Meal-i şerifi; "Asra kasem ederim ki, insan muhakkak hüsran ve ziyandadır. Ancak iman edip salih amellerde bulunan ve birbirlerine hakkı tavsiye eden, birbirine sabrı tavsiye eden kimseler ziyanda değildir." Üç kısa ayetten ibaret olan bu sure-i celile, İslam dininin temel düsturlarını, itikad, ahlak ve ibadetlerini pek veciz, pek fasih ve beliğ bir surette ifade ve takrir buyuruyor. Onun içindir ki, İmam-ı Şafii hazretleri; "İnsanlar, Asr Suresi'nin manasından gafildirler. Kur'an namına yalnız bu sure nazil olsaydı, bize elverirdi. İnsanlar yalnız bu sureyi düşünmüş olsalar ve bu sureyi ihata edebilselerdi, onlara kafi gelirdi." diye buyurmuşlar.
Bu hikmetledir ki; Eshab-ı Kiram Efendilerimizden ikisi bir yere gelince, bu sureyi biri diğerine okumadan, diğeri de ona selam vermeden ayrılmazlardı. Eshab-ı kiramın bu adetlerini sadece onlara mahsus bir özellik sayanlar hata ederler. Maksatları sure-i celilenin ihtiva ettiği manayı özellikle, hakkı, sabrı tavsiyede bulunmayı karşısındakine hatırlatma, bu suretle arkadaşından ayrılmadan önce, arkadaşının kendisine vasiyet etmesini sağlamaktı.
Asr'ın manası;
Cenab-ı Allah (Celle Celalühü) sure-i celilede asra (kasem) asra yemin ediyor. "Asra kasem ederim ki, insanlar muhakkak hüsrandadır, ziyandadır." buyuruyor.
O halde "asr" nedir? Cenab-ı Hakk'ın asra kasem etmesindeki hikmet nedir?
Asr; insanların fiil ve hareketlerine zarf olan zaman, dehr demektir. Diğer deyimle zamanın belli bir cüzüdür. İnsanların iyi veya fena bir takım işler yaptığı müddet demektir. Bu müddet ister senelerin sayısıyla ölçülsün, ister ölçülmesin.
Bir manası da ikindi vaktidir. İbni Abbas'tan (ra) böyle rivayet etmiştir. Cenab-ı Hakk'ın eşyadan birisine yemin etmesindeki hikmet düşünülürse, her iki mana da doğrudur. Çünkü her asırda yaşayan insanlar, bulundukları zamandan şikayet etmeyi, kendi zamanlarına sövüp saymayı adet edinmişlerdir. Evet, insanlarda tuhaf bir ruh-i halet var. Daima bulundukları asırdan şikayet ederler. Bulundukları zamana sövüp sayarlar. Başlarına bir şey gelse, içinde yaşadıkları asra, her fenalığı, her musibeti yüklerler.
"Ah.. Ne fena zamanlara kaldık. Gerçekten eski zamanlar ne iyiydi, ne bereketli zamanlardı, şimdi mürüvvet yok, insanlık yok, ahlak yok. Bu asır cehalet asrı. Ahlaksızlık asrı, menfaat asrı" diyerek, hayır namına, iyilik namına ne varsa, kendisinden önce geçmiş olan zamana verir; fenalık, kusur şer namına ne varsa, onları da bulunduğu zamana yükler.
Halbuki düşününüz bir kere zaman neden fena olsun? Zaman hep birdir. Geçmişte yüz sene neyse, bugünki yüz senede aynıdır. Zamanda ayda, yılda, günde bir şer bulunduğunu zannetmek büyük bir hatadır. İyilik ve fenalık, zamanda değil, insanların kendilerindedir.
İşte Cenab-ı Hak, asra kasem, asra yemin etmekle, bu yolda itikad edenlerin hata etmekte olduklarını anlatmış, bu itikatın kalblerden silinmesini, zamanın hor görülmesini değil, bilakis saygı gösterilmesini murat etmiş oluyor. Bu yeminle Cenab-ı Hak demiş oluyor ki; "Aklınızı başınıza alın. Böyle itikad etmekten vazgeçin; sizin zannınız gibi, zamanda fenalık yoktur. Bakınız ben ona kasem ediyorum. Benim kasem ettiğim şey, benim saygıma layık olmuş demektir ki, fena olmaz. Eğer zamanınızda bir fenalık görürseniz, iyi biliniz ki, o fenalık zamanda değil, o zamanda yaşayan insanların kendilerindedir. Sizdedir, bu bakımdan kendinizi iyi yoklayın. Hareketlerinizi tartın; fenalığın nerede olduğunu anlamakta güçlük çekmezsiniz. "Evvelki zamanlar iyi idi. Bu asır fenadır, falan gün uğursuzdur, falan gün falan saat şu iş için iyidir." gibi sözler cahilce bir itikat mahsulüdür. Böyle itikatlar insanı fenalığa ve tembelliğe sevk eder. Bir zamanı hayır itikat edipte birini şer saymak doğru değildir. Her zaman, her gün, her saat şereflidir. Böyle şerefli olan bir vakti, ona yakışacak işlerle geçirin. Kötü işler yapıp da, kusuru kabahatı zamana yüklemeyin...
