Hz. Ali (k.v.) dünyayı tasvir ederken şöyle demiştir: "Her şeyden sonra sizi gerçekten dünyanın şerrinden sakındırırım. Dünya câzibedârdır, tatlı ve yeşildir, şehvetlerle kapsanmıştır. Fakat hiç unutmayın ki, acil ve geçici nimet ve lezzetlerle size yanaşarak çalışarak dostluğunu göstermeye çalışmaktadır. Kısa bir yaşam ile yükseliş davasında bulunmaktadır. Kuruntularla bezenmektedir. Aldatmakla süslenmektedir. Sevinci devam etmez, üzüntüsünden güvenilmez, çok aldatıcıdır, çok zarar vericidir. Perdeleyicidir. Fânîdir, tükenendir, her an helake mahkumdur, pek yiyicidir, kapıp öldürendir."
Dünya, kendisini isteyen ve beğenenin umduklarının son haddine ulaşsa bile, Yüce Allah'ın (Celle Celalühu) onun hakkında söylediğini aşamaz. Allah "Onlara alçak hayatın misalini açıkla. Gökten indirdiğimiz su gibidir. Ondan ötürü yer bitkisi çoğalıp karışır. Hemen sonra kuruyup kırılmış hale gelir. Rüzgarlar onu savurup dağıtırlar. Yüce ALLAH (CC) daima her şeye hakkıyla egemendir." der.
Dünya, bir insanı neşe ve huzur gülzârının ortasına götürse bile, muhakkak onu göz yaşında boğar. Birisine bolluk ve bereketini gösterse dahi, darlık üzüntüsünü ve acısını ona tattırarak sırt çevirecektir. Bir insanın üzerine dünyanın bereket ve refah bulutu yükselse dahi, gün gelecek ki aynı insanın üzerine musibet bulutundan bela yağmurunu ve yıldırımını yağdıracaktır. Sabahleyin birine yardımcı olursa, akşamleyin ona tanınmamış düşman haline gelir. Dünyadan bir taraf leziz, tatlı ve emniyetli olsa dahi, diğer tarafı acı, korkunç ve helake sürükler durumda olur. Bir insan onun güzel yaşamından istenilen merhaleye kavuşursa bile belalarından doğan yorgunluklar, hastalıklar, elem, acılar, mutlaka bir gün onu bulacaktır. Bir insan, dünyanın emniyet kanadı altına akşamlarsa, mutlaka korku kanatları üzerine sabahlar, oldukça aldatıcıdır. İçindeki her şey de -ALLAH'ın rızasına yönelik ameller hariç- aldanmadır, fânîdir. Azıklarında takvâdan başka hiçbir hayır ve bereket yoktur.
Dünyadan nasîbini az alan kimse, kendisine çok güven verecek şeyleri artırmıştır. Nasîbini çok alan kimse, kendisini helak edecek çok sebeplere hedef olmuştur. Zâten dünyadan aldığı nasîb de, az zaman sonra ayrıldığından, üzüntü ve pişmanlıktan başka ne ile sonuçlanabilir.
Dünya, kendisine güvenen çok insanları helak etmiştir. Çok sayıda ferahlık ve huzur sahibini elbette ki toprağa yeksân etmiştir. Çok, azamet ve büyüklük taslayan kimseleri, kıymetsiz ve hakir kılmıştır. Çok, şeref sahiplerini değersiz ve perîşan hâle getirmiştir.
Saltanat ve egemenliği sıra iledir. Hayatı bulanıktır, tatlı suyu çok tuzludur, tatlısı çok acıdır. Gıdası hızla zevale yüz tutmaktadır, bağları çürüktür, her an kopmaya mahkumdur. Dirisi ölüme mahkumdur, sağlamı hastalığa düçârdır, mülkü emanattir. Âziz ve egemen olanı mağluptur, varlıklısı üzüntülü, komşusuna savaş edilmektedir.
