Evet, bir meyveyi soyar gibi, bir kazağı çıkartır gibi, yılanın eski derilerini dökmesi gibi, "kustum öz ağzımdan kafatasımı" der gibi, kendi benliğimdeki kötü beni kusar gibi, yeniden doğar gibi kendi içimdeki beni terkettim. Aynaya baktığımda kendime dair hoşnutsuzluk yaratan neyim varsa, kendimi onunla birlikteyken beni benden soğutan, kendimi nefsimle birlikte gördüğüm ne varsa, mutsuzluğuma sebep o eski ‘beni' terkettim. Sıkıntılarımın zirve yaptığı bir zamanda, nefsimin değişmemek için ayak sürü-yerek beni oyaladığı bir zamanda, onunla bir olmamın bana hiçbir faydası olmadığını hissettiğim anda, bana beni anlatan tüm yanlış fısıltıları terkettim. Kendimi, içimden gelen seslerle değil, almam gereken güzelliklerle değerlendirmeyi öğrendim.
Bir başkası olmak değil, gerçek kendim olmak için, sığındığım bütün rolleri terkettim. Dışarıya rol diye yansıyan içimdeki "asıl rolü" terkettim. Beni asıl ‘ben'imden uzaklaştıran sahteliklerin davranışlarıma yansıyan hallerimden rahatsızlık duymamayı terkettim. Kendi irademle cismimin öz tenini terkettim. Kısacası tüm sıkıntılarıma sebep "beni" terkettim. Sanki içimdeki devasa yalnızlığı terkettim.
Bütün bu terklerle birlikte içimdeki yeni "ben'i" farkettim. Gülerken hakikaten gülen, ağlarken hakikaten ağlayan bir yeni "ben'i" farkettim. Alışma sorunum olmadan içimdeki huzuru ve mutluluğu farkettim. İçimde ışıl ışıl yanan soğumuş ateşi farkettim. Duygularımı cıvıl cıvıl yapan içimdeki yeni "canı" farkettim. Öyle ki, yıllardır aç kaldığım huzuru ve mutluluğu farkettim. Hissederkenki duyumsamamın ne kadar mühim olduğunu farkettim. İçimdeki enerji nedeniyle başkalarına ışıyacak kadar aydınlandığımı farkettim.
Tevazularımdaki riyayı farkettim. Hem farkettim, hem de terketmeye ahdettim.. Burada, düşünmek bile zaman kaybı olduğunu görüp, niyetten öte, tiksinerek terkettim. Her zamanki davranışlarımdan farklı bir ben olmayı denemedikçe, asla değişemeyeceğimi farkettim. İyilik hallerimi korurken, kötü taraflarımı düzeltmenin her zamankinden farklı davranarak, bambaşka bir yol denemekten geçtiğini farkettim. Bunun için önce, eski davranışlarımdan bıkkınlığımı farkettim. Ki denemekle başlamak gerektiğini farkettim. Mesela, şeytanın ya da nefsin binbir türlü hilelerine mukabil, ben de bizzat her türlü pozitif hileye başvurmam gerektiğini farkettim. Bu arada, şeytanı ve nefsi kandıracağım derken kendimi kandırmamam gerektiğini farkettim. Mesela bu konuda, ses tonumdan davranışlarıma kadar, eziklik, neşe ve hüzün hallerimin muhasebesini yapıp, sadece kendim olacak şekilde, önce düşünmem sonra gereği gibi davranmam gerektiğini farkettim. Bütün irademi bunu muhafazaya harcamam gerektiğini farkettim.
Kendimi kötü hissetmeyi terkettim. Kendimi iyi hissetmiş olmak için iyi olmayı da terkettim. Bir gerçek var ki, aslında ben, kendi gözümde bana dair "kötüyü" terkettim. Bilerek ya da bilmeyerek zaaf gösterdiğim şeylere karşı zaafımı terkettim. Bilerek ya da bilmeyerek kendimi kandırdığım şeyleri terkettim. Akabinde "bir şey" olmaya çalışmayıp, hakikaten sadece iyi insan olmayı istemenin güzelliğini farkettim. Bunun da yolunun kendime haksızlık veya torpil yapmadan kendimi sevmekten geçtiğini farkettim. Her halukarda kendime eziyet etmenin gereksizliğini yani kendimi dövmemem gerektiğini farkettim. Yıllarca canhıraş bir şe-kilde her ânımı kaplayan koşuşturma ve telaşın aslında çok gereksiz bir şekilde beni gerçek benliğimden uzaklaştırdığını farkettim. Tüm bu telaşların beni hayatın kendi gerçeğinden ve hakikat denen şeyden ne kadar ötelere fırlattığını farkettim.
Çıktığım bu yolda, hiç durmamam gerektiğini farkettim. Üç günlük dünyada aslında bu uğurda her türlü yorgunluğa değeceğini farkettim. Beyhude yorgunlukların hiçbirşeye yaramadığı şu dünyada, özümü bulmak için tatlı bir yorgunluğa ihtiyaç duyulduğunu farkettim. Bu uğurda yorulmayı zevk edindiğimi farkettim. Ahirete giden yolun manen tatlı bir yorgunluk olduğunu farkettim. Manevi lezzet denen şeyin, kendi benliğime kavuşup, kulluk anlamında yeni bir ‘ben' olmaktan geçtiğini fark ettim. Asıl olgunluğun "ben ben" demek değil, "sen sen" demek olduğunu fark ettim.
En önemlisi ben de, tarihte ve felsefede anlatılan Simurg'un, ‘Nefsim ve Canım' değil, Allah'a kulluk ve ‘Ben' olduğumu fark ettim.
Şaşırabiliriz, yanılabiliriz; ama affedecek olan O.
Düşebiliriz, kalkabiliriz; durduracak olan O.
Olabiliriz, ölebiliriz; diriltecek olan O.
Niyetlenebiliriz, yapabiliriz; soracak olan O.
Yıkabiliriz, yapabiliriz; kurduracak olan O.
Gülebiliriz, ağlayabiliriz; güldürecek olan O.
Sevebiliriz, küsebiliriz; sevdirecek olan O.
Saldırabiliriz, kucaklayabiliriz; gözetleyen O.
Sorabiliriz, öğrenebiliriz; öğreten O.
Bu kısa ve sesli muhasebe yazısını bitirirken, Değerli büyüğüm Şenel İlhan Bey'in iki önemli cümlesinin aslında bu yazının anlatmak istediği amaca uygun özlü bir özet olduğunu söylemek gerekiyor.
Birincisi; "Allah'ın bize verdiği, şahsiyetimizi oluşturan kimliğimiz, bizim hayal edip de olmaya çalıştığımız halimizden daha güzeldir." buyuruyor kendisi… İkincisi ise; "Veli, evliya olabileceğiniz ümidini asla kaybetmeyin." sözüdür ki, kanaatimce, Allah (Celle Celalühü) yolunda manen terakki etmek isteyenlerin en güvenli limanı gibidir bu sözler. Nitekim pek çok insan, yollarda kalacağının ya da başaramayacağının ümitsizliğiyle, gayretini azaltır ve yollarda kalır. Acizane ben de kendi kendime ve Allah (Celle Celalühü) yolunun hakiki yolcularına tercüman olmak için diyorum ki; "Bazen sükutun ekmeğini yeriz, bazen de ümidin… Ha gayret! Yollar aşılmak içindir."