Dinimizi yaşamamıza engel olan en önemli konulardan birisi, insanların zihnindeki zanlardır. Söz konusu zanların sebep olduğu yıkım ise, insanların gerek ilim eksikliği sebebi ile herhangi bir olayı hatalı tasavvur etmelerinden kaynaklanan, gerekse bu hatalı tasavvurlarını etrafındakilere anlatan kişilerden sohbet yolu ile edinilen bilgilerden oluşan zanlar sebebi ile insanlar açmaza girmektedir. Bu zanlar sadece Müslümanların değil, bütün insanların zanları ile de ilgilidir. Zira nasıl ki bir Müslüman, İslam dinini seçtiği halde zanları sebebi ile İslam'ı yaşayamıyor ya da yaşadığını zan ediyorsa, bir Hıristiyan'ın veya Yahudi'nin de Müslüman olmamasının sebebi yine zanları iledir. Bir Hıristiyan, Hıristiyanlığı sevdiğinin zannı ile bütün ömrünü tüketir. Zira sevmemen gereken bir şeyi seviyorsan, bu da bir tür zandır. "Öyle olduğunu zannetmiştim" dediğin zaman belki iş işten geçmiş olmaz, ama yılların boşa geçmiş olur.
Bilgisizliğin ilacı kolaydır, okuyup öğrenmekle geçer ama zannın ilacına ulaşmak çok çetindir. Doğru zannettiğiniz bir konunun yanlış olduğunu anlamanız için son derece hoş görülü ve tevazu sahibi olmalısınız ki hatanızı kabul edip düzeltebilesiniz. Aksi halde ilminizi kullanarak inadınızı yenmeniz mümkün olmayacak, tam tersine, yanlış bilgilenmiş olmanızı gurur meselesi yaparak hatanızı kabul etmemenin vereceği inatla yanlışınıza devam etmeye ve hatta ısrarla doğru bildiğiniz yanlışınızı insanlara kabul ettirme isteğinizin hırsı ile bu hatanıza sağlam bir kulp takma mücadelesini olabildiğince vererek vaktinizi boşa harcamaya devam edeceksiniz. Bu hatanın en kısa yoldan terki ise iyi niyetli olmaktır ki, bunun adı da Hüsn-i Zan'dır.
"Hüsn-i Zan" bir hazinedir. Kimi insanlar bu özelliğe doğuştan sahip iken, kimileri de bu özelliğe bürünebilmek için ömrü boyunca kalplerini temizlemeye çalışmışlardır. Hüsn-i zan'lı insanların kalpleri de Allah'a, Peygambere ve evliyalara meyilli olduğu için ya akıllarını kullanarak gerçek mürşitlere ulaşırlar, ya da akıllarını kullanamadıkları için sahte şeyhlerin ve sosyetik ilim adamlarının elinde imanlarını ve tabii ki hayatlarını da karartırlar. Sonuçta, akbabaların leşe hücum ettikleri gibi, pusuda bekleyen evliya düşmanları da duyguları paramparça edilmiş olan bu evliya cahillerine akbabalar gibi saldırarak, bu insandan geriye kalan bir parça hüsn-i zannı da yiyip bitirirler.
Hüsn-i zannı, yani kalbindeki iyi niyeti körelen bir insan "Sû-i Zan"lı olacaktır ki, bunun manası da "kötü niyet"dir. Allah'ın sevgilileri olan evliyalara su-i zan ile bakan bir insan ise asla kulluğunda geçer not alamayacaktır. Bir insanı bu hale getirmenin vebalini her ne kadar bunu yapan sahte mürşitler çekecekse de, bu hale gelmiş olmanın da bir faturası vardır ve bunun vebalini de elbette ki bu hale gelen kişi çekecektir. Çünkü çoğu insan aklını kullanabildiği için bu hale gelmekten kendini nasıl kurtarabilmiş ise, kurtaramayan kişi de akıl denen cevheri kullanmamanın vebalini doğal olarak sırtlayacaktır. Sahte şeyhler ve art niyetli insanlar, kendilerini gerçek mürşitler gibi lanse ederek nice insanları sözüm ona Allah için maşa olarak kullanmaya ve gencecik insanların hayatlarını karartmaya devam edecektir. Tarihin her döneminde bu tür insanlar olduğu gibi, aynı tarihin aynı dönemlerinde de Şeyh Geylaniler, Şeyh Mevlanalar gibi gerçek Şeyhler de olmuş ve kıyamete kadar bu her iki insan türü aynı ortamda olmaya da devam edecektir. Ne gerçek Şeyhler ne de sahte şeyhler hiçbir zaman ortadan kalkmayacaktır.
