Aşk Mı İhtiras Mı?

Ona gerçekten âşık mı oldunuz, yoksa ona olan isteğiniz şiddetli bir arzu mu. Aslında mertebe olarak baktığımızda ikisi de "aşırı tutku" dur. Bu bakımdan ilk anda ayırt edilmesi elbette zor. Bu konuda önceden bilgi sahibi olmak da pek mümkün değil, çünkü insanın başına böyle bir şey gelmeden önce kimse bu bilgiyi edinme ihtiyacı hissetmez. Ancak zaman içerisinde ne tür bir istek olduğu kendiliğinden ortaya çıkar ama bu sefer de sonundaki hüsran ve acıya katlanmak zorunda kalırsınız ve bu hüsran, sizden tekrar geriye koyamayacağınız bir sürü değerli şeyi de beraberinde götürür.

Kişinin aşkı ne kadar büyükse, âşık olduğu kişinin bütün isteklerini de o ölçüde giderir. Çünkü seven kişinin sevgisinin büyüklüğü, sevdiği kişinin hayallerini gerçekleştirme oranına göre ölçülür. Size duyulan sevginin büyüklüğünü veya gerçekliliğini başka nasıl anlayabilirsiniz ki? Gerçek bir sevgide karşıdaki kişi için yapılmayacak şey yoktur. Her şeyin gerçekleşmesi mümkün olup, gerçekleşmeyenler için verilen mücadele de gerçekleşmiş kadar makbuldür ve sevginin ispatı olarak kabul görür. Çünkü o çırpınışı sevgili de görür ve bu çırpınış, kendisine duyulan sevginin ispatı olarak ona yeter. Yani güzel sözlerle sevginizi ispat edemezsiniz, icraat ile ispat edebilirsiniz. İcraat yoksa, sözler sadece iltifattır.

Evlenmeyi düşünen insan, seçtiği kişiden daha iyisini bulamayacağı zannı ile her şeyini feda eder. Oysa gerçekte durum farklıdır ve kesinlikle ondan daha iyileri daha güzelleri vardır. Nitekim elde ettikten veya evlendikten sonra ilginin azalması, niyetteki yanılmanın ispatı olarak kendiliğinden ortaya çıkar. Yasak ilişkilerde de bunu net olarak görebiliriz. Bir kaçamak için onca zaman ve emek harcayan kişi, amacına ulaştığı andan itibaren huzursuzluk yaşar ve bir an önce o ortamı terk etmek ister. Her kaçamak ayrı bir hüsran ve insan psikolojisinde açılan derin bir yaradır. Çünkü kaçamakta aynı kişi ile devamlılık düşüncesi yoktur. Haram olması sebebi ile huzur ve mutluluk vermek yerine aksine insanın huzurunu kaçırır. Bir bakıma, kısa süreli bir rahatlamanın acı bedeli ödenir. Huzur ve mutluluk, anlık zevklerle olmaz. Hakiki mutluluk ancak devamlılığı olan hatta sevdiği kişiden bir çocuk sahibi olmayı düşünen kişi için söz konusudur. Bu sebeple insan aşırı derecede birini arzuluyorsa, bu arzusunun ne kadarının cinsel arzu, ne kadarının ömür boyu birliktelik arzusu olduğunu görmeden bir ilişki içine girmemelidir. Platon'un dediği gibi, gerçekten hiçbir şey şehvet duygusu kadar yanıltıcı değildir.

Erkek evlendikten sonra eşine olan o flört zamanındaki merakı geçer ve ilk hevesi azalır. Aşk birkaç yıl sürer, sonra yerini sevgi, özlem ve mutluluğa bırakır doğası gereği...Şayet kadınlar kocalarına karşı kendilerini salar ve eşlerinin cinsel hayatlarına önem vermezlerse erkeklerin gördüğü her kadın, kendi eşinden daha cazip hale gelir. Düzgün fiziği olan her kadın, bir erkek için potansiyel istek sebebidir. Bu sebeple gözü dışarıda kalır ve aldatmasa bile her an aldatmaya meyillidir. Burada erkeği tutan tek şey Allah korkusudur. Kadınlar evliliğin ilerleyen dönemlerinde de kendilerine bakmalı, eşlerinin ilgisini üzerlerine çekmeli, bir zamanlar neden beğenildiklerini unutmamalıdırlar. Çünkü kadınların annelik duyguları ağır basabiliyor ve hayat şartlarının zorluklarından büyük derecede yıpranabiliyorlar. Bu sebeple kadın evlendiği zaman fıtratı gereği artık çocuğuna odaklanır ve bu dönemde eşinden başkasını düşünmez. Zira çocuğunu eşiyle birlikte büyütecektir ve çocuk doğana kadar hatta sütten kesilene kadar başkası onu ilgilendirmez. Kadınların evlenme süreci erkekler kadar uzun süreli değildir. Bu yüzden genç bir kız her an hata yapabilir. Hani Yıldız Tilbe'nin bir şarkısı vardı ya, "Seni o sanmıştım, ne kadar yanıldım, masum ve güzeldim, şimdi çok yalnızım…" diye, işte genç bir kızın öyle olma ihtimali yüksek. Bir erkek ise neredeyse ömür boyu evliliğini erteleyebilir. Yalnız ne var ki bu erteleme süreci günaha düşmeye son derece elverişlidir. Ama kadınların bir erkek kadar uzun süre seçim yapmayı bekleyecek anatomik yapıları yoktur. Bir erkeğin, her iki taraf da istediği halde ikinci eşini almasının nasıl karşılandığı malumunuz olan bir ortamda, kadının durumu çok daha zor ve gerçek manada fedakârlık isteyen bir durumdur. Yaşı geçmiş olan her kızın kolay kolay gösteremeyeceği bir fedakârlıktır bu.

