Ona dair söylenebilecek sözlerin özeti bu bence. İşini hakkıyla bilen, bunun da ötesinde işine katkıda bulunan, onun felsefi temellerine dair fikirler üreten bir bilge mimardı Turgut Cansever. O bir mimar ama entelektüel ve aydın çevrelerinde onu saygıdeğer kılan (üç kez uluslar arası bir ödül olan Ağa Han Mimari ödülünü almasına rağmen) mimarlığından öte mimarlık ve diğer sanat dalları başta olmak üzere tarih, felsefe, din ve benzeri meselelere dair ortaya koyduğu orijinal fikirleri idi.
İslam'ın bir şehir dini olduğunu söylüyordu, yaygın kanaatin aksine Rönesansın yanılgılarından ve insanlığı sürüklediği felaketlerden sözediyor ve "yakın kolay, uzak zor idare edilir" diyordu. Mimariye en yakın bulduğu sanat türü olarak şiiri gösteriyor ve bunun sebebini de "ikisi de sade malzeme kullanarak muazzam bir yapı ortaya koyarlar" şeklinde açıklıyordu.
"İnsanın dünyadaki esas vazifesi, dünyayı güzelleştirmektir" hadis-i şerifini hayatına rehber edinmiş ve tüm bir ömrünü bu idealin uğruna harcamış bir çileli adamdı Turgut Cansever. Ama her değer gibi anlaşılamamış bir kişiliktir de o. Bu arada sanat tarihi alanında doktora yapmış tek mimar olduğu da söylenir.
Turgut Hoca, geçmiş tecrübeye muazzam derecede saygılıydı ama geçmişin öğretilerine aktüel şartlar içerisinde nasıl çözümler getirilebileceğine de önem verirdi. Bir başka önemsediği nokta da, geçmişten gündeme getirilecek o çözümün, gelecek karşısındaki sorumluluğudur. Yani onun çabası hem geçmişe hem de geleceğe doğruydu. Ama bunun yanında o asla ebedilik peşinde koşmadı. Zira ebedilik peşinde koşmak firavunluktu ona göre.
Modernizm, çevrenin tanziminde insanın etkisini sıfıra indirgemiş durumda. Çünkü artık çevre tasarlanırken, sadece bir kuşağın değil, birkaç kuşağın tercih hakkı da elinden alınıyor. İşte Cansever buna şiddetle karşı çıkıyordu. Zira bizim, gelecek nesillerin zevk ve tercihleri konusuna müdahale etmemiz doğru değildi. Dolayısıyla her kuşak kendi tasarımını kendisi yapmalıydı. Ama değişmezler de vardı tabii ki. Bir bütün olacaktı ve her kuşak kendi parçasını bu bütünün içerisinde anlamlı bir yere oturtma çabasını verecekti.
Davranışın bir standardı varsa, davranışı çevreleyecek mekanın vücuda getirdiklerinin de o davranışın standardına uygun, onu tamamlayan bir niteliği olması gerekiyor. Buna vurgu yaparak Hoca insanla çevre arasında sanıldığından da daha büyük bir ilişki olduğunu hatırlattı bize.
Doğrusu mimariyi onun kadar sevimli kılan ve hayatımızın içine sokan başka kimse hatırlamıyorum. Şehirlerin de bir ruhunun olabileceğini yine bu ihtiyar delikanlının o yorulma bilmez yarım asırlık çabalarından öğrendik. Türkiye'nin yetiştirdiği ender düşünür sanatçılardan birisiydi Doç. Dr. Turgut Cansever. Dünyada şehir mimarisi konusunda yaptığı çalışmalarla, hazırladığı sayısız projeyle ve mimari felsefesine dair yaptığı çarpıcı ve özgün açılımlarla tanınırdı. Yurtiçinde ve dışında tanınan bir isim olan Cansever'in yayınlanmış birkaç eseri bulunuyor. Mustafa Armağan'ın gayretleriyle konuşmaları, röportajları, makaleleri Kubbeyi yere koymamak, İstanbul'u anlamak, İslam'da şehir ve mimari başlığı altında İz yayıncılıktan, Şehir ve mimari üzerine düşünceler başlığıyla Ağaç yayıncılıktan, Ev ve şehir üzerine düşünceler adıyla da İnsan yayınlarından çıktı.
Rahmete vesile olması dileğiyle, birkaç cümlesini alıntılıyorum: "Mimari farklı varlık düzeylerinde ortaya çıkan problemleri değerlendirmek, tercihlere dayalı kararları almak ve mümkün seçenekleri ayıklamak suretiyle geliştirilen bir insan ürünü olması hasebiyle, estetik ve teknoloji alanının değil etik ve din alanının ürünüdür." (İslam'da şehir ve mimari, İz, s.15)
"Değişmenin sona erdiği yer evrensel ilahi gerçektir. İlahi gerçekte değişme olmaz. Kâbe bu açıdan çok büyük bir sembol ve tavaf bu bakımdan çok ehemmiyetli bir hadisedir. Tavafta evrensel olanın etrafında dolaşarak onu anlamaya çalışırsınız. Ona temas edebilirsiniz ama bütünüyle hiçbir zaman erişemezsiniz. O değişmez, ama onun etrafında dolaşanların o evrensel gerçeği farkettikleri anların hiçbiri ötekinin benzeri değildir. Bunlar namütenahi defa birbirine temas ederler." (Kubbeyi yere koymamak, İz, s.67)