Yapılması gereken, tertemiz niyetlerimizle her kim oynarsa oynasın, aldığımız bütün derin yaralara rağmen Allah'ın sevdiklerini sevmeye inatla devam edip evliya düşmanlarına leş olmamaktır. Elbette ki bir insan gerçek Şeyhler olan Şeyh Mevlanaları, Şeyh Geylanileri, tanımadan "Şeyh gibi Şey" lere hemen inanırsa, bu hatanın bir faturası olacaktır. Önemli olan aynı hatayı tekrar yapmamaktır. Annenizi ziyarete giderken kaza yapıp kolunuzu kırmanızdan alacağınız tecrübe, annenize bir daha ziyarete gitmemek değildir. Bunun tecrübesi, bir daha ziyarete giderken daha dikkatli gitmenizdir, güvenli yoldan ve tedbirli gitmeniz gerektiğini idrak etmektir. Tecrübe budur. İyi ve hayırlı bir iş peşinde koşarken yere düşmenizle şayet amacınızdan vaz geçiyorsanız, bunun adı tecrübe değil, gaflettir, beceriksizliktir, bilgisizliktir, dikkatsizliktir, cahilliktir ya da her nasıl tabir etmek istiyorsanız öyle bir acizliktir. Sahte şeyhlerden veya niyetinde samimi olmayan ilim sahiplerinden görecek olduğunuz zararlar da sizi ilim ve irfan yolundan alı koymamalı, gerçek Şeyhlere sırtınızı döndürmemeli, doğru ölçüyü alarak daha dikkatli kulluk etmenizi sağlamalıdır. Bu tavır, aklı kullanmaktır.
Benim söylemek istediğim, tertemiz niyetlerle tasavvufa soyunmuş insanların, bu dini daha mükemmel anlayabilmelerini sağlamak için bazı noktalara dikkatlerini çekmekten başka bir şey değildir. Yoksa, tasavvufu yemiş içmiş biri olmadığım gibi, Şeyh Yunus Emre'lerin ölçülerine ulaşacak kadar ilim elde edebileceğimi de hiç sanmıyorum. Kafamdakileri kaleme almak istememin sebebi, yüzeysel İslâm bilgileri ile istikamette kalınamayacağı, temel bilgilerle ve kulaktan dolma derslerle değil de kaynağından, yani evliyalardan öğrenerek Allah ile olan beraberliğimizi sağlam bir temel üzerine kurmayı amaçlamaktır ve onları evliyalara yönlendirmektir. Dolayısıyla bir sûfi, yani evliyalarla aynı yoldan giderek Allah'a ulaşmayı akıl eden bir insan, evliyaların çevresinden asla ayrılmamalı, sohbet ve kitaplarından uzak kalmamalıdır. Sûfinin, indirilen Kur-an'ı ve gönderilen Peygamberi bir arada görmesi mümkün olmadığına göre, eline ulaşan Kur-an'ı ve günümüze kadar ulaşan evliyaları ölçü olarak kabul etmekten daha iyi bir alternatifi yoktur.
Peki, kimdir Şeyh; Bir şeyhin yirmi dört saatlik yaşantısına baktığınızda, yaşantısıyla Şeyh Mevlânaları aratmadığını görebilmelisiniz. Bunu görmek için de elbette ki şeyhlerin hayatlarını okuyup onlar hakkında sağlam bilgiler edinmek gerekir. Bunu yapmayan insanın zeka düzeyi ne olursa olsun, şeyh konusunda bilgisi olmadığı için, güvendiği zekası kendisini kurtaramayacak, cahili olduğu bu konuda ya sahte bir şeyhin tuzağına düşecek, ya da insanları gerçek şeyhlerden uzaklaştıran ilim adamlarına inanarak evliyalardan gafil yaşayacaktır. Kalp ameliyatı konusunda uzman olan bir profesörün, bozulan bir uçağı tamir etmesini beklemek nasıl ki saçma bir görüş ise, şeyhler konusunda bilgisi olmayan ama diğer islamî konularda bilgili olan bir insanın da aynı şekilde sahte bir şeyhi gerçeğinden ayırt etmesi beklenemez. Bu sebepledir ki sahte bir şeyhin tuzağına düşen insanın ilk yapması gereken, kendisini mağdur eden bu konu hakkında hemen bilgilenmesidir. Şeyhlere sırtını çevirerek ahretini kaybetmek yerine, hayırlı olan bu konuda bilgilenerek tekrar doğrulmalı, doğrulmakla da kalmayıp zekasını ve yeteneklerini kullanarak evliya tellallığı yapmalıdır.
Özellikle zeki olan insanlar bunu yapmadığı müddetçe, cahil yetişen ama tertemiz bir kalbe sahip olan nice insanlar da aynı hatalara düşmeye devam edecektir. Fakat gurur denen baş belası hastalık, genellikle bu tür mağdurları evliyalardan uzaklaştırmış, gerçek şeyhlerin himmet ve tasarruflarından yoksun bırakmıştır.
Aşağılık bir sahtekar nasıl olur da zeki bir insanı gerçek şeyhlerden uzaklaştırabilir ki. İşte zanlar, zeki insanlara bu hatayı yaptırabiliyor. Bu gerçekten büyük bir kayıp. Kaybedenlerden olmayın, Allah'a yaklaşmak için vesileleri, yani evliyaları arayın. Onlar, yanı başınızda.
Allah'a emanet olun.