiz müddetçe ve o insanlar da bu şekilde para kazanmaya devam ettiği müddetçe bunu yapmaya devam edecekler. Sorgulamayı öğrenmek lazım. İlk başta belki, bu insanlar deli mi diye bakılacaktır; belki sıkıntı yaşayacaksınız. Fakat sora sora halkta bir bilinçlenme, üreticide de böyle bir ihtiyaç olduğu anlaşılıp ona göre bir çalışma olacak. İlk başta denetime giderken bize söylenen şey “Biz ürünlerimizi satıyoruz. Türkiye’de böyle bir ihtiyaç yok, kimse sormuyor ki.” diyorlar. Bizimle dalga geçiyorlardı, açıkçası bana gülüyorlardı; ama son seferlerde denetimlerde tüketicilerin yedikleri gıdaları sorguladığını gördüm. Firmalar da sorumsuz üretimlerine çeki düzen vermeye başladılar. Benim sağlığım, helal ve haramı bilmeyen bir kişinin elinde olmamalı; denetlenmeli, sorgulanmalı. Bu sadece resmi kurumlarca değil, sivil toplum örgütlerince de takip edilmeli.