Sizden önce geçmişlerin durdukları yerde ikâmet etmiyor musunuz? Onlar ömürce sizden daha uzun idiler, eserlerce sizden daha kalıcı idiler, umutlarca sizden daha uzaktılar, sayıca daha çoktular, ordularca daha güçlü idiler. Dünyaya nasıl taptılar? Onu nasıl tercih ettiler? Sonra onları emellerine ulaştıracak bir azık almadan ve gözü yol kesen bir bineğe binmeden, âh u hasret içerisinde dünyadan göçüp gittiler.
Onları helakten kurtarmak için, dünyanın kendilerine bir fidye ile cömertlik yaptığı (haberi) size ulaşmış mı? Yahut onlara bir yardımı dokunmuş mu? Onlara övülür bir sohbet yapmış mı? Hayır. Bilakis onları yaralayıcı belâlara düçâr etmiştir. Onları vurucu olaylarla zayıflatmıştır. Elbette, hedefe isabet eden musîbetlerle onları kırmış, delik deşik etmiştir. Genizlere kadar onları toz toprak içerisinde bırakmıştır. Tırnaklı ayaklarla onlara basmıştır. Onların aleyhine ölümün dokunmasına yardımcı olmuştur. Yanaşanına, tercih edenine ve "dünya hayatı ebedîdir" diyene vefâsızlık yaptığını ayân beyân görmektesiniz. Dünyanın cilvesi budur, içindeki her canlı, ne kadar müreffeh olursa olsun, gün gelecek ki âh u zâr içinde ebedî ayrılışa göçüp gidecektir.
Dünya, göçenlere azık olarak ancak açlık vermiştir. Darlıktan başka onlara hiçbir şey vermemiştir. Nûr yerine onlara karanlık vermiştir. Neşe yerine onlara pişmanlık kazandırmıştır. Yuh size! Bunu mu tercih ediyorsunuz? Huzûr bulmak için ona mı yaslanıyorsunuz? İstekli olup onun peşine mi koşuyorsunuz? Dünyayı su-i zan altına almayana ve ondan korku üzerine yaşamayana, dünya ne çirkin bir yapıdır. Evet, ondan göç edeceğinizi kesinlikle bildiğiniz halde, onu tercih eden aklınıza gerçekten şaşarım.
"Kim bizden daha güçlüdür" diyenlerden ibret alın. Sivri uçlar ve egemen güç sahipleri, mezarlarına doğru omuzlanıp taşındılar. Fakat onlara "binici" denilmezdi. Mezarlarına konuldular. Fakat onlara "misafir" denilmezdi. Kendilerine taşlardan bahçeler, topraktan kefenler, kemik artıklarından komşular kılındı. Mezardakiler komşudurlar, fakat birbirini sormuyorlar. Birisi diğerinin elem ve acısını duymuyor, suale cevap vermiyor. Hiçbir zulmü men etmezler. Dünyada cereyan eden olaylardan doğan hiçbir üzüntüyü umursamazlar. Dirilerin arasındaki bolluk ve bereketle sevinmezler.
Kıtlığa düşmeleri de onları ümitsizliğe götürmez. Toplum oldukları halde, ayrı ayrı, tek tek durmaktadırlar. Komşu oldukları halde, birbirinden çok uzak düşmüş gibi yaşarlar. Birbirine yakındırlar ama aralarında ziyaretleşme olmaz. Yekdiğerinin yanına konulmuş ama yaklaşamıyorlar. Halim, usludurlar, aralarında kin, husumet yoktur. Her şeyden habersiz gibidirler. Öfkeleri sönmüştür. Üzmelerinden korkulmaz. Savunmaları da umulmaz. Yerüstünü yeraltına, genişliği darlığa, ehil uşağı gurbete, nuru karanlığa değişmişler. Geldikleri gibi yalınayak ve çıplak ondan ayrıldılar. Amelleri ile daimi hayata, kalıcı yurda göçtüler.
Hak ve yüce ALLAH (CC) şöyle buyurmaktadır: "İlk yaratmayı başladığımız gibi öylece onu döndürürüz. Söz veririz (boynumuzun borcu olsun) elbetteki yapanlarız."