Var olan her canlının bir amacı vardır. Kendisine çizilmiş olan bir program dâhilinde hayatını idame ettirir. Ne gariptir ki kendisine çizilen programın dışına çıkan tek varlık da insandır. Hem de yaratılmışların en şereflisi olduğu, diğer yaratılmışlar onun hizmetine sunulmuş olduğu halde!
Düşünün bir kere, bir kedi hiçbir zaman kükreyip, arslanın edasına bürünmez. Buna teşebbüs bile etmez. Kedi kedi gibi, kuş kuş gibi, köpek köpek gibi, çiçek çiçek gibi… yaşar.
Velhasılı kelam hiç biri kendi sınırlarının dışına çıkmaz. Vahşi yaşam koşullarında dahi her canlı kendi avının peşindedir. Başkasının avına göz dikmez. Tersi istisnadır. Böyle olduğu için de insan hariç hiçbir canlının dünyasında ki intizam onların vesilesiyle asla bozulmaz, düzeni bozacak boyutlarda bir karmaşa çıkmaz.
İnsan hariç dedik çünkü; çok müthiş kabiliyetlerle donatılmış olan, en ileri teknolojinin dahi onun mükemmeliyetini yakalayamadığı, aklı, iradesi, hayrı şerden ayırma yeteneği ile yer yüzünün halifesi olabilecek özelliklerle yaratılmış olan insan, bırakın kendi yaşam alanını, var olan tüm yaşam alanlarındaki intizamı bozmaya meyyaldir. Tarihe ve günümüze şöyle bir baktığımızda savaşların, katliamların, işgallerin, cinayetlerin… çıkmasına vesile olanların sözlerle ifade edilemeyecek kadar "insaniyet dışı insanlar" olduklarını görebiliriz.
"Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik." âyeti kerimesinde belirtildiği gibi en güzel olan, en aşağılara inebiliyor. En aşağılara inince de gücünün yettiğince zalimleşiyor. Ya ailesine, ya ülkesine, ya da tüm dünyaya zalim olabiliyor. Stalin, Nemrut, Hitler, Firavun…gibi.
Nedir insanı bu kadar aşağılara çeken? Aslında cevabı öylesine basit ki… İnsanı en yükseğe çıkaran da, en aşağıya çeken de sadece yaratılış amacına uygun yaşayıp yaşamadığıdır.
İnsanın bir yaratılış, varoluş amacı vardır. Allah-u Teala'yı bilmek ve O'na kul olmak. İnsan Allah-u Teala'yı amel ile bilir. Amelin içinde ne vardır? Amelin içinde her iyi vardır, namaz vardır, oruç vardır, tefekkür vardır. Allah için yoldan insanlara zarar vereni kaldırmak ameldir, tesettür ameldir, Allah rızasını gözeterek verilen bir bardak su ameldir, yaratılmışa sevgi ve merhametle yaklaşmak ameldir, bir yetimin başını okşamak, tövbe etmek ameldir. Yani Allah için kendine ya da başkalarına yapılan (en ufağından en büyüğüne) her "iyi", ameldir.