Evli olan bir kadının ise, erkeğini başkasıyla paylaşmayı istememesi pek inandırıcı değildir. İstememe sebebi sevgiden ziyade, artık erkeğini, erkeğinin zamanını ve kazandığını başkasıyla paylaşmayı istememesinden kaynaklanır. Bir kadın, erkeğinin ikinci evlilik yapması ile ne kaybeder? Bir kere eşi olan hayat arkadaşını yani erkeğini kaybetmez. Kadın, erkeğinin ilgisini de kaybetmez. Hatta erkeğin eşine olan ilgisi daha da artabilir. Yuvasını da kaybetmez. Aslında huzurunu da kaybetmez. Ama kendi kendini huzursuz eder. Kadın, kendisini aldatan erkeğini bile boşamaz. Çok çok da, uzun süreli ciddi bir tartışma çıkarır, bir müddet küslük yaşanır ve konu kapanır gider. Burada zihnimizi karıştıran bir durum var. Aynı eş, kocasının haram bir ilişkiye karışması sebebi ile evliliğini bitirmezken, neden ikinci evlilik yapmasına şiddetle karşı çıkar.?

Kadınların bu duruma karşı çıkmalarının bir çok psikolojik sebebi vardır. Eşinin gözünde ikinci duruma düşmek, kazanılan parayı paylaşmak, diğer hanım ile kıyasıya bir "tercih edilme"mücadelesine girmek onun için zordur. "Bir defa eşime kendimi beğendirmiştim ya, yeniden neden uğraşayım" düşünceleri hakimdir kadınların dünyasında...Erkek ise beklediği ilgiyi karısından göremeyince, dışarı baktığında her zaman ilgisini çeken bir çok kadın görür.

Kadın tek eş iken, tüm dağınıklığı ile, fazla kiloları ile, hastalıkları ile, bakımsız halleri ile, kısacası her türlü kötü hali ile evde tek kadın olduğu için rahattır. İkincinin daha iyi olan hali onun bu umursamazlığını bozan bir rahatsızlık olarak ortaya çıkar. Çünkü rekabet duygusu her insanda vardır ve huzur bozar. Aldatıldığını hisseden kadının hemen kendisini bakıma alma gayreti bunun ispatıdır. Saç boyama, makyaj, değişik kıyafet, daha önce sergilenmeyen çekici davranışlar… vs. Çünkü kadın da pekâlâ bilir ki, erkeğini tekrar kazanmak için hamaratlığını veya güler yüzünü değil, çekiciliğini kullanmaktan başka çaresi yoktur. Zira hiçbir erkek sokakta gördüğü bir kadına bakıp "…ne hamarat kadın…" demez.

Aşkta amaç çocuk değilse, beraberlik biter. Amaçların içinde çocuk yoksa o istek cinsellikten öte bir istek değildir. Kuru ihtirastır. Hedefte çocuk varsa, o zaman aşktan söz edilebilir. Çocuk, sevgiyi ve birlikteliği ölümsüzleştirme isteğinden kaynaklanır. Amaç sadece çocuksa, o zaman da muhabbet olmaz, sadece çocuk olur. Muhabbet başkaları ile devam eder. Özetle gerçek aşkta, "Hem ille de o, hem de ille de ondan bir çocuk" isteği vardır. Böyle olursa o zaman ona aşk diyebilirim. Aşk beraberliğinde ömür boyu her şeyi onunla yapmak, onunla gezmek, her şeyi onunla yaşamak isteğinin içinde çocuk kesinlikle yer alır ve bu isteği pekiştirir. Aksi halde karşı cinse olan bu aşırı isteğin sebebi başka türlü anlaşılmaz. Çünkü iki insan birbirini aşırı bir tutku ile istediklerinde, tüm değerler önemini kaybeder ve onlar hiçbir engel tanımaz. Allah yardım etmediği müddetçe mutlaka zinaya düşerler. Bu sebeple tutku hissedildiğinde insan hemen iki konuyu açıklığa kavuşturmalıdır. Birincisi, bu isteğin içinde çocuğa yer var mı. Varsa devam. Yoksa (ki bu ikincisi çok önemlidir) var gücü ile o kişiden kaçmalı ve tek bir zaaf bile göstermemelidir. Bir zaaf diğer bir zaafı doğurur, bir adım diğer bir adımı attırır ve bir de bakarsın ki zinaya düşmüşsün. O zaman anlarsın ki, evdeki ile dışarıdaki arasında fark yok. Sadece dışarıdaki bakımlı ve cilveli, evdeki ise pejmürde ve uyuşuk. Nefsinin haricinde, evli bir erkeği günaha sokan sebep, dışarıdaki bir takım özelliklerinden ötürü aklını çelen kadın değil, evde kocasına gerekli ilgiyi göstermeyen kadındır.

