İnsanlık tüketmeye özendirilmiştir. Tüketim kültürü oluşturulmuştur. Tüketim kültürünün oluşması, sürdürülmesi ve geliştirilmesinde öne çıkan yeni bir meslek reklamcılık olmuştur. Reklam sektörü de bu işi çok iyi başarmıştır. Ayrıca yazılı ve özellikle görsel basının gelir kaynakları arasında önemli bir yer tutan reklam yayını da bunu körüklemektedir. Üretim sektörü de ürettikleri malları satabilmek ve tüketiciye bunun bir ihtiyaç olduğunu hissettirmek ve özendirmek için her türlü aracı kullanmakta mahzur görmemektedirler. Yeni ambalajlarda ve yeni etiketlerle çıkarılıp satılan ürünler, üretim sektörünün gelirinin artmasına, iştahlarının kabarmasına ve pazar pastasındaki payının artmasına katkı sağlamıştır.
Ne kadar çok değişik ürün piyasaya sürülür ve tüketimi özendirilirse, daha sonra da bu ihtiyaç olarak hissettirilirse üretim sektörünün geliri de o oranda aratacaktır.
Şimdi durup bir düşünelim.
İnsanlar daha önceleri ihtiyaçlarını en ucuz ve kısa yoldan gidermeye çalışıyorlardı. İhtiyaçlar daha az ya da ihtiyaç duyulan malın alınması o kadar özenilecek bir şey değildi. Halkın fakir olduğunu düşünmüyorum.
Teknolojinin nimetlerinden yararlanmayalım demiyorum. Mutlaka teknolojiden yararlanalım. Çünkü teknoloji hayatımızı kolaylaştırmaktadır.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım.
Teknolojik her ürün bizim için bir ihtiyaç mıdır?
Reklamı yapılan her ürün bir ihtiyaç mıdır?
Hayatımızı idame ettirebilmek için gerekli olan ürünler neler?
Hayatımızı kolaylaştıran ürünler neler?
Hayatımızı kolaylaştıran ürünlerin eksikliği hayatımızı ne kadar olumsuz etkilemektedir?
İsteklerimiz neler?
İsteklerimizin karşılanmaması hayatımızı nasıl etkilemektedir?
Ben ne istiyorum? Hangi isteklerim var?
İstek ile ihtiyaç arasında nasıl bir fark bulunmaktadır?
Şöyle bir baktığımızda ihtiyaçlar ile isteklerin karıştırıldığı görülmektedir. İhtiyaç olsun ya da ihtiyaç olmasın her şey insan tarafından istenmektedir.
İhtiyaç hayatın devamını sağlayan, karşılandığında haz, karşılanmadığında ise elem veren bir durumdur. İhtiyaç karşılanmaya başladıkça şiddeti azalır. İhtiyacı karşılayacak olan şey elde edilince insan mutlu olur ve ihtiyacı karşılayan o şeyin bir anlamı, maddi ve manevi değeri vardır.
İstek ise bir şeyi elde edinceye kadar duyulan heyecandır. İstenilen şey elde edilince hemen yeni bir istek doğar. Dolayısıyla isteklerin bir sınırı bulunmamaktadır. İsteklerin doyurulması mümkün değildir. Heyecan istenilen şey elde edilince sönüp giderken yeni bir şeyin isteğini doğurur. Aksi halde bir boşluğa düşer.
Hayvanlar bile bir canlıya saldırıp öldürdüklerinde diğerlerini de hemen öldüreyim düşüncesine girmezler. Onların günlük beslenmeleri için hangi miktarda et ihtiyacı varsa o kadarına razıdırlar. Bu ihtiyaç karşılandıktan sonra başka bir canlıyı öldürmeye kalkmazlar.
‘İnsan aç gözlüdür.'
‘İnsan doyumsuzdur.'
‘İnsan israfkardır.'
İnsan kolay kolay memnun olmaz.
Evet, bu saydıklarım Kur'an ifadeleridir.
İnsanın bu kadar doyumsuz olmasını, bu kadar aç gözlü olmasını ve dolayısıyla israf içerisinde olmasını nasıl açıklayabiliriz?
İstek doyumsuzluk doğurur. Bu doyumsuzluk insanı dilenci haline getirir. Bu ise insan ilişkilerinde çok büyük olumsuzlukların yaşanmasına neden olur.
İnsan rüzgar önündeki bir yaprak gibi bir istekten diğerine doğru savrulur durur. Amacına ulaşıp heyecanla istediği şeyi elde ettiği anda yenisi başlar. İsteğin bu yönünü kavramak çok önem kazanmaktadır.
Şunu her insan bilir ki, istekler insanı mutlu etmez. İnsanın mutluluğu, ihtiyaçları karşılanıp iç dünyasına döndüğünde başlar.
İstekler sorumluluk duygusunun körelmesine, fedakârlığın ve yardımseverliğin yerine bencilliğin geçmesine neden olur. Bu ise insanın kendine olan güvenini olumsuz etkiler. İnsan kendine güvendikçe başkalarına inanmaya ve yardım etmeye yönelir. İstekler bencilliği doğururken zekât ve sadaka müessesesini yıkmaya götürür.
İslam literatüründe "kamil insan", yabancıların literatüründe ise "kendini gerçekleştiren insan" olmaktan uzaklaştırır. Arzu ve istekler algıların bozulmasına neden olurken, düşünme yetisinin körelmesine ve daralmasına da neden olabilmektedir.
İşte kriz dedikleri durum burada başlamaktadır. İnsan ne kadar insanlığından uzaklaşırsa krizler de o kadar çok olmakta, derinleşmektedir. Krizin süresi ve derin yaralar açması insanın "kamil insan" olmaktan uzaklaşmasıyla ters orantılıdır.
İnsan duygularına yön vermeyi öğrenmedikçe duygularının, dolayısıyla güdülerinin, isteklerinin Kur'an deyimiyle "heva ve heves"lerinin esiri olacaktır. Çünkü her türlü kriz insanın içinde oluşmakta ve insanlar arasında etkileşimle yayılmaktadır. Dolayısıyla kriz bir insanlık krizidir. İnsan olabilme krizidir.
İşte bu durumda yapılması gereken, krizin aşılmasıdır. Krizin aşılması ise, dayanacak sonsuz bir gücün varlığıyla mümkündür. İnsanın kul olduğunun farkına varması ve kul gibi hareket etmesiyle mümkündür. İnsanın Kul olduğunun farkına varması ise, yaratıcısının vermiş olduğu kullanma kılavuzuna ve "insanlık usta"larının yardım ve yönlendirmesiyle yaşamasına, hareket etmesine bağlıdır.
Haydi dostlar kul olmaya.
İnsan olma kılavuzuna göre yaşamaya.
İnsanlık ustalarının (kamil insanların) yardım ve yönlendirmesine.