Amel Allah'a kulluktur. Ve her insan kendi kabiliyetleri kadar Allah'a kul olmak zorundadır. Yani kulluk şahsa özeldir. Allah-u Teala herkesten bir İmâm-ı Rabbânî, bir Abdulkadir Geylanî, bir İmâm-ı Gazalî olmasını beklemez. O'nun adı, sıfatı bunu gerektirir. Hasan efendi, Hasan efendinin kendisine verilen kabiliyetleri kadar çıkabileceği en yüksek kulluk makamına çıkmalıdır. Ki Allah-u Teala kulluk makamına çıkabilmemiz için, bu konuda en başarılı olan bir modelle - mükemmelliğin - yolunu bize göstermiştir. Üstelik o modelde, her insanın kendi imtihanından bir parça bulması da mümkünken…
O (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), önce yetim idi. Sonra hem yetim hem de öksüz. Câhiliye devrinde yetişti. Ne zaman ki tebliğe başladı, çilenin, sıkıntının, işkencenin en alâsı ile tanıştı. Kendisine inanmayanların ( en yakın akrabaları da dâhil), O'na (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaptıkları, zulmün her türlüsünü içine aldı. Sırtına işkembe koydular, taşladılar, sözle saldırdılar, sevgili amcasını hunharca şehit ettiler. Öyle bir ambargo uyguladılar ki; açlıktan ağlayan çocukların sesi Mekke'nin dışından duyulur hale geldi. Kıymetli arkadaşlarının işkence ile öldürülüşlerine tanık oldu. Can yoldaşı Hz. Hatice (ra)'nin acısını yaşadı. Öyle canı yandı ki, o yıla "hüzün yılı" dendi. Gözünün nuru evlatlarının acısını tattı. O kadar aç kaldılar ki, mübarek midelerinin üzerine taş bağlamak durumunda kaldılar. O (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve O'na inananlar hicrete zorlandılar, hem de yanlarına sadece canlarını alarak… Sabrın en güzel örneğini gösterirken, hiçbir zaman hiçbir halde şükrü de unutmadılar.
O (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizim ayrı ayrı, fert fert yaşadıklarımızın hepsini 63 yıllık bir zaman diliminde bir arada yaşadı, asla kulluğundan taviz vermeyerek. Hatta bize yaşadığımız her sıkıntının, eziyetin, acının, çilenin, kulluğun ta kendisi olduğunu bizatihi göstererek. Ve hiçbir model O (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nun kadar tesirli ve hakiki olmadı, olamayacak da...
Şayet biz kendimizi ebedîyen O(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nun ümmeti olarak görmek istiyorsak O(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nun gibi olmalıyız. Öncelikle "Ben ins ve cini bana ibadet etsinler diye yarattım." âyet-i kerimesini idrâk ile işe başlayabiliriz. Her aldığımız nefeste, her yaptığımız işte ibadet bilinci ile hareket etmeliyiz. Örneğin; biz yaratılış olarak her gün yer, içer, uyuruz. Ve bunları hayvanat, inanan, inanmayan her canlı yapar. Ümmetin farkı ise; bu ihtiyaçlarını sünnete uygun bir şekilde gidermesinde ortaya çıkar. Suyu O(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nun gibi içer, yemeğimizi O(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nun gibi yer, O(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nun gibi uyursak sünnete uymuş oluruz. Yani sadece yemek yemiş, su içmiş, uyumuş olamayız. Yemek yerken, su içerken, uyurken aynı zamanda Allah'ın rızasını da kazanmış oluruz. Zaten aslolan da bu değil midir? Ve sadece şahsi işlerimizde değil hayatımızın her alanında yaşam tarzımız bu çizgide olmalıdır.
Şayet insanların yüzüne bakarak konuşabiliyorsak, annemize babamıza hürmet ediyor, komşunun hukukuna riayet edebiliyorsak, çocuklarımızı Allah rızasına uygun terbiye edebiliyorsak çizgimiz O(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nun çizgisidir. Tüccar ticaretinde hile yapmıyorsa, etraftaki fakir fukara gözetiliyorsa, emr-i bil ma'ruf nehyi anil münker terk edilmiyorsa çizgimiz O(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nun çizgisidir. Yalan söylemiyor, emanete hıyanet etmiyorsak, her halukarda sözümüzde durabiliyorsak çizgimiz O(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nun çizgisidir. Gıybetten, hasetten, cimrilikten, kibirden, adaletsizlikten kısacası ahlaksızlıktan elimizden geldiği kadar uzak durabiliyorsak yine biz O(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nunlayız. Zorla da olsa merhametli isek, cömert isek… O(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nunlayız. Sorarım şimdi; O(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'nunla olmaktan daha büyük bir saâdet olabilir mi?