Demek ki insan, eş seçerken kimi ve neden istediğini bilmeli. Çünkü istek insanı vezir de eder rezil de. Dolayısıyla hayatını, kariyerini, servetini, itibarını, ailesini veya daha ileriye götürelim, ahiretini bile kaybedecek ya da kazanacak olmasına sebep olan bu ihtirasını iyi düşünüp öyle istemeli. Elindeki çok değerli özellikleri ne uğruna kumar masasına yatırdığını bilmeli. Vazgeçmeli ya da mücadele etmeli. İstenen şey, neleri kaybetmeye değiyor, ya da tam tersi, neleri kaybetmeğe değmez, bunun muhasebesini yapmalı. Sonuçta görecektir ki, süflî olan istekler geçicidir. Hatta zaman içinde daha iyisi, daha güzeli ile karşılaşılabilir ama ulvî isteklerin daha iyisi yoktur ve sahip olunmak istenen hiçbir istek onların yerini dolduramaz.

Müslüman günah işlemek istemez. Ancak, günaha düşer. Günaha düştüğü zaman o ihtirasın altında yatan gerçek gün gibi ortaya çıktığında artık yapılacak olan tek şey, oturup nefsinin muhasebesini yapmaktır. Kişi sabrını ve iradesini kullanma gücü varken, yani baştan cüz-i iradesini kullanma gücü varken nefsini kontrol altına almazsa, ilerideki günlerde, yani ok yaydan çıktıktan sonra geri adım atmak imkânsızlaşır. Çünkü şehvet galebe çaldığında akıl devreden çıkar. Şehvet duygusu gerçekten bu kadar kör edici ve yanıltıcıdır. Prof. Dr. Nevzat Tarhan'ın bu konuda şöyle bir tespiti var;"Bir kişinin insaniyeti ile cinsiyet kimliğinin doğru noktalarda değerlendirilmesi, topluma doğru şeyler kazandırır. Mesela erkeklerin kadınları ne derece anladığı ile ilgili yapılan araştırmalarda, cinsel yaşamları kötü giden erkeklerin, kadınların cinsel niyetlerini abarttıkları ortaya çıkmıştır. Yani cinsel tatminlerinin eksikleri, kadınların cinsel niyetlerinin yanlış değerlendirilmesine sebep olmaktadır. Bu eksikliği yaşayan erkek, kadının basit bir gülüşünü ya da kendisine normal bir bakışı bile "cinsel davet" şeklinde algılayarak gerçek hayatta var olmayan bir şehveti görmeye çalışır. Oysa bu konuda yetkinliğe ulaşmış bir erkek, karşı cinsle olan münasebetinde cinsel dürtülerini abartmamayı başarabilir. Bu noktada insanın şahsi istekleri belirleyici olurken, toplumsal pornografiye gereğinden fazla vurgu yapılması da böyle bir algılama bozukluğunu teşvik edebilir." Bu sebeple insan eşinin kıymetini bilmeli eşine ilgisi sevgisini ve saygısını göstermeli.

Âşıkların halini anlatan bir kıssa ile konumuzu bitirelim. Hüdhüd kuşu dişisini yanına çağırdığında dişisi nazlanıp onun davetini kabul etmez. Bunun üzerine Hüdhüd kuşu: "Ben senin için dünyayı Hz. Süleyman'ın (a.s.) tahtı da dahil alt üst edebilecekken niçin beni reddediyorsun?" der. Süleyman (a.s.) Hüdhüd'ün bu sözünü duyunca onu yanına çağırıp: "Sen kimsin ki böyle yapacaksın? Ne cesaretle böyle konuştun?" diye sorar. Hüdhüd, Hz. Süleyman'a (a.s.) şu cevabı verir: "Ey Allah'ın Peygamberi! Aşıkların sözü ciddiye alınmaz ki."

Bence mutluluğun üç özelliği var. İlgi, ilgi, ilgi. Bir gün bu davranışlarımızdan dolayı günah, ayrılık ve pişmanlık gibi nahoş durumlarla karşılaşmak istemiyorsak, eşlerimizin üzerinden sevgiyi, güler yüzü ve özellikle de ilgiyi eksik etmeyelim.

aliserdarcinemre@mynet.com