Evet, Allah'ın (Celle Celalühü) asra kasem etmesi, onun şerefine, büyüklüğüne açık bir delildir. Zamanda cereyan eden fenalık, başka değil, kendisinde olan bir kusurdan ileri gelmiştir. Zaman, ne yapar ne de yakar.
Asrı ikinci manaya almanın da doğru olduğunu söylemiştim. Bunda da muhim bir hikmet vardır. Vaktiyle gerek Kureyş kabilesine gerek sair kabilelere mensub, işsiz güçsüz bir takım insanlar, Kabe'nin etrafında veya sair yerlerde, ikindi vakti toplanıp, gıybet gibi, ötekini maskaraya almak gibi, dünya ve ahirette hiçbir faydası olmayan işlerle uğraşır, sonra da çoğu zaman kavga ederek ayrılırlardı. Bunun için zihinlerde bu zamanın fena bir zaman olduğu, bu vaktin şerden başka bir şeye yaramadığı, iyice yer etmişti. İşte Cenab-ı Hak, asra kasem etmekle, bu fenalığın zamanda olmayıp, onların kendilerinde olduğunu, o zamanın yerleri, gökleri yaratan Hakk'ın kasem yeri olacak derecede şeref sahibi olduğunu bildirmiş, böylece şerefli bir vakti, ona yakışacak işlerle geçirmek ve kötü ameller yüzünden uğrayacakları hüsrandan bu suretle kurtulmak lazım geleceğini beyan buyurmuş oluyor.
Hulasa, zamanın kendisinde bir şer, bir fenalık yoktur. İyi işleri de kötü işleri de yapan hep insanların kendileridir.Evet, bu işlerin hepsi zaman içinde olur. Fakat zaman yapmaz. İnsanlar yapar. Evvelki zamanlarda iyilik var idiyse, o zamanki insanlar iyiymiş... Siz de iyi olun, siz de çalışın. İyiliği, kötülüğü zamana vermeyin. İyilik, kötülük insanın kendisine ait bir şeydir. İnsanlar iyiliği de kötülüğü de kendi nefislerinde aramalıdır. Zamana sövüp saymamalıdır.
Dünya ve Ahiret saadetini elde etmek için zamanın kıymetini takdir etmeli, insan bir saatını bir dakikasını bile boş geçirmemeli, onu dünya ve ahirete ayıracak işlerle geçirmelidir.
Velhasılı, "Asr" kelimesinin iki manasından hangisi alınırsa alınsın, buradaki "kasem", Cenab-ı Hakk'ın bize sevkini murad etmiş olduğu bir hakikatı tekid için varid olmuştur ki, o da insanın hüsran içinde bulunmasıdır. İnsanların hüsran içinde bulunmaları için niçin yeminle tekid buyurulmuştur?..
Cenab-ı Hak, asra kasem ederek insanın hüsran içinde olduğunu, muhakkak surette bütün insanların ziyanda olduklarını haber veriyor. Zira insanların bir çoğu, sure-i celilede istisna edilen amellerin dışında bir takım işler olup, bunların hüsrana hiç mucip olmadığı zannındadırlar. Hatta öyle itikad ederler ki, "saadet"; iman denilen bağlardan kurtulmak, fazilet denilen kayıtlardan uzak kalmak, fikir hürriyeti, iş hürriyeti namıyla her fenalığı, her rezaleti irtikaptan geri kalmamak, ukbada helaki gerektirse de dünyada nefsin haz ettiği şeylerden hiçbirini esirgememek, nefsin her isteğini elde etmektir.
Halbuki bu yanlış bir itikattır. İşte Cenab-ı Hak, bu sure-i celilede sayılan vasflarla iman, salih amel, birbirlerine hakkı tavsiye, sabrı tavsiye ile matuf olmayanların behemahal hüsranda bulunduklarını, şayet bunların dışında tasavvur edilen saadetler varsa ancak bir serap olduğunu zihinlere iyice yerleştirmek için, bunu yeminle te'yid ederek haber veriyor.
Demek oluyor ki, her insan nerede bulunursa bulunsun, hangi zamanda yaşarsa yaşasın, ne işle meşgul olursa olsun, her halde hüsran içindedir. Ziyandadır. Meğer ki iman etmiş ve bununla beraber salih amel işlemiş, birbirlerine hakkı tavsiye, sabrı tavsiye etmiş olsunlar... İşte bu vasıfları nefislerinde toplamış olanlar hüsrandan yakayı kurtarmış ve saadeti bulmuşlardır.