Bir başka oldu dünya, sensizleşen her geçen günde. Biraz daha uzaklaştık kendimizden ve değer bildiklerimizden. Komşuluklarımızdan tutun, dostluklar, hatta aile ilişkilerimizde de tam bir yozlaşma başladı sen kendini misafir bileli. İşin tabiatı gereği olması gerekirken bir lüks konumuna gelmedin mi tüm ilişkilerde.
Ne ustanın çırağına muamelesinde, ne öğretmenin öğrencisine davranışında ne de bahçıvanın çiçeğe olan tutumunda göremez olduk seni. Oysa eskiden öylemiydi? Komşular birbirleri için can atardı. Küçük meseleler sorun edilmez, problemler senin itici gücünle aşılırdı. Herkes birbirinin derdini, yarasını sarmak için koşardı. Kimin işi geride kaldıysa birlik içinde halledilirdi her şey. Çünkü temelinde sen vardın.
Şimdilerde öğrenci öğretmenini tanımıyor, küçük de büyüğünü. Çiçek bahçıvana diken gibi batıyor. Çırak ustasına düşman ve rakip. Komşu komşuya diş biliyor, akrabalar da birbirine haset ediyorlar. Kardeşler daha dün miras paylaşımında seni kovalamadılar mı içlerinden? Hem de üç günlük dünya için! Ya yuvalara verdiğin sıcaklık nerelere kaybolur oldu. Dostlar neden uzaklaştı senden. Aileler senin adını andıkları halde, neden gereklerinden uzak hareket ediyor oldular. Ya sevgililer? Sevmenin güzelliği dururken, sevilmenin ihtirasında seni kovaladılar hayatlarından…
Sen sadece bir sözcük olarak, kısır kelimeciklere neden hapsedildin böyle? Sana ne büyük anlamlar yüklenmişti oysa. Yükün ne de büyük ve ağırdı. Yoksa taşıyamadın mı bunca yükü omuzlarında. Ya da günümüz insanları seni yüreğinden çıkartıp attılar mı? Veya iki yüzlülükleri seni kaçıran en büyük etkenlerden birisi miydi? Yok, yok sen kaçmış olamazsın insanların hayatından. Bilerek ve isteyerek sen bunu yapamazsın. Çünkü sen kâinat hamurunun mayasısın. Böyle yapsaydın şayet, bu varlık sebebine de aykırı olurdu elbet…
Evet, kıymetli insanlar; baylar, bayanlar, ustalar, çıraklar, büyükler küçükler… Neden böyle oldu toplumumuz ve insanlararası ilişkilerimiz. Niçin bu kadar menfaatperest olduk. Bir insanın içinden kaybolursa duygu, ne işe yarar onun bedeni. Geriye bir et yığınından öte ne gibi bir fonksiyonu kalabilir ki...
İşte bütün bu sorunların temeli, sevgisizlik değil midir sizce de? Evet, yürekler nasırlaşalı böyle oldu dünya. Sevginin yükünü taşıyamayan yürekler çorak hale getirdiler bu güzel âlemi. Samimiyetsizlikler ve kuru laf kalabalığına indirgenmiş sözcükler yüzünden; anlamı yitirildiği için terketti insanlarımızı, sevgi denilen muhteşem duygu. Bize ruh katan, ceset olmaktan öteye geçerek insan olma hakikatine ulaştıran ulvi bir değerken sevgimiz.. Şimdi karanlıklar içinde kalan öfke dolu dünyada, mum ışığıyla arar olduk kaybettiğimiz sevgileri. Herkes herkesi sevgisizlikle suçluyor. Ama dönüp bakıyor muyuz ki bir kez olsun kendimize. Biz sevginin neresindeyiz diye. Sevgi bizim hangi edimimizden anlaşılıyor acaba? Edebiyatı bol olan sathi bir söz yığını haline gelmedi mi sevgiye ait söylemlerimiz de… Zira uygulamadaki sevgi testine ait göstergelerin aşağıya doğru bakıyor olması; sevgisizliğin vahim bir sonucu değil midir?
Sadece yılda bir gün mü hatırlanacaktın sen? Seni ifade etmenin ispatı sadece yılda bir gün alınan bir buket çiçek, bir sevgi sözcüğüne mi indirgenecekti. Ya diğer zamanlarda ne olacaksın…
İnsanların hayatlarında; her davranış ve fedakârlık, yüksünmeden ve fedakârlık görülmeden sevgi kokması gerekmez miydi? Gelin işe önce kendimizi sevmekten başlayalım isterseniz! Kendimizi sevelim hem de yapaylıktan uzaklaşarak tüm doğallığı içinde. Barışalım kendimizle; suçlamalardan uzaklaşarak. Kendimizden ve içinde bulunduğumuz hal ve şekilden razı olarak. Sonra etrafımıza yayalım sevgiyi. Neticesinde ise kuşansın toplumlar ve tüm insanlık sevgiyle. Bencilliklerden arınarak tıpkı Yunus gibi, Mevlana gibi, büyük pirler gibi… Sevelim, sevgiyi hak eden herkesi ve her şeyi. Hak etmeyenleri de sahibinin hatırına sevelim! Ne dersiniz?
Bakalım o zaman toplumda anlaşmazlık denilen bir şey kalıyor mu? Hoşgörüsüzlük aramızda barınabiliyor mu? Düşmanlıklar, kıskançlıklar ve kavgalar yaşaya biliyor mu etrafımızda. Gelin bizden kaçan bu güzel duyguyu tekrar davet edelim içimize ve içinde bulunduğumuz dünyaya. Onu bir kaçak olmaktan kurtarırken, kendimiz için de yapalım bu güzelliği ve ihya olalım sevgi denizinin kuşatmasında…
Büyük emekler vererek bir noktaya getirdiğiniz ve büyük paylaşımları birlikte yaşadığınız her şeyi kaybetmek acıtmıyorsa içinizi; ‘ne oldu bana' diye sormak gerekmiyor mu kendimize dönerek…
Evet, sevginin özüne inmek suretiyle menfaatlerimizi ve bencilliklerimizi terk ederek sevelim birbirimizi. Gerek fertler, gerek aileler, gerekse toplumlar yıkansın sevgi okyanusunda…
Topyekûn bir duygu bağlılığı içinde; her türlü büyüklü-küçüklü savaş, tartışma ve çatışmalardan arınmış olmak ve sevgi dolu bir dünyayı hak etmek için, sevgi güneşinizle içi ısınan ve aydınlanan mutlu bir hayat sürmenizi